• industriAll global
  • industriAll europe
  • Retun See
  • Petrol-İş Kadın Dergisi
Belgesel: Petrol-İş Tarihi

Petrol-İş Kadın Dergisi/ Betül Urhan

Farklılıkları dikkate alan bir eşitlik anlayışına doğru

Çalışma ilişkileri cinsiyetten bağımsız değildir, bu ilişkilerin cinsiyetten bağımsız olduğunu düşünmek, cinsiyet farklılığının derinleşmesine hizmet ediyor. Çünkü sendikalar bu sorunların farklı olmadığını düşünerek işyeri örgütlenmesi ve toplu sözleşmeler bağlamında farklı gündem ve deneyim oluşturma gibi bir kapasite geliştiremiyor.

 

Petrol-İş Kadın Servisi
02.04.2014

Geçen gün bir rahatsızlığım nedeniyle özel bir hastaneye gittim. Hastane çalışanı bana muayene için fark ödemem gerektiğini belirtti. Öğretim üyesi olduğumu söyleyince bana, sendika üyesi olup olmadığımı sordu. “Evet, sendika üyesiyim” cevabını verince fark ücreti olarak benden 35 TL yerine yalnızca 12 TL alacağını söyledi. İlginçtir bu durum beni fazlasıyla sevindirdi. Kendi kendime ilk defa sendika üyesi olduğum için avantajlı bir durum yaşıyorum dedim. Tahmin edebileceğiniz gibi sendikam kamu görevlileri sendikasıdır.

Kuşkusuz sevincim yapılan indirimle ilgili değildi. Sendikanın üyeleri adına böyle bir girişiminin olmasıyla ilgiliydi. Çünkü çoğu zaman kamu görevlileri sendikaları, ulusal ve uluslar arası yasalar gereği bir taraf ve her şeyden önce artık örgütlenme hakkı insan haklarının vazgeçilmezlerinden biri olarak kabul edilmesine rağmen kendilerini üniversite yönetimi de olsa yöneticilerine (işverenlerine) kabul ettirmekte zorlanmaktadırlar. Devlet işlerini yürütenler ve yöneticiler sendikayı kendi çalışanlarını temsil eden bir örgüt olarak değil, dışarıdan işleri bozan, yasadışı ve hatta düşman bir örgüt olarak görmek eğiliminde. Onlara göre illa bir sendika örgütlenecekse de o zaman kolaylıkla denetleyebilecekleri sendika örgütlensin. İdeolojik, yasal, siyasal ve yapısal ve daha önemlisi demokrasi kültürünün yerleşmemesi nedeniyle kamu görevlileri sendikaları enerjilerinin küçük bir kısmını dahi, yukarıda anlattığım günlük ve somut sorunlara harcayamıyorlar. Neredeyse tüm enerjilerini ve kaynaklarını tanınma ve var olma sorunlarına ve mücadelesine akıtmak zorunda kalıyorlar. Bu olay çok küçük bile olsa bir soluk alma anlamına geliyordu benim için. Kamu görevlileri sendikaları adına bu durumun endişe verici olduğunu söylemeye bile gerek yok.

Katılım konusunda özendirme

Aslında kamu yöneticilerinin sendikalara gösterdikleri bu tutum hepimizin içinde bulunduğu örgütler, kurumlar farklı düzeylerde de olsa karşılaştığımız bir tutum değil mi? Demokratik olması gereken ama böyle olmayan yapılar, kendinden olmayanı ötekileştirmenin tüm mekanizmalarını yeniden yeniden üretmez mi? Bana kalırsa bu yapıların ürettiği en önemli sorunlardan biri kadın veya erkek fark etmez, insanların kendi geleceklerini ve yaşamlarını kurabilme inancını ve güvenini yok etmeleridir. Başka bir ifade ile hem diğer insanlara hem de kendine olan güvenin kırılmasıdır. Sizce Türkiye’de yaşayan insanlar arasındaki güvensizlik düzeyinin hemen hemen diğer tüm ülkeler göre yüksek olması bir tesadüf müdür? Bu yüksek güvensizlik halinin aslında bireylerin kendilerine de olan bir güvensizliğinin sonucu değil midir? İnsanların kendilerine olan güvenleri nasıl kırılır. Bir çocuğu düşünün. Kendini bildiği andan itibaren hatta doğmadan ana karnındayken bile şiddete maruz kalmışsa veya şiddette tanık olmuşsa; yapabilirsin, başarabilirsin gibi olumlu cümleler yerine yapamazsın başaramazsın, yapma, etme gibi bir dille yetiştirilmişse, hata yapabilme, saçmalama hakkı tanınmamışsa, yapan, eden yani özne olarak görmek yerine yapılan, edilen yani nesne olarak görülmüşse bu çocuğun yetişkinlik döneminde kendine güvenli bir birey olmasını bekleyebilir miyiz? Ben psikolog yada psikiyatrist değilim, ama çok rahat bu soruya hayır cevabını verebilirim. Yıllardır derslerimde, kadın öğrencilerin, sayısal olarak ağırlıklı olmalarına ve başarı oranları erkek öğrencilere göre daha yüksek olmasına rağmen, erkek öğrencilerin derse daha aktif olarak katıldıklarına tanık olurum. Birebir görüşmelerimizde kadın öğrenciler, aslında sorduğum soruları bildiklerini ancak heyecandan ve hata yapmaktan korkmalarından dolayı konuşamadıklarını anlattılar. O halde bu öğrencilerle daha eşitlikçi bir dil kullanmak ve ilişki kurmak gerekiyordu. Bu yolla öğrenciler kendilerini daha rahat ifade edebildiler. Ancak bu yeterli değildi. Onlara daha fazla zaman ayırmak ve derslerde “sunum yapmak” gibi sorumluk vermek de gerekiyordu. 120 kişilik sınıfta çok sessiz, görünmez olan, ama ilgili olan kadın öğrencilerin dönem sonunda daha fazla katılım, iletişim ve sorumluluk ile sınıfın en aktif ve görünür öğrencilerine dönüştüklerini görebiliyordum. Bu bana şunu öğretti, bilgiyi vermek yeterli değil, aynı zamanda iletişimle birlikte katılım koşullarını sağlayarak, özendirmek ve sorumluluk verilmesi görünmezleri görünür yapmak için önemlidir.

Kadın üyelerin sorunları

Gelelim sendikalara. Bu günlerde sendika içinde kadın örgütlenmesi üzerine bir araştırma yapan bir ekibin içinde yer alıyorum. Özellikle erkek sendikacılar ile yapılan görüşmelere bakıldığında şu bildik ifadelere rastlanıyor; “sorunları veya hakları kadın erkek ayırmak doğru değildir, insan hakkı demek gerekir, biz insan haklarını savunuyoruz”. Kuşkusuz insan hakkı demek gerekir. Ancak tüm gözlem ve araştırmalar tarihsel süreç içerisinde insan hakkı derken aslında akla erkek haklarının geldiğini söylemeye gerek yok. Kadınların insan haklarının görmezden gelindiği bir ortamda ise, konuyu cinsiyetsiz olarak ele almak sorunu görmek istememenin bir diğer adı.

Biliyorsunuz sendikaların üst yöntemleri hem genel merkez hem de şube düzeyinde genellikle erkeklerden oluşuyor. Bu nedenle erkek sendikacıların kadın üyelerinin sorunlarının ne olduğuna yönelik düşünceleri önemlidir. Hem genelde hem de işyerlerinde kadın sorunu deyince erkek sendikacıların hemen aklına taciz, tecavüz ve şiddet gelmektedir. Kuşkusuz bunlar şu anda kadınların yaşam hakkını ve kişiliğini koruma ve geliştirme hakkını ortadan kaldıran ve sendikaların diğer sivil toplum örgütleri ile mücadele etmesini gerektiren çok önemli sorunlardır. Ancak sendikaların bu konuda yeterli söz söylediğini düşünen var mı? Hatta bu sorunların toplumsal yapıdan kaynaklanan çözümlenmesi sendikaları aşan bir sorun olduğu söylenip gündemlerine dahi almayan sendikalar var. Esas olarak toplumsal ilişkiler işyerindeki ilişkilerinden bağımsız olmadığı gibi işyerindeki ilişkiler de toplumsal yaşamı yeniden şekillendirir. Bu durumda bu sorunlar sendikaların uzağında olması zaten beklenemez. Genel olarak sendikacılar işçi kadınların sorunlarını bir şekilde toplumsal sistemden kaynaklı şiddet ve taciz ile sınırlama eğilimindeler. Bu sorunlar ise toplumun bir sorunu olarak algılayıp sendikaların üstü kapalı da olsa müdahale edebilecekleri alanlar olmadığına dair görüşler öne sürüyorlar.

Toplumsal cinsiyet farkı

Oysa çalışma yaşamından kadınların yegane sorunları bunlar değildir. Gerçekte sendikacıların kadınların işçi sağlığı ve iş güvenliği, ücret eşitsizliği, iş güvencesi, bakım (çocuk, yaşlı, engelli) sorumluluğu, vardiyalı çalışma, güvencesizlik, yükselememe gibi sorunları kadınlar ve erkekler için farklı bir şekilde değerlendirmedikleri anlaşılıyor. Hatta bazı sendikalar bu sorunları ayrımanın hata olduğunu düşünüyor. Ancak kurumsal yapıları ve çalışma ilişkilerini cinsiyetten bağımsız olarak varsaymak, bir dereceye kadar cinsiyet farklılığının derinleşmesine hizmet ediyor. Çünkü sendikalar bu sorunların farklı olmadığını düşünerek işyeri örgütlenmesi ve toplu sözleşmeler bağlamında farklı gündem ve deneyim oluşturma gibi bir kapasite geliştiremiyor.

Kadın ve sendika veya kadın ve toplum konusunu tartıştığım her yerde, derste, panellerde, aile sohbetlerinde özellikle erkeklerden gelen itiraz-lar oluyor. Örneğin erkek sendikacılar şöyle diyor; “8 martlarda kadınları toplantıya getiremiyoruz”, “alın size düğün salonu, alın size kuru pasta 8 martı kutlayın diyoruz, yine de gelmiyorlar”, “eğitimlere kadın işçilere de gelin diyoruz, gelmiyorlar, hatta kota koyuyoruz, bir iki kişi geliyor o kotayı dahi dolduramıyoruz”, “yönetici olmak isteyen kadının önünde bir engel yok, ama onlar yönetici olmak istemiyorlar”, “eee biraz da onlardan talep gelecek, talep gelmezse biz onlar için bir komisyon kuramayız”, “bir kere kadınlar kendilerini erkeklerle eşit olarak görmüyorlar yapamayız..” , “ne demek kota koymak, erkek de bileğinin hakkıyla geliyor oralara, kadın da çalışsın, kendini sevdirsin gelsin o konuma, buna bir engel yok..”. Tüm bu ve benzeri ifadelerin doğruluk payı var mı? Kuşkusuz var.. ama hangi koşullarda var, eğer sendika işini de dahil kurumsal yapıları, işleri ve çalışma ilişkilerini toplumsal cinsiyetten bağımsız olarak düşünürseniz öyledir. Oysa tüm bu yargılar toplumsal cinsiyet eşitsizliği ve farklılıklar ile birlikte yeniden değerlendirildiğinde, mevcut sendikal anlayışla kadınların mevcut toplumsal ve kurumsal şartlarda sendikalara aktif olarak katılabilmelerinin düzeyini artırmak çok olanaklı görülmemektedir. Yukarıda ifade ettiğimiz bu ifadeler açıkça, “işleri kendin yap” veya “sorunları kendin hallet” demenin başka bir ifadeleridir.

İsterseniz yazımızın sonunda sendikaların kadın işçilerin sendikalara yönelik anlayışlarını özetleyelim: sendikalar toplumsal, kurumsal yapıların oluşturduğu prangalarla yaşamak zorunda olan kadınların erkeklerle eşit şartlarda çalıştığını ve sendikalara üye olduğunu kabul ederek gündemlerini oluşturuyor. Başka bir ifade ile eşit hak ve imkanları kullanabilip kullanılamadıkları ile ilgilenmiyor. Oysa farklılık bilinci oluşmadan eşitliğe giden yolda yürüyebilmek mümkün değildir. Bunun sadece kadınlar için değil, işçi sınıfı içinde homojen olarak adlandırılan işçi gruplarının dışında kalan ve sendikaların örgütlemekte zorlandığı tüm işçi grupları için geçerli bir olgu olduğunu söylemek gerekir.