• industriAll global
  • industriAll europe
  • Retun See
  • Petrol-İş Kadın Dergisi
Belgesel: Petrol-İş Tarihi

Elif Tuğba Şimşek/Petrol-İş Dergisi

İSİG Meclisi ve Kimya Mühendisleri Odası ile işçi sağlığı ve iş güvenliğini konuştuk: İş cinayetlerine karşı sendikalı ol!

İş cinayetleri ve meslek hastalıkları ülkemizde üstü örtülmeye çalışılan fakat son zamanlarda artan işçi ölümleri ve  toplumsal duyarlılık nedeniyle gün yüzüne çıkmak zorunda kalan bir 'gerçek'. Petrol-İş Dergisi olarak işçi sağlığı ve iş güvenliği meselesini kimya sektörü özelinde, hukuki ve teknik süreçleriyle birlikte, Kimya Mühendisleri Odası'ndan Suat Güneş ve İşçi Sağlığı ve Güvenliği Meclisi'nden Murat Çakır ile görüştük.

21.05.2015

6331 sayılı İş Sağlığı ve Güvenliği Kanunu'nun işçiler üzerinde şu ana kadar olumlu veya olumsuz bir etkisini gözlemlediniz mi?

Murat Çakır: İşçi Sağlığı ve İş Güvenli Meclisi bilindiği üzere Türkiye genelinde yaşanan iş kazaları ve bunların sonucu ortaya çıkan yaralanma ve ölümlerin kayıtlarını tutuyor.  Son üç yıldır baktığımızda ölümlü iş kazalarında, biz buna iş cinayeti diyoruz, bir artış yaşandığını gözlemledik.  Bu hukuki anlamda yetersizliğin ve gerekli tedbirlerin alınmadığının göstergesidir.

6331 Sayılı Kanun'da en önemli değişim kamu müdahalesinin kalkmış olmasıdır. İşçi sağlığı ve güvenliği alanı yoğun bir şekilde piyasalaştırıldı. İşçi sağlığı, Ortak Sağlık Güvenlikleri Birimi (OSGB) denilen birimlere devredildi. Fabrikaların bu birimlerce denetlenmesi, bunun bir hizmet alımına dönüşmesi sağlandı. Fakat bu birimler işyeri içinde bulunmuyor ve denetim noktasında sorunlar yaşanıyor. Dışarıdan gelen ve işyerine hakim olmayan bir oluşum işlevsiz kalacaktır.  OSGB’ler İSİG gibi bir kamusal hizmetin piyasaya açılması demektir. Dolayısıyla OSGB’lerde kalitenin düşmesi kaçınılmazdır. Piyasanın koşullarında bu birimlerin içinde görev alan işyeri hekimi ve iş güvenliği uzmanlarının vasıflı ya da vasıfsız olması önemini yitirir.

Bu kanunla beraber var olan denetim mekanizmalarının da işlevsizleştiğini görüyoruz. Devletin denetim işlevi azaldı. Önceden TTB, TMMOB gibi odalar işyeri hekimliği sertifikası verirken şimdi sürecin dışına çıkarıldı. 6331 Sayılı Kanunun sonuçlarını en iyi yaşanan iş cinayetlerindeki artışta görüyoruz. Çünkü 2012'den sonra Soma ve Ermenek'te yaşanan iş cinayeti tamamen denetimsizliğin sonucuydu, yine aynı şekilde Torunlar İnşaatta ölen işçiler iş güveliklerinin sağlanmaması nedeniyle öldü. 6331 Sayılı Kanun'da bir tehlike durumunda işçinin işi bırakma hakkı var. Fakat Bedaş işçilerinin sağlık ve güvenlik  nedenleriyle işi bırakması, Bross tekstil işçilerinin aynı nedenlerle işi bırakmak istemesi işten çıkarılmalarına neden oldu.  Bir yasal hak uygulanabiliyorsa haktır.

Peki bu iş cinayetlerinin ardından çıkarılan Torba Yasa'nın iş cinayetlerini azaltıcı bir etkisi olabilir mi?

Murat : Torba Yasa bu sorunu aslında biraz daha derinleştiren, genişleten bir işlev görüyor. Örneğin iş güvenliği uzmanlarının sorumlulukları artırılırken bu uzmanlar denetim yaptığı işyerinin patronundan maaşını almaya devam ediyor. Her ne  kadar iş güvencelerini arttıracağız denilse de bizim ülkemizde bu ne kadar gerçekçi olacaktır.

Aynı şekilde işverenler için caydırıcı bir ceza mekanizmasının kurulmaması, aksine zaten görevi olan bir iş için İşsizlik Sigorta Fonu'ndan karşılanmak üzere teşvikler düzenlenmesi iş cinayetlerini önleyebilecek midir? Daha önce Torba Yasa'da iş kazası yaşayan işverenlerin işsizlik sigortası primini daha yüksek orandan ödemesi yer alıyordu. Komisyon görüşmeleri sırasında işyerinde iş kazası yaşayan işverenlerin daha yüksek prim ödemesini düzenleyen madde taslaktan çıkartıldı ve bu şekilde yasalaştı. Yasalaşan maddeye göre 3 yıl içinde ölümlü veya işçinin sürekli iş göremezlik raporu almasına neden olacak bir kaza yaşamayan işverenler işsizlik sigortası primini yüzde 2 yerine yüzde 1 olarak ödeyecek. Ölümlü veya sürekli iş göremezlikle sonuçlanan iş kazası meydana gelmesi halinde ise takip eden aydan itibaren bu teşvik uygulamasına son verilecek. Ancak bir iş kazası yaşandı ve ölümle veya ciddi yaralanmayla sonuçlanmadıysa da işverenlerin teşvikten yararlanması engellemeyecek.

Bütün bunların dışında bir yasanın işçi tarafından sade ve anlaşılır olması lazım. Oysa bu tasarı yasalaşana kadar sürekli değişti, yeni düzenlemeler getirildi. Bunun yerine çok daha basit bir çerçeve yasa çizilip, günlük pratik içerisinde uygulamalarla eklemeler yapılabilirdi.

Suat Güneş: Bu yasa ve yönetmelikleri artan iş cinayetleri ve bu cinayetlerin görünür kılınması sonucunda getirmek zorunda kaldılar.  Fakat bu yasalar getirilirken dahi içine sermayenin lehine ne koyabiliriz diye düşünüyorlar. İyileştirme yapıyormuş gibi gösterelim ama bu iyileştirmeyi sermayenin lehine çevirelim diyorlar.  İşverene kendi sorumluluklarını yerine getirmesi için verilecek olan teşvikleri bu açıdan düşünebiliriz.

Diğer bir konu ise Torun Center inşaatında ölen işçiler için şu an da yargılanan patron yok. Mühendisler, iş güvenliği uzmanları yargılanıyor. Soma'da da keza öyle, sekiz tane mühendis, iş güvenliği uzmanı içeride. Tabi onlarda da hata olabilir ama patronlar işin içinden kolayca sıyrılabiliyor. Bu durumu engelleyebilecek bir yasa çıkmalı, patronlar için caydırıcı cezalar verilmeli.

OSGB'lere bakarsak işin içinde parasal bir döngü varsa burada işçi sağlığından bahsedemeyiz. Çünkü kar var işin içinde. OSGB'ler ne yapıyor, baktığı işyerini kaybetmemek için işyerindeki eksiklikleri, tehlikeleri görmezlikten gelebiliyor. İş güvenliği uzmanı da çok sorgularsa OSGB'de işten çıkarılabiliyor. Onun için sesini fazla çıkarmayan uzmanlar gerekiyor. 6331 Sayılı Kanun bunu getirdi. İş güvenliği uzmanları, mühendisler de işsiz kalma korkusuyla buna göz yumabilirler.

Çıkarılan Torba Yasa'da da işçi sağlığı ve güvenliğinin bu şekilde piyasalaşmasını önleyebilecek bir gelişme içermiyor.

Murat:  Bu konuda bir toparlama yapmak gerekirse, İş Kanunu'ndan ayrı bir İşçi Sağlığı ve Güvenliği Kanunu olması gerektiğinin doğru olduğunu düşünmüyorum. İş Kanunu çerçeveyi belirler, onun içinde işçi sağlığı ve güvenliği önemli bir parçadır. İş Hukuku'ndan ayrılamaz. Taşeronluk gibi, esneklik gibi çalışma biçimlerinden ayrı düşünülemez. Kapitalizmin doğasında her alanın metalaşması vardır.  İşçi sağlığı alanı da metalaştırılıp, yeni işkolu yaratılır ve yeni çalışma biçimleri oluşturulur.  Birden bire yeni bir iş alanı açıldı, on binlerce işyeri uzmanı ortaya çıktı. Bu durum bir zaman sonra piyasanın düşmesine ve aynı şekilde ücretlerin düşmesine neden olacaktır. Dolayısıyla işçi sağlığı ve güvenliği meselesi kapitalist sistemin bütünü içerisinde ele almamız gerekir.

İşçi sağlığı ve güvenliği konusunun sadece hukuki ve teknik olarak ayrı ayrı ele alınması doğru mu?

Suat: İşçi sağlığı ve güvenliği meselesi bir sistem sorunudur. Neo-liberal politikalarla birlikte özelleştirme, taşeronlaşma, güvencesizlik, esnek çalışma biçimlerini getiriyor, ardından iş cinayetlerini önleyici yasa çıkartmaya çalışıyorsun. Bir oyunun içindesin ve bu oyun sana dayatılıyor. İlk önce köle düzeni getiriyor, ardından bu köle düzenine karşı yasalar getirip biz işçilerimizi koruyoruz deniliyor.

Mesela taşeronlaşma son dönemlerde çok yaygınlaştı ve bu durum örgütsüzlüğü doğurdu. Örgütsüzlük ise bizi sistemin saldırıları karşısında güçsüz bırakıyor. Son zamanlarda iş cinayetlerinin bu kadar artması da bunu  sonucu. Yani işçi sağlığı ve güvenliği meselesi de bir bütün olarak alınmalı ve sistemden bağımsız düşünülmemeli. Bunu OSGB dediğimiz sistemde gayet rahat görebiliyoruz. OSGB işçi sağlığının taşeronu aslında. İçinde çalışan iş güvenliği uzmanı da işçi. İşini kaybetmek istemiyor, belki de ortaya işveren için sorun çıkartabilecek bir rapor çıkaramıyor.

İşçi sağlığı ve iş güvenliği konusunda nasıl bir denetim mekanizması kurulmasını önerisiniz?

Murat: İş güvenliği uzmanlarının, işyeri hekimlerinin maaşı devlet tarafından verilmeli. Hiçbir şekilde özerk bir kurum vs. olmamalı. OSGB'ler kapatılmalı, uzmanlar devletin bünyesinde çalışmalı ve denetim işi tamamıyla devletin kontrolünde yapılmalı. Diğer yandan devletinde bir yerde işveren konumunda olduğunu düşünürsek, bu organizasyonu denetleyebilme noktasında meslek odaları, sendikalar da devreye girebilmeli. Var olan kapitalist sistemde en uygun denetim mekanizması devletin denetimi olacaktır.  Soma'da da sendika vardı. Evet bu işi hakkıyla yapmak isteyen sendikalar da olabilir. Onlar da devletin denetim memurlarını denetleyebilir. Özerk denetim dili, denetimin özelleşmesine yarar.

TTK ve Özel maden ocaklarını karşılaştırırsak ölümlerin daha çok özel ocaklarda meydana geldiğini görürüz. Asıl sahibi TTK olup işletimi özel şirketlere verilen ocaklar var. Sadece bir yasa çıkartılıp, taşeronlara devredilen ocaklar tekrar TTK bünyesine alınsa, madenlerdeki işçi ölümleri gözle görülür şekilde azalır.

Suat:  Devletin denetlemesine belki de ilgili meslek örgütü ve ilgili sendika ile beraber gidilmesi daha iyi olur. Çünkü kimya işkolu için konuşursak, bu işkolunda iş müfettişlerinin yanında kimya mühendislerinin de gitmesi, orada proses bakımından bilgili birinin olması gerekir. Çünkü bir proses teknisyeni iş sağlığı ve iş güvenliğine ilişkin önlemleri alır, iş organizasyonu yapar, laboratuvar girdi ve çıktılarının kontrollerini yapar, analiz hazırlıkları yapar, analiz sonuçlarına göre üretime yön verir, işletme atıklarını depolar ve kimya alanına özgü birçok işi yapar. Yani kimya mühendisi o işyerine hakimdir. Alınması gereken önlemi herkesten daha iyi bilir.

Bir yandan da denetimlerde sendikaların da olması gerekir. Çünkü üretim alanını en iyi işçiler bilir.  Bundan dolayı denetim işini devletin yapması, devletin yanında ilgili meslek örgütleri, odalar ve sendikaların da olması en ideali olacaktır. Bu yöntem sürekli hale gelebilmeli.

Avrupa'da bu denetimeler tamamıyla özel, bağımsız şirketler tarafından yapılıyor. Türkiye'de de bunu yapmak istiyorlar. Devlet bütün sorumluluğu üstünden atacak. Herhangi bir kaza olması durumunda devlet bu benim sorumluluğumda değil diyerek bir kenara çekilebilecek. Fakat Avrupa ülkeleri ve bizim ülkemiz arasındaki fark unutulmamalı.

Peki sizce sendikaların işçi sağlığı ve güvenliği konusuna yaklaşımı nasıl?

Murat: Geçen sene Soma'da ölen 301 işçiyi çıkarırsak, 2014 yılında ölen işçi sayısı 1.585 oluyor. Biz bu sene şuna bakacağız: Bu yıl işçi ölümü  1.585'e yaklaşacak mı? Eğer yaklaşırsa bu cinayetleri görünür kıldığımız halde, sınıf mücadelesi olarak bir adım ileri gidemediğimizi gösterir. Ocak ayı istatistikleri sendikal örgütlenmenin yüzde 10 arttığını gösteriyor. Peki aynı şekilde işçi ölümlerindeki azalışı görebiliyor muyuz? Baktığımızda ilk üç ay tespitimize göre işçi ölümlerinin daha da fazla arttığını görüyoruz. O zaman sendikalarımızın örgütlenmede, direniş, eğitim vs. bile çok lokal kaldığını ve iş güvenliğinde genel bir politika çizmediğini söyleyebiliriz.

Fakat ülkemizde sendikal örgütlülüğün zayıflığını düşünürsek, öncelikle işçilerin örgütlenmesinin önü açılmalı. Ne olursa olsun örgütlülüğü savunmalıyız. Sendikal nedenlerle bir sürü işçi işten atılıyor ve direnişe geçiyor. Sendikal örgütlülük güvence altına alınmalı.

Kimya sektörü  özelinde baktığımızda bu alan neden tehlikelidir kısaca bahsedebilir misiniz?

Suat: Kimya sanayi değişik kimyasal maddelerin üretimi, bu maddelerin değişik sanayi kollarında kullanılması veya işlenerek ara madde haline getirilmesi, son ürün olarak elde edilerek insanların kullanımına sunulmasını amaçlayan tüm sanayii kollarını ifade eder.

Bu sanayide ana  kimyasal maddeler petrokimya ürünleri, kozmetik ilaç sanayi, sabun temzileyici maddeler, boya vernik, madeni yağ vb. şekilde gruplandırılır. Kimyasallar da özellikleri bakımından patlayıcı, oksitleyici, alevlenir, toksit, zararlı, tahriş edici, kanserojen, çevre için tehlikeli olan maddeler olmasından kaynaklı bu maddelerin depolanması taşınması ve karıştırılması dikkat edilmesi gereken özel unsurlardır.

Bu bahsettiğimiz ürünlerin üretilmesi için bazı kimyasal maddelerin birbirleriyle karıştırılması tepkimeye girmesi gerekmektedir.

Kimyasal reaksiyonlarda sıcaklık ve basınç değerleri kontrol edilmezse, meydana çıkacak gazlar hesaplanmazsa, iş kazası kaçınılmazdır. Bu nedenle kimya sektörü çok tehlikelidir. 2011 yılında kimyacılar sanayi sitesinde bir patlama meydana geldi, İSİG Meclisi ve TMMOB'ye bağlı odalarımızdan arkadaşlarla incelemeye gittik. Normalde ürettikleri ürün dışında başka bir özellikte ürün elde etmeye çalışırken patlama meydana gelmiş. Burada iki işçi hayatını kaybetti. Firma sahibi kimya mühendisi değildi. Eğer kimya mühendisi olsaydı bu ürün için uygun proses seçip, oluşacak reaksiyonda basınç sıcaklık hesapları yapılırdı. Kar hırsının kurbanları ne yazık ki işçiler oluyor.

Bu işyerlerinin denetlenmesi nasıl olmalıdır?

Suat : Kimya sektörü dünyada sanayi anlamında önemli bir sektör fakat Türkiye'de kenara itilmiş gibi görünüyor. Denetlenme bakımından da, yenilenme bakımında da çok kurcalanmayan bir alan. Devlet bilerek bu alanı kurcalamıyor. Çünkü kurcalarsa çok şey çıkacak. Sadece işçi sağlığı konusunda değil, çevresel olarak düşündüğümüzde de, kimya sektöründen çıkan kimyasal atıklar devlet tarafından kontrol altında tutulmalı. Çünkü bu atıklar hem insanlara hem de diğer canlılara tehlike saçıyor.

Örneğin boya sektöründe havalandırmanın iyi yapılması gerekir. Türkiye'de çok az firma işçi sağlığı açısından bu kriterlere uyuyor. Boya sektöründe merdiven altı firmalar çok fazla. Fason üretim dediğimiz bu alanda maddelerin renklendirici pigmentlerini karıştırarak yapılan üretimler var. Bir mühendis arkadaşımız yakın zamanda bir firmaya iş başvurusuna gidiyor ve orada bir işçiyi temizlik için solvent tankının içine soktuklarını görüyor. Solvent dediğimiz şey, bir katıyı ve sıvıyı çözerek çözelti oluşturan bir madde, yani çözücü. İşçi içine girdiği tankta bayılıyor ve işçiyi geri çıkartıp, ayıltıp, tekrar sokuyorlar. Solvent hızlı bir şekilde buharlaşır. İşçi içeride tiner soluyor gibi soluyor, bayılıyor ve ayıltıp tekrar sokuyorlar. Bu adam aşağıda uyuyor, daha doğrusu uyuyarak ölüyor.

İşçi sağlığı ve güvenliği sadece yasalarla olacak bir şey değil, bir kültür oluşmalı. İlkokuldan başlayarak eğitimin içine yerleştirilmeli. Yasları koyanlarda dahi bu kültür yer almıyor. Yasaları zorunluluktan, göstermelik olarak çıkarıyorlar. Kimya sektöründe de baktığımızda 6292 Sayılı Kimyager ve Kimya Mühendisliği Kanunu var. Orada tüm kimya sektöründe sorumlu müdür bulunmak zorunda ibaresi yer alıyor.  Bu dikkate alınmıyor. Kimya sektöründe kimya mühendisi üretimden sorumlu müdür olmalı. Onun haricinde 6331 Sayılı Kanun'da tehlikeli, az tehlikeli ya da çok tehlikeli diye sınırlama yapılmış ama uzmanların alanları belirlenmemiş. Bugün teknik öğretmenden tutun, fizikçi her alanda çalışabilir. Ben kimya mühendisi olarak mesela inşaat alanına denetime gönderilirim ama bu alanı bilmem. Bu sınırlandırmayı yaparken mesleğe göre de sınırlandırma yapılabilir. Kimya sektörünü bilen kimya mühendisleridir. Alanda çalışan arkadaşlarımız bu alanın lisans eğitimini almış olmalı.

Kimya işkolundaki bu tehlikelerin önüne nasıl geçilebilir nasıl tedbirler alınabilir?

Suat: Bir fabrikada tehlikeli bir maddeyle çalışıyorsan önce o tehlikeyi yok edersin. O tehlikeli maddenin yerine farklı bir madde kullanırsın. Onu yapamıyorsan az tehlikeli madde kullanırsın. Onu da yapamıyorsan izole edersin.

Bu tehlikeli madde az tehlikeli madde kullanımı biraz da maliyetle mi alakalı?

Suat: Maliyetli de olabilir ya da özellikle o maddenin kullanılması  gerekebilir.  Fakat en son izole de edemiyorsan alanı kapatırsın. Standartlara uygun bir kapama yöntemi ayarlarsın. Onu da yapamıyorsan havalandırma yaparsın, kişisel koruyucular kullanırsın.  Bütün bunların bir sıralanması olmalı. Çok tehlikeli bir durumda en son kişisel koruyucular gelir. Mesela bir gaz sızması varsa hemen havalandırma yaparsın. Fakat taktığın maskelerde önemli. Gaz çok yoğun gelirse maske de yetmeyebilir.

Murat: Filtre sistemi pahalıdır, havalandırma sistemi pahaldır, mekan yüksek olması gerekir. Bütün bunlar maliyet unsurudur tabi.

Suat: Bir adam maskeyi alıyordur, iki yıl, üç yıl işçiye taktırıyordur. Maske bir yerden sonra etkinliğini kaybeder. Düzenli olarak yenilenmeli. Bu alan kazalara ve hastalıklara çok müsait. Kimya sektörü üzerinde durulsa bugün meslek hastalığına yakalanan 10 kişi çıkıyorsa, bu sayı 1000'i geçer.

Murat: Bir de şöyle bir durum var. Ekonomik büyüme inşaat üzerinden sağlanıyor deniliyor ama inşaat katma değer yaratmıyor. Alıyorsun, satıyorsun bitiyor. Katma değer yaratan birkaç tane sektör var. Son dönem enerji yükseliyor gibi gözüküyor ama asıl katma değer yaratan metal ve kimya sektörü. Bunların ana sanayileri dışında yan sanayileri de var. Örneğin bir fabrikada 1000 kişi çalışıyorsa o fabrikaya üretim yapan dışarıda yirmi bin işçi vardır. Türkiye'nin en büyük dezavantajı şu oldu: Türkiye bir tarım ülkesiymiş, ikinci dünya savaşının ardından Türkiye'ye biçilen misyon Avrupa'ya buğday arpa vs. yollamak olmuş. Ama Türkiye'de 1930'larda başlayan, savaş vs. kesintilere uğrayarak devamında 1960'larda tekrar atağa geçen bir sanayileşme çabası var. Bu sanayileşme de şöyle oluyor: İkinci dünya savaşındaki eski makineleri getirip boyayıp Türkiye'ye veriyorlar. Türkiye'nin ilk sanayileşme deneyimi bu. Türkiye geri bir teknolojiyle sanayileşiyor.  Fakat getirilen teknoloji de 1960'ların değil, 1940'larda kullanılan makineler oluyor. Katma değer ürettiğimiz kimya sektörü de bu anlamda dünya ile rekabet edebilecek düzeyde değil. İş sağlığı meselesi bu sektörler için bu açıdan da düşünülmeli. Bu makineleri yenilemekte elbette büyük bir maliyet unsuru olacaktır.

Kimya sektöründe çalışan işçiler için en çok görülen iş kazaları meslek hastalıkları hangileri?

Suat: Gaz yanıkları, asit yanıkları, sindirim ve solunum yolu, kesik veya yara yoluyla etkilenme, kimyasal maddelerin elle tutulması, kimyasal madde ve malzemelerin tadına bakma isteği en çok rastlanan iş kazaları oluyor. Tabi patlamalar sonucu ölümleri de ekleyebiliriz.

Meslek hastalıklarını ise yoğun gaz maruziyetine bağlı olarak akciğer hastalıkları, kanser, karaciğer ve böbrek bozuklukları, anemi ve deri ile ilgili hastalıklar şeklinde sıralayabiliriz.

Bu alanda meslek hastalıkları üzerine yapılan çalışmaların geçmişi uzun yıllara dayanıyor mu? Yoksa yeni mi duruluyor bu konu üzerine?

Suat: Kimyasal maddelerden meydana gelen meslek hastalıkları verileri incelendiğinde çok geniş bir  grupla karşılaşırız. Bu nedenle kimya sanayi işçi sağlığı ve meslek hastalıkları açısından geçmişte ve bugün olduğu gibi gelecekte de büyük bir problem olarak karşımıza çıkacaktır.

Bu alanda yapılan çalışmaların ilk olarak M.Ö 370 tarihinde Hipokrates tarafından yapıldığını görürüz. Hipokrates ilk kurşunun zararlarından bahsetmiştir.

15 ve 16. yy'da da Agrıcola ve Paracelcus yapılan işle sağlık arasında ilişkiyi ortaya koymuşlardır.

Paracelcus’un “Her şey zehir olabilir. Bu sadece miktar meselesidir” demiştir. Bu cümle ile kimya alanının da maruziyetin, miktar ve sürenin önemine o dönemden dikkat çekilmiştir.

İşçi sağlığına asıl büyük katkı ünlü İtalyan Hekim Ramazzini tarafından yapılmıştır. Ramazzini diğer hekimlere yönelik en önemli tavsiyesi hastalarınızı muayene etmeden önce ne iş yaptıklarını sorun olmuştur. Bu soru karşısında meslek hastalıkları tanısı daha rahat tespit edilebilmektedir. Bu alanda günümüze kadar gelen bir çok örnek çalışma çoğaltılabilir. Bugün ülkemizdeki durum bu alanda yapılacak çalışma işçinin patrona getireceği maliyet olarak görüldüğü için dokunulmamaktadır.

Son olarak ‘iş cinayeti’ kavramını geniş kesimlerce benimsendiğini görüyoruz. İşçi Sağlığı ve İş Güvenliği Meclisi neden iş cinayeti kavramını kullanıyor ve İSİG Meclisi'nin bu alanda  sınırlılıkları ve avantajları nedir?

Murat: 1980' lerden önce de Türkiye'de iş cinayeti kavramı kullanılıyordu. Fakat 1980 darbesi işçi hareketine darbe vurdu, sendikaları kapattı. 1980'lerden sonra belli hareketlenmeler olmaya başladı. Tekrar içi hareketlerinin yükselişe geçmesi ile elbette bu kavram da kullanılmaya başlanacaktı. 2005 yılından sonra ilk başta Yüksel Akkaya iş cinayeti kavramını kullanmaya başladı. Daha sonra çeşitli eylem ve direnişlerle ve nihayetinde İSİG Meclisi ile bu dili pratikte devam ettirdik.

Biz işçi ölümleri yüzde yüz önlenebilir diyoruz. Ancak bu maliyet olarak görüldüğü için önlem alınmıyor. Devlet tarafından denetlenmiyor, devlet sermaye lehine kararlar veriyor. İşçiler örgütsüz ve müdahale edemiyor. İşçiler çok basit nedenlerle hayatlarını kaybediyorlar. Bu nedenlerin ortadan kaldırılabileceğini biliyoruz bu yüzden iş cinayeti diyoruz.

Peki önlemek adına ne yapabiliriz?

“İş cinayetlerine karşı sendikalı ol” kampanyası yapabiliriz, mücadeleni tek başına yapma, sendikanı belirle. Sendikanın içinde de örgütlü ol. İşçinin inisiyatifini göster. Müdahale et, dayanışma içinde ol. Bunun yansıması da şu olur:  Çok fazla işçi direnişi çıkar. Bu tarz kampanyaların yayılması gerekir. Belki Meclis'te iş cinayeti kavramının yanında sendikalı ol dilini de oturtmalıdır. Artık bunu öne çıkartmalı. Toplum artık iş cinayeti olduğunu biliyor ama ne yapacağız diyor. O zaman bunu öne sürebiliriz:
İş cinayetlerine karşı sendikalı ol