• industriAll global
  • industriAll europe
  • Retun See
  • Petrol-İş Kadın Dergisi
Belgesel: Petrol-İş Tarihi

Nilgün Tunçcan Ongan/Evrensel Gazetesi

Sınıf Katliamı

05.01.2015

Yeni Türkiye, 2014 yılının ilk 7 ayında bin yüz işçinin ölümüyle beraber iş cinayetlerinde Avrupa'nın zirvesine oturmuştu, işçi Sağlığı ve iş Güvenliği Meclisi'nin yeni yılın ilk günlerinde açıkladığı rapor ise yıl boyu en az 1886 işçinin iş cinayetlerinde yaşamını yitirdiğini gösteriyor.

Kaybettiğimiz işçiler içinde emeklilik çağında olanlar da var, 6 yaşında çocuklar da. Kadın işçiler de var, mülteciler de. işçi sınıfını her fırsatta bölmeye çalışan kapitalizm, can almak söz konusu olduğunda ise topyekün öldürüyor.

Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanı Yardımcısı Halil Etyemez, Haziran ayındaki Uluslararası Çalışma Konferansında, gerekli önlemler alındığı için Türkiye'nin gündeminde artık çocuk işçiliği gibi bir sorun olmadığını söylemişti. Buna karşılık ortaya çıkan tablo ise çocuk işçiliğinin bir sorun 'olmadığını' değil de, sorun 'edilmediğini' gösteriyor.
Zira açıklanan rapora göre 2014 yılı boyunca en az elli beş çocuk iş cinayetlerinde yaşamını yitirdi. Yani yılın her haftası en az bir çocuğumuzu kaybettik.

ILO'ya göre çocuk işçiliğinin başlıca niteliği; çocukluktan ve eğitim hakkından mahrum bırakması. Bizimkiler ise sade çocukluklarından ya da eğitimden değil yaşam hakkından da mahrum kalıyor.

Ölümlerin, doğrudan AKP iktidarının yürüttüğü sınıf politikalarından kaynaklandığını görebilmek için ise çok derin ekonomik analizler yapmak gerekmiyor. Sadece emek gücü piyasalarının diğer verileriyle birlikte değerlendirmek yeterli. Türkiye emek gücü piyasaları, işçi ölümleri yanında uzun çalışma süreleri ve ucuz işçilik bakımından da Avrupa'nın zirvesinde.

Başbakanlık Kalkınma Ajansının iftiharla altını çizdiği Avrupa'da en düşük reel ücretlere sahip olduğumuz bilgisi, artık küresel danışmanlık şirketleri tarafından da teyit ediliyor. Reel ücretlerdeki düşüşe bağlı olarak, dünyanın en ucuz üreticisi olarak bilinen Çin'in düzeyini yakalamış durumdayız. "Avrupa'nın Çin'i olma hayali" de gerçekleşti anlayacağınız. Ama gurur(!) tablosu bu kadarla da sınırlı değil.

Türkiye, OECD ülkeleri içinde toplu işten çıkarmanın en kolay, sendikalaşma oranlarının ise en düşük olduğu ülke aynı zamanda. Tüm bu koşulların işçinin yaşam hakkını bir "istisna" haline dönüştürdüğünü siyasal irade de fark ettiğinden olsa gerek; işçilerin ölmemesi halinde patronları ödüllendiriyor, iş cinayetleri, bölüşüm politikalarını yeniden belirlemek yerine müftülüğün "takdir- i ilahi" hutbelerine konu ediliyor. Ekonominin gündeminde ise daha fazla esnekleşme var. Taşeron çalıştırma ile iş cinayetleri arasındaki açık ilişkiye rağmen taşeronun değil de, taşeronu sınırlandıran düzenlemelerin kaldırılması gündemde, iş güvencesinin kapsamı kağıt üzerinde bile son derece sınırlıyken hükümetin belirlediği bir diğer hedef ise, işten atmayı daha da kolaylaştırabilmek için, patronu kıdem tazminatı yükümlülüğünden kurtarmak.

Bununla beraber güvencesiz çalıştırmaya doymayan burjuvazi için özel istihdam bürolarının faaliyet alanının genişletilmesi ve ödünç iş ilişkilerinin yasallaştırılması da gündemde. Nitekim 2015 bütçesi de tüm bu hedeflerle uyumlu olarak sermayenin bütçesi niteliğinde.

70 yaşında bir işçinin çalışmak zorunda olmasına mı yoksa bir maden ocağında can vermesine mi daha fazla isyan edilir bilmiyorum. Ya da savaş dolayısıyla ülkesini terk etmek zorunda kalan Suriyeli bir işçinin, ölümle Türkiye'deki çalışma koşulları yüzünden karşılaşmasına mı... Yoksa bir minibüse balık istifi bindirilen işçi kadınların cansız bedenlerinin otoyola saçılmasına mı...

Bu listeyi uzatmak mümkün ve piyasa düzenine müdahale edilmediği sürece işçi sınıfının payına düşenin "ölümlerden ölüm beğenmek" olacağı da çok açık. Nitekim devletin yürüttüğü sınıf siyaseti değişmeksizin alınan göstermelik önlemlerin karşılığı ise biliyoruz ki, binlerce maden işçisinin işsiz kalması.

 
 
Kaynak: Evrensel Gazetesi / Nilgün Tunçcan Ongan