• industriAll global
  • industriAll europe
  • Retun See
  • Petrol-İş Kadın Dergisi
Belgesel: Petrol-İş Tarihi

Korkut Boratav/Sendika.org

“Üst Akıl” dünya ekonomisine bakıyor

23.01.2015

Ocak 2015’te dünya ekonomisi nasıl görünüyor? Bu soruyu yanıtlayan “resmî görüşler” ile başlayalım. Emperyalist sistemin “üst” (hatta “yüce”) akıl odaklarını kastediyorum. Bunlardan biri olan Dünya Bankası, Ocak 2015’te Küresel Ekonomik Görünümler başlıklı bir rapor yayımladı. (“Küresel” lâfını da ne çok seviyorlar!) Ana vurgulamalarını aktarıyorum:

2014’te küresel büyüme, beklentilerin altında (yüzde 2,6’da) kalmıştır. ABD ve Britanya dışında her yerde yavaşlama, durgunlaşma geçerlidir. Finansal krizin izleri, iktisat politikalarında, siyasi ortamda belirsizlikler etkili olmuştur.

2015’i belirleyen öğeler, düşük faiz ve ham madde fiyatları ile dış ticarette durgunluktur. Küresel büyümenin bu yıl yüzde 3’e ulaşması beklenmelidir.

Bu senaryoyu geçersiz kılabilecek riskler vardır: Likiditede, finansal piyasalarda, jeopolitik ortamda ani bozulmalar, ham madde piyasalarında çalkantılar, büyük bir çevre ekonomisinde finansal kriz, Avro Bölgesi ve Japonya’nın uzun süreli bir durgunluğa ve deflasyona saplanması gibi…

İktisat politikalarında yapısal reformlar, “uyumlu” para politikaları ile esnek maliye politikalarının birlikteliği yararlı olacaktır. Kamu maliyesi hem borç yükünde istikrarı sağlamalı, hem de büyümeyi  desteklemelidir.  Yükselen ekonomilerin merkez bankaları da hem düşük enflasyon ile finansal istikrarı, hem de büyümeyi gözetmelidir.

Politika önerileri, ana-akım iktisadının tutucu ve reformist kanatları karşısında “ne şiş yansın, ne kebap” tutumunu yansıtıyor. “Yüce akıl” 120 sayfa boyunca bu türden beylik  görüşleri tekrarladıktan sonra bizlere dört adet “deneme” sunuyor: Maliye politikaları etkili olabilir mi? Düşen petrol fiyatlarının sonuçları. Küresel ticaret niçin cansız? İşçi dövizlerinin etkileri…

Anlaşılan Dünya Bankası (DB), sıradan  kesimleri “deneme” diye adlandırmanın rapora “bilimsellik” sağlayacağını düşünmüş. Buralarda da  “malûmu tekrar” ötesine geçilmediği için “boş heves..” demekle yetinelim.

***

Şimdi de DB’nin söylediklerine değil, söylemediklerine değineceğim ve özellikle Batı ekonomileri üzerinde duracağım. Bu dev uluslararası kuruluşun emperyalist sistemi eleştirel bir perspektifle çözümlemesi elbette beklenmez. Ancak, burjuva  iktisatçıları tarafından dahi tartışılan bir dizi ciddi sorun, DB gündemi içinde yer almamaktadır.

Rapor, bol miktarda büyüme bulgusu sunuyor; özetliyor. Ne var ki yazarlar, klasik iktisadın temel bir savını unutmuşlar veya hiç öğrenmemişler: Bir bölüşüm analiziyle bütünleşmeyen büyüme bulguları açıklayıcı olamaz; yetersiz kalır. Bu nedenle de Rapor’da birçok soru (örneğin aşağıdakiler) yanıtsız kalıyor.

Kapitalizmin merkezinde tarihin en yüksek tempolu parasal genişlemesi niçin milli gelire yansımadı? Niçin enflasyon yaratmadı? ABD’de üretim ve istihdam artışlarına rağmen FED niçin faizleri yukarı çekemiyor?

Bu basit soruların yanıtları dahi, uluslararası krizin öncesinde, içinde ve sonrasında sınıfsal bölüşüm ilişkilerinin, göstergelerinin mercek altına alınmasını gerektiriyor. Bu da Dünya Bankası’nın sevdiği, ilgilendiği bir alan değildir.

Ne gibi göstergeler? Birkaçını sıralayalım: 2008 öncesinin en belirleyici özelliklerinden biri olan emek payındaki aşınma, kriz içinde ve sonrasında daha da derinleşmiştir. ILO’nun 2014-2015 Ücret Raporu’nun 11-12. sayfalarına ve bağlantılı tablolara bakınız: Emperyalist sistemin merkezinde yer alan 36 ülkenin reel ücret ve emek verimi indekslerinin ağırlıklı ortalaması alınıyor. Uluslararası kriz arifesindeki dokuz yıl boyunca bu makas ücretlerin aleyhine açılmıştır. Bu, katma değerde ücret payının düşmesi, brüt kâr  payının artması anlamına gelir. Kapitalizmin krizi bu eğilimi durdurmuş mudur? Tam aksine, 2008-2013 yıllarında da ücretler, verim hareketlerini geriden seyretmiş; böylece kârların emek aleyhine genişlemesi süregelmiştir.

ILO Raporu en büyük sekiz metropol ekonomisinde  1991 sonrasında emek payının milli gelir içindeki seyrini de inceliyor. Uluslararası kriz öncesini kapsayan dönemde istisnasız her ülkede emek payının gerilemiş olduğunu belirliyor. Krizi izleyen yıllara bakıldığında iki istisna (Fransa ve Avustralya) dışında aynı eğilim (örneğin ABD’de hızlanarak) süregelmiştir.

DB Raporu ise, dünya ekonomisindeki ağır-aksak “canlanma”nın, sınıflar-arası bölüşümü daha da bozarak gerçekleşmesini algılayamıyor. Dolayısıyla da bu bileşkenin  sağlıksız özelliklerini, sınırlarını sorgulayamıyor. 200 sayfalık bir raporda “ücretler” teriminin sadece 7 kere (ve hepsinde “yükselen ekonomiler” betimlenirken) geçmesi ilginçtir. Anlaşılan,  DB açısından Batı ekonomileri incelenirken “ücret” kavramına gereksinim yoktur; temel bölüşüm ilişkileri de gündem dışıdır.

Bu ihmal nedeniyle, örneğin FED’in politika faizini artırma kararını niçin ertelediği de algılanamıyor. Çünkü FED, Dünya Bankası’nın aksine ABD’deki ücret hareketlerini yakından izlemekte; emek maliyetlerinin yükselmediğini; bu nedenle enflasyonist sürecin şimdilik gündeme gelmediğini belirlemektedir.

***

Dünya Bankası’nın kapitalizmin merkezinde emek/sermaye karşıtlığına ışık tutacak bir perspektife itibar etmemesi şaşırtıcı olmayabilir.  Peki, uluslararası kriz ortamında ve sonrasında sermayenin içsel gerilimleri?

Bu soruyu yanıtlamak için 2009’dan itibaren Batı iktisat politikalarının niçin mali disiplin ile parasal gevşeme ikilisi tarafından tutsak alındığını tartışmak gerekir. Reddedilen seçenek, devletin borçlanarak mal ve hizmet satın alması demektir. Bu durumda iç talep, dolayısıyla üretim, istihdam yükselir. Malî genişleme dış talebe (ithalata) yansıdığı ölçüde dünya ekonomisi açısından genişletici etki söz konusudur.

Peki, itiraz nereden geliyor? Hızlı istihdam artışlarının işçi sınıfının pazarlık gücünü artırması ile ilgili sınıfsal bir refleks söz konusu olabilir. Ancak, bir de finans kapitalin rantiye tabanının sınıf-içi refleksleri var: Devlet borç senetlerinin sunumu artınca ikinci el piyasalarında tahvil fiyatları aşağı çekilir. Olası  bir enflasyon, anaparaları dolar, avro olarak ihraç edilmiş olan bütün varlıkların (örneğin tahvillerin) reel değerlerini eritir. Servetleri kâğıttan varlıklardan oluşan tüm gruplar, yani finans kapitalin tabanı, bu yüzden malî disiplin tutkunudur. Merkez bankalarının enflasyon hedeflemesi önceliğinin ana nedeni de budur.

2009 sonrasında merkez bankalarının parasal gevşeme uygulamaları ise iki boyuttan oluştu: Bir yandan politika faizlerini (ticarî bankaların örneğin FED’den borçlanma maliyetlerini) hemen hemen sıfıra indirdiler. İkinci olarak da, finansal piyasalardan yüzlerce milyar dolarlık (bir bölümü çürük, batık, ipotekli) borç senedi, bono, tahvil satın aldılar. Tahvil vd sahiplerinin varlıkları değerlendi. Finans kapital bolluk içinde yüzmeye başladı.

Düşük faizin, bol likiditenin üretime yansıması niçin sınırlı kaldı? Emekçilerin reel gelirleri (ücretler) baskı altında oldukça ve malî disiplin devlet harcamalarını frenlediği için toplam talep, dolayısıyla kredi talebi kısıtlı kaldı. Ucuz likidite önce ülke içinde (Batı’da), giderek “sıcak para” olarak Üçüncü Dünya’da  spekülatif alanlara, borsalara, kâğıttan varlıklara taştı.

Metropol dünyasında hisse senedi fiyatları, borsa endeksleri tarihsel rekorlara ulaşırken, mal fiyatlarında deflasyon, reel ekonomilerde “uzun dönemli durgunlaşma”… “Yükselen piyasalar” dünyasında ise, kur savaşları, finansal balonlaşma dalgaları ve her daim gündemde olan bir   korku filmi (sermaye kaçışı) senaryosu…

2015’te dünya ekonomisine bakan bir gezintinin yol haritası bunlardan ve daha önce değindiğim uğraklardan oluşmalıdır. Dünya Bankası’nın temsil ettiği “üst akıl”  hepsini es geçmiş.

Kaynak: Sendika.Org.

 

DUYURU...

GENEL BAŞKANIMIZ SÜLEYMAN AKYÜZ’ÜN FACEBOOK HESABI ÇALINMIŞTIR. GELECEK OLAN MESAJLARA VE PAYLAŞIMLARA LÜTFEN İTİBAR ETMEYİNİZ. ...
devamı