EVDE DE İŞTE DE AYNI İŞİ YAPAN KADINLARIN ÖYKÜSÜ

 

EV İŞİ

 

Ev işleri görünmez işlerdir, bir de bu işi geçinmek için yapıyorsanız, çalışma yaşamında da görünmez olmanız işten bile değil. Sosyolog Sibel Dağ, bu sayıda 23 yıldır ev işçiliği yapan Sabiha Aküzüm ile söyleşi yaptı. Anlattıkları, evlere temizliğe giden kadınların yaşadıklarını, sorunlarını, en önemlisi de hissettiklerini bütün gerçekliğiyle gözler önüne seriyor. Kendisinden dinleyelim.

Söyleşi: Sibel Dağ / Sosyolog

Sabiha AKÜZÜM 1965 Diyarbakır doğumlu, ilkokul mezunu, 23 yıldır ev içi işlerde çalışıyor. 17 yaşında evlenmiş, beş kız bir erkek altı çocuk annesi, üçünü evlendirmiş, dört de torunu var. Büyük kızı bankada çalışıyor, bir kızı memur, oğlu üniversite eğitimini yarım bırakmış babasıyla bir benzinlikte çalışıyor, küçük kızı ise İzmir’de üniversite öğrencisi. 1990 yılında eşiyle köyden İstanbul’a göç etmek zorunda kalan Sabiha Hanımın ailesi Diyarbakır’da kalmış, yaklaşık 20 yıl köy muhtarlığı yapan babası hâlâ orada yaşıyor.

Yıllarını deyim yerindeyse sabun köpüğü gibi bir işe veren 53 yaşındaki Sabiha Hanımdan çalışma hayatının zorluklarını güzelliklerini dinledik, kendi emeğiyle hayatta bir yer edinmenin bir kadın için ne kadar özgürleştirici olduğuna tanık olduk.

Ne iş yapıyorsun diye başlayalım Sabiha Hanım, işini sorduklarında ne diyorsun?

Ev işi yapıyorum diyorum, ev işine gidiyorum.

Nasıl başlamıştın bu işe?

Mecbur kaldım başladım, eşim hastalandı, 1995 yılıydı, Süreyyapaşa hastanesinde yatılı tedavi gördü, çalışmak zorundaydım, kiradayız, para yok pul yok, çocuklar neyle geçinecek… Ablam Bayramoğlu’nda oturuyordu o zaman, dedi burada ev işi yapıyorlar, ilkbahardı, insanlar gelip ev temizliyor yazlıklarda falan, gelir misin dedi temizliğe, ben de gelirim dedim, iş varsa niye gelmeyeyim dedim, ablam bir iki tane iş ayarladı oradan bana, öyle başladı hala devam ediyor, 20 yılı geçti.

Sevdin yani çalışmayı?

Yani sevmedim de, parayı sevdim (gülüyor). Yani ben gayet güzel sabah herkesin yaptığı gibi işe gidip geldiğime çok mutluyum, çalışmasam para kazanamam, o yüzden işim olmadığı zaman üzülüyorum psikolojim bozuluyor, eve para getirmediğim zaman çocuklar sıkıntı çekiyor, sıkıntı olunca tabii insanın huzuru olmuyor.

Çocuklara kim bakıyordu sen işe gidince?

Büyükler kardeşlerine bakıyordu, ilkokuldan sonra okumadı onlar, babası bir ara dükkan açmıştı, orada da vakit geçirdiler, öyle böyle büyüdüler.

Bu işin en zor yanı nedir, bunca yılı düşününce neler geliyor aklına?

İlk yıllar çok ağır işler yaptım, Kayserili bir ailede çalışıyordum o zaman Bayramoğlu’nda. Aynı aileden birkaç eve gidiyordum, akrabaydılar, 15 günde bir sırayla gidiyordum. Çok zorlanıyordum o zaman, şimdiki aklım olsa yapmazdım, duvarları sildiriyorlardı, sonra cam siliyordum, panjurlarıyla içerden dışardan, ondan sonra evi süpürüp siliyordum, sonra bütün evin altı halıfleks döşeli, hepsi silinecek, sonra fayanslar, ne kadar zorlandım o zaman, şimdiki aklım olsa yapmazdım.

Hepsini aynı gün mü yapıyordun, nasıl yetişiyordu?

Hepsini bir günde yapıyordum evet, bazen eve dönerken yatsı okunurdu trende.

Bu işi yapan herkes mi bu şartlardaydı?

Benim çalıştığım çevre öyleydi, iki eltiye gidiyordum, annelerinin evi de vardı, hepsi akrabaydı, her gün farklı yere gidiyordum, o dönem çok yıprandım ve her zaman da 5 lira 10 lira eksik veriyorlardı, yine de gidiyordum çünkü gitmem lazımdı, çaresizdim.

Emeğine saygı gösteriyorlar mıydı?

Çok iyi insanlardı, emeğime saygı vardı ama parayı kısıyorlardı ve çok iş yaptırıyorlardı. Sonuçta benim verdiğim emeğin karşılığını vermiyorlardı, bu beni üzüyordu ama mecburdum, başka iş yoktu, başka kimseyi de tanımıyordum. Sonra Ayten ablayla tanıştım yazlığında, sonra bu tarafa (Caddebostan, Göztepe) geldim.

Nasıl oldu ayrılman?

97’de tanıştım Ayten ablayla, önce annesi Şükran teyzeye baktım, sağdı o zaman, sonra onların tanıdıklarına gitmeye başladım, eltisi, onun bir arkadaşı, artık Bayramoğlu’nu bıraktım. Buraya gelince baktım ki ben neler çekmişin onların elinden. Yıllardır bu çevredeyim çok çok memnunum.

Bu iki çevrenin farkı neydi?

Kültür mü diyeyim, kökten gelme bir şey mi bilemiyorum.

Meslek veya eğitim açısından benziyorlar mı?

Yok onlar ev hanımıydı, buradakiler çalışan insanlar, eğitimliler. Bunlar çalıştığı için biliyor, çalışmanın ne zorlukları var iye, değer veriliyor bize, ama onlar da benim gibi ev hanımıydı, onların parası var, zenginlerdi, kendi yapmıyor bize yaptırıyordu. Çalışmayan değer bilmiyor.

Paranın değerini mi?

Hayır, insanın değerini. Çalışan insan mesela çalışanın değerini biliyor, emeğinin karşılığını biliyor, karşılığını veriyor ama çalışmayan (ev kadını) öyle değil, evde oturuyor emrediyor şunu yap bunu yap, çalışmıyor ki bilsin.

Başından geçen olumsuz bir olay var mı hiç?

Yok. Benim çalıştığım insanlar iyiydi, ahlaklıydı, kimseden kötülük görmedim, hepsi de çok düzgündü, Kayserili ailenin bile tek kusuru parayı az verip çok çalıştırmasıydı.

İşverenlerin çalışanlarına kaba davrandığı oluyor hitap ederken mesela…

Bir kez birisi arkadaşına telefonda ‘temizlikçi var evde gelemem’ demişti, çok zoruma gitmişti. Temizlikçi… Ama bu aileye geldim geleli hiç böyle bir şey yaşamadım. Yüzlerce insanın evinde çalışmışım ama şimdiki çalıştığım ev gibisi yok.

Yıllar içinde başka ne gibi değişiklikler oldu yaptığın işte?

Çok yorulmamak. Sonuçta iş aynı iş ama orada bu işlerin iki katını yapıyordum, artık hiç duvar sildirme, halı sildirme yok.

Şimdi şu işi yaparım-yapamam gibi şartların var mı?

Hayır asla demem, bu ağır yapamam derim, o da isterse alır istemezse almaz..

Eski dönemlerle şimdilerin temizlik anlayışı farklı mı sence?

Eskiden her sefer camlar, panjur, halıfleks, fayanslar, küvet, çifter tuvalet var, yerler süpürüp silinecek, tozlar alınacak, her şey… Onun dışlında duvar sildirme, en zor şey, çok zorlanıyordum duvar silerken.

Yöntemler de değişiyor artık, kolaylaştıran şeyler vardır belki deterjanlar filan…

Değişiyor tabii, bezler bile değişiyor. Mesela bazı yerlerde gidiyordun ille de dizinin üstünde sil! Şimdi yapmasam rahat edemiyorum çünkü alışmışım, şimdi viledayla başka türlü yapsam beyin öyle uyarı veriyor sanki bana, hala öyle yapmaya alışığım.

Talepler de değişiyor yani?

Tabii, bazı yerlerde camları iki su üç su değiştir diyor, oysa ben biliyorum temiz mi değil mi. Bazıları beğenmiyor, halıları sil, bir daha durula, bir daha sil, vakit yetmiyordu diğer işlere. Bunu isterlerse gitmem şimdi, o zorluğa katlanamam artık, 50 yaşına geldim. Ayten abla mesela bir gün olsun bir şey demedi, evde bile olmuyor, ben zaten kendi evim gibi yapıyorum işimi.

Kendi evinin işlerini nasıl yetiştiriyorsun?

Evde olduğum gün yapıyorum, temizliği, yemeği. Şimdi haftada 3 gün çalışıyorum, eskiden 5 gün çalışıyordum, bazen iki işe gittiğim oluyordu bir gün içinde.

İzinli olsan da her gün aynı işi yapıyorsun sonuçta, hiç sıkılmadın mı?

Yok, işimi keyifle yapıyorum.

Sürekli başa saran bir iş...

Evet, orası öyle, işi bitirince arkamı dönüyorum pırıl pırıl, çok seviniyorum, bir gün sonra o güzellikten eser kalmıyor, nankör bir iş. Ekin ekiyorsun, biçiyorsun mesela bitti diyorsun, burada öyle bir şey yok, moral bozuyor tabii, bir sonu yok, başarı yok.

Başlama gücünü nereden buluyorsun her seferinde?

İşte o hırsla yapıyorum, bitince nefes alıyorum, tertemiz, yine temiz olsun diye. Bazen çok yoruluyorum kendi evimde hiçbir işe el atmıyorum, sinirleniyorum, öyle kalıyor. Bazen keyif veriyor, takdir edildiğimde çok seviniyorum, yaptığın işten memnun kalındığı zaman yorgunluk unutuluyor.

Şansın olsa başka iş düşünür müydün?

Düşünürüm, mesela bir kurumda çalışsaydım şimdi emekli olurdum diyorum, emekli olsam şimdi evimde otururdum, o kadar zordur ki artık benim için, ama gitmem (çalışmam) lazım.

Hiçbir girişimin olmadı mı temizlik şirketi veya fabrikada iş bulmak için?

Bilmiyordum, aklıma gelmedi, kimse de söylemedi ama aslında şu da var, çocuklar ufaktı, icabında bir gün gider bir gün gitmezdim işe, fabrikada olsam haftanın 5 günü mecbur gidiyorsun, çoluğu çocuğu evi barkı her şeyi bırakıyorsun, bu da benim işime gelmez, o zaman bir yere bağlı çalışsan istediğin zaman izin yapamazsın.

Eşin hasta diye mecburen başlamışsın işe ama pişman değilsin?

Pişmanım da değilim de. İyi ki çalıştım çocuklarımı okuttum, en mutlu olduğum şey kendi kazandığım paradır, bir başkasından para istemek çok zor, istemek istemiyorum çünkü çok utanıyorum, kendim kazanırım daha iyi. Mesela eşim maaş alıyor bana veriyor sonra da hesap soruyor, bunun tartışması oluyor bazen eşimle aramızda.

Senin gelirinle ilgili tartışma olmuyor mu?

Asla. Kendi paramın hesabını hiç sormadı eşim, bunun için çok mutluyum, o benim param, istediğim yere harcadım. Mesela öğrenci olan kızım bazen diyor para yetmedi, kızıma diyorum babana değil bana söyle, kendi param ister çocuğuma yollarım ister başka bir şeye harcarım.

Eşin kazancını sorun etmedi yani?

Hiç etmedi asla, eşim saygılıdır, mutfakta da bana yardım eder ama çalışmasam oturup yemek bekler. Şimdi birlikte çalıştık kazandık ev aldık, 2002’de birikimimizle Kaynarca’dan ev aldık.

Tapu kimin adına?

Tapu benim üstüme.

Çocukların yaptığın işten memnun mu?

Memnun değiller, diyorlar anne artık çalışma, artık yeter diyorlar ama yeter demekle olmuyor çünkü ihtiyaç var, herkesin kendine göre işleri var, biri okuyor mesela, öbürü daha bekar.

Hep çocukların geleceğine mi yatırım yapıyorsun?

Evet, kendimle ilgili asla bir şey yapmamışım şimdiye kadar. Kendim hiç aklıma gelmemişim.

Çocuklar bu fedakarlığının farkında mı, çabanın karşılığını alıyor musun?

Daha küçükler, daha bana ihtiyaçları var, bir karşılık veremezler ama bana saygıları, sevgileri mükemmel.

Ailen çalışmana nasıl yaklaşıyordu?

Babam hala istemiyor ben çalışayım, kızım kocan ne kadar para getirdiyse idare et, çalışma diyor. Babam 90 yaşına geliyor ama gençken de diyordu kızım sen çalışma.

Neden, bu işi yakıştırmıyor gibi bir şey mi?

Öyle bir şey değil, gurur değil, sadece çocuklarını perişan etme mağdur olmasınlar diyordu. Çalışmanın ayıbı yok, namusunla çalıştıktan sonra hangi işi yaparsan yap diyordu, babam da annem de hiç karışmadılar bana, babam çocuklar için diyordu, işin iyi değil yapma demedi, demez de. Babam çok zeki bir insandır. Hiç okuma yazması yokken askere gitmiş, sadece ilk mektubu arkadaşı yazmış, bir ay sonra kendisi yazmış göndermiş, okuma-yazmayı hemen öğrenmiş, çok zekiydi.

Kendi emeğinle kazanıp ev aldın, belki çevrendeki insanlara göre daha özenilecek bir yerdesin.

Evet çünkü hep benim emeğim, eşim de hep çalıştı tabii ama benim katkım çok, birikim yaptım eve koydum, çok çalıştım, ben çalışmasam yapamazdık bunları çünkü eşim asgari ücretle çalışıyor, bu parayla ev mi alırsın ne yaparsın, ama ev işinden iyi para getiriyorsun.

Yaptığın işe toplumda değer veriliyor mu sence? Bence veriliyor.

Bir evde yemek yapan, temizliği yapan birinin olması çok kıymetli aslında, anne gibi.

Evet, ben de öyle görüyorum.

Çok farklı ortamlara girip çıkmış oldun, farklı evlere, farklı düzenlere tanık oldun, nasıl etkiledi seni bu?

Çok değişik insanlarla tanıştım, çok da garibime gitti ama Allah herkese farklı bir karakter vermiş. Mesela biri vardı, öğlene kadar yatıyordu, ‘evde temizlikçi var’ diyen kadın, ben altı buçuk yedide gidiyordum, kahvaltısız gidiyorum, öğlen oluyor açlıktan elim ayağım titriyordu, iki-üç kez gittim sonra bıraktım. Öğlene kadar aç susuz nasıl çalışırım, acıkıyordum o da kalkmıyordu, bana kendin hazırla ye dese tamam, onu da demiyor, sonra bıraktım, o garip gelmişti bana.

İşi bırakmana tepkisi ne oldu?

Sonra beni çok istedi ama gitmedim.

Ev işine gidenler de hep aynı karakterde olmasa gerek, bir hata yaptığını düşündüğün oldu mu hiç?

Yok olmadı ama hata olduğu zaman benden olmasa da benden bildiler ama anlattığım zaman da anlamadılar, anlamak istemediler, suçlu ben görüldüm çok üzüldüm, çok ağladım. Bir kez kıyafet konusunda oldu, Amerika’ya gidecekti kadın, bu kazağı makinaya atmazsın dedi, çocuklar kirliye atar, elde yıkanacak dedi, ben tamam dedim, haftada bir gidiyordum, sonraki hafta gittim ki kazak makinede yıkanmış, küçülmüş. Kadın Amerika’dan gelince bana bir bağırdı, bir çağırdı yani sanki kıyamet kopmuş kazak küçüldü diye. Çok üzüldüm o zaman, çok ağladım. Yani anlatmaya çalışıyorum, anlatıyorum da ama izin vermiyor, bir söyleniyor, bir bağırıyor, yani hayatımda böyle bir şey görmedim, 30 yaşlarındaydım, çok üzüldüm o olaya ki hiç suçum yoktu.

Devam ettin mi orada çalışmaya?

Bıraktım, olayın hemen üstüne olmasa da başka bir bahaneyle. Çok geldi peşimden, hâlâ da peşimde desem inan, ama gitmedim.

Bir yerden sonra sen de patronlarını seçtin yani, hep patron seçer ya işçiyi…

Evet öyle (gülüyor), yani ben öyle şeylerde bir gönlüm kırıldığında, kolay kolay kimseye kırılmam ama kırıldığım zaman da o gönlüm bir türlü hoş olmuyor, nasıl anlatayım, o insana baktım mı hep o olay geliyor aklıma, böyle gözümün önüne geliyor, hiç unutmuyorum orada duruyor nedense, ben unutmak istiyorum ama unutmuyorum, ne yapayım elimde değil.

Emeklilik planın var mı?

Hani nerede emekliliğim yok ki, çalıştım çalıştım ama boş, gerçi karşılığını aldım ama bir gelecek yok. Oğlum geçen gün dedi ki anne işyerine bir abla aldık yemek yapması için, keşke sen gelseydin ama belki seni yaşından dolayı almazlardı, ama istiyorum öyle daha hafif bir iş olsun.

Çalışmaktan vazgeçmiyorsun yani?

Asla. Diyarbakır’a gitmek istiyorum ama çocukları, torunları bırakıp gitmek istemiyorum, yoksa artık yoruldum diyorum gideyim ama bırakamıyorum.

Neden?

Alışmışım, evde olunca psikolojim bozuluyor, burada geliyorsun bir şeyle uğraşıyorsun, oyalanıyorsun. Elim ayağım tuttukça çalışırım.

İleride işi bıraktığında ne yapmak istiyorsun?

Aslında işi bıraksam köye gideceğim inek alacağım, inek bakacağım, tavuk bakacağım, büyük bir arazimiz var, orada bir ev yapacağım, yani kalan ömrüm varsa, en son aklımda hep o var, öyle bir yerde biraz yaşayıp öyle ölmek istiyorum, çünkü içimde kalmış, yaşamadım, köyü seviyorum, köy hayatını çok seviyorum, hayvanları çok seviyorum hele tavuklara bayılıyorum, yaşamadım hiç, içimde kaldı, yarım bir şey, ölmeden bir köy hayatı yaşamak isterim, hayvanlarla haşır neşir.

 

(Kaynak: Petrol-İş Kadın Dergisi, Sayı 58, Mayıs 2018)