Hayatın zorluklarına çalışarak direnen Tekel'den emekli Nezaket Teyze:

 

"DAHA DA ANLATSAM ROMAN OLUR"

 

Nezaket Teyze, yaklaşık seksen yaşında, çok dinç, her işini kendisi yapıyor, kimseye yük olmamak için uğraşıyor. Üsküdar'ın Selimiye semtinde yaşıyor, mahallenin eski sakinlerinden. Samsun'dan İstanbul'a geldiği 1959'dan beri bu bölgeden ayrılmamış. Gelir gelmez çalışmaya başlamış, Üsküdar Şemsipaşa'da şimdi yerinde yeller esen beş katlı Tekel tütün deposunda tam 21 yıl çalışmış. Evli olmasına rağmen hayatı, çocukların bakımını, ev işlerini tek başına yüklenmiş. Anlatacağı o kadar çok şeyi var ki, biz burada sadece bir bölümünü paylaştık. Ama kendi deyimiyle, anlatmaya devam etse gerçekten roman olur.

Söyleşi̇: Selgin Zirhli Kaplan

Nezaket Teyze, otuzlu yılların sonunda Samsun-Çarşamba'da, Şeyh Habil köyünde dünyaya gelmiş. Dört çocuklu bir ailenin üçüncü çocuğu. Babası çiftçiymiş, ailece tarımla uğraşıyorlarmış, mısır, süpürgeotu, sebze vs. ekiyorlarmış. "Kendimi bildim bileli çalışıyorum" diyor Nezaket Teyze. Okul da yokmuş, "istesem de okuyamazdım" diyor. 15 yaşına girdiğinde istemediği halde evlendirmişler.. Abisi, sevdiği kızı kaçırınca bedelini o ödemiş. Hayat hep zorluklarla çıkmış karşısına. Dört çocuğu olmuş, hem çalışmış hem çocuk büyütmüş, eşinden destek görmemiş. "Çalışarak ayakta kaldım" diyor. Daha da anlatsa romana dönüşebilecek hayat hikayesini bir de kendisinden dinleyelim.

 

Nerede doğdun, kaç yaşındasın? Kaç yaşında evlendin?

15 yaşında evlendim. Samsun Çarşamba'da doğdum. Yaşım sekseni geçti. Evlendim, abim görümcemi kaçırdı, sevmişler kaçmışlar. Onu kaçırınca beni de o taraf oğluna aldı.

Eskiden köyde ağaların hükmü geçerdi. Zavallı babamın da geçmiyordu. Ağa demiş ki, "senin de bekár oğlun var, sen de onların kızını al." Ablamın düğünü yeni olmuştu. Ablam evlendi, ablamdan sonra abim var, sıra daha bana gelecek... Sıra gelmeden, ne çeyizim var, ne hazırlığım, beni apar topar kavga niza götürdüler. Adam beni tanımıyor, ben de adamı. Sevgi neymiş.

 

Fikrini soran olmadı mı hiç?

Yok babam vermiyor, kardeşim kız kaçırdı ama o da vermiyor, hele dayım, hep karşı çıkıyor, kimse vermiyor ama köyün ağası veriyor. Ağa dedin mi akan sular dururdu.

 

Hangi köydü?

Şeyh Habil köyü. Eski bir camimiz vardı orada. Eskiden şeyhler oturmuşlar orada, ahşaptan.

 

15 yaşında evlendirildin yani...

15 yaşında gittik işte, niza kavga... Sonra köye jandarma geldi, yasakmış, ertesi gün çarşıya gittik, ben çarşı pazar bilmezdim, çocuktum, araba da yoktu nasıl gidelim. Bakkal yok, telefon hiç yok, elli altmış sene öncesinden söz ediyorum.

 

Evlendirildikten sonra mı jandarma geliyor?

Şikayet etmişler, köyde biri, sonra öğrendik onu. Köyde biri gitmiş şikayet etmiş.

 

Keşke önce şikayet etselermiş..

Önceden etseydi, belki vermezlerdi. Sonra, babamı, kaynatamı, benim adamı, beni aldılar götürdüler. Girdik bir odaya. Karakol muymuş neymiş. Soruyorlar bana, ben hiç ses etmiyorum, konuşmuyorum. Bir şey bilmiyorum ki konuşayım. Kim verdi, kim etti... "Kızım rızan var mı?" diyorlar ses etmiyorum, babamı çağırdılar, kaynatamı çağırdılar, "hepiniz suçlusunuz" dediler.

Bizi çıkarttılar, sokakta bir resim çekildik. "Nikâh yapın" diyorlar, yoksa benim adam hapiste olacak. Babamgil de ceza alacaklar. Ben de hiç konuşmuyorum, yazık babam ceza alacak. "Ben gitmeyeyim, istemiyorum" diyemiyorsun. Başa gelmiş bir kere. O şekilde evlendik. Ne koca sevgisi bilirim, ne de sevmişimdir. İstemiyorsun, ama zoraki duruyorsun.

 

Bu düşünceni kocanla paylaştın mı?

Başta söylemedim. Sonra mecbur çoluğun oldu çocuğun oldu. Sevmesek de katlandık. Hiç sevemedim, koca yerine de koyamadım. Ama çocuklarım var, yine de bu hayatı dimdik ayakta götürüyorum. Kavga ettiğimizde hep söylerdim, "ben seni değil, çocuklarımı seviyorum, onları biliyorum" derdim. Ona rağmen beni hoş tutsaydı, her kötülüğü de yaptı.

 

Şiddet gördün mü hiç?

Yok öyle fazla dayak atamadı. Bir kere yaptı karakolluk olduk, bir daha da yapamadı.

 

Ne zaman oldu bu olay?

Buraya gelmiştim, iki çocuğum vardı. On yedi yaşında anne olduğuma göre yirmili yaşlardaydım. Anne olduğumda o askere gitti, bir çocuğum vardı. Nur içinde yatsınlar kaynanam kaynatam çok iyiydi, onlardan hiç sıkıntı görmedim. Benim adam nasıl anlatayım rahmet olsun, ekmeğini yedim, çok huysuzdu, gelmezdi eve. Gece de gelmezdi, nereleri gezerdi köylük yerde bilmiyorum.

Evini bilmezdi, gelip yatardı, sabah da kalkıp giderdi. Babası anası da memnun değildi. Nereye gittiğini söylemezdi kimseye. Ben sorsam cevap vermezdi, karışamazdın. Askere gitti geldi. Askerden dönünce İstanbul'a gitti. Ben de çocuklarla yalnız kaldım köyde. Kaynanam kaynatam var. Evde eltim var eltimin üç çocuğu var...

 

Hep birlikte aynı evde yaşıyorsunuz yani... Kendi eviniz yok...

Köyde nerde herkesin evi olacak. Herkeste bir oda vardı, bir oda eltimde bir oda bende, kaynanamla kaynatam da 'ocak' denilen yerde yatardı. O odada hem pişirilir hem yenirdi. İki tane de kayınım vardı bekâr. Onlar da girişte yatardı. Ahşap bir evdi, ev demeye bin şahit isterdi, nereye basarsan bir tahta çökerdi.

 

Evlenmeseydin ne yapacaktın, sevdiğinle evlenebilir miydin?

Köy yerde okul yoktu, yine mecbur evlenecektim. Ama hiç aklımda yoktu, 15 yaşında çocuktum, biz köyde tarlalarda çalışırdık. Tarlada kaz, tavuk peşinde koşardık. Küçük çocuktuk ama avare de gezmezdik.

 

Kaç kardeştiniz?

Büyük bir ablam vardı, bir de abim, rahmetli oldu, arada annem iki çocuk doğurmuş ama ölmüşler, sonra ben gelmişim. Benden sonra da erkek kardeşim oldu, o köyde. Abim öldü, ablam ve ben bir de küçük erkek kardeşim var.

 

Baban ne iş yapıyordu?

Babam çiftçiydi, kendi tarlamız vardı, mısır ekiyorduk, süpürgelik, fasülye, patlıcan... Ne sebze yetişirse onu ekerdik. Kaynatamın da tarlası vardı. Tohum işi, kazı işi oluyordu, ineğimiz vardı. Kendimiz yapıyor kendimiz yiyorduk. Hazır alma yoktu, çarşıya gidilirse bir tek tuz ve zeytinyağı alınırdı. Gerisini tarlamızdan yerdik. İneğimizi babaannem sağardı, kümesten yumurtalarımızı alırdık, sütümüzü yağımızı kendimiz yapardık. Çocuktuk, herkes tarlada bir iş peşinde koşardı.

 

Başlık parası var mıydı köyde?

Bizde yoktu, ben hiç duymadım öyle bir şey.

 

Ama zorla evlendirme vardı?

Tabii, vardı. Sen ister iste, ister isteme, eğer gözleri tutarsa seni verirlerdi. Ama şimdi yok, o zaman vardı. Şimdi herkes istediğiyle evleniyor, hele bu zıkkımlar çıkalı (cep telefonlarını kastediyor) hiç kimse kimseyi dinlemiyor. Ne çektiysek biz çektik.

 

Ablan da mı istemediğiyle evlendirildi?

Yok, o sevdiğine gitti. Hâlâ da mutlular. Köyde eniştemle ablam, her sene kaplıcalara giderler.

Seni evlendirdiklerinde ablan hiç destek oldu mu?

Ablam iki aylık evliydi, ona çeyiz yapıyorduk, çember yapıyorduk. Benim bu iş aniden oldu. Çeyizi de yarım kaldı.

 

Kaçırma olayı nasıl oldu?

Abimle sevdiği görüşüyormuş biz bilmiyorduk, ikisi gizli gizli görüşüyormuş. Az çok duyuluyordu ama, hiç böyle bir şey yapacakları aklımıza gelmiyordu. Annesine demiş ki "ben bahçeye lahana toplamaya gideceğim", abim de gitmiş. Dürsiye'ydi adı görümcemin, "Dürsiye kaçmış" dediler, rahmetli. Köy çalkalandı. Annesinin tek kızıydı, beş oğlu vardı. Kaynanam ağlıyormuş, millet anlatıyor. Küçük yerde dedikodu çok olur zaten. Sonra baktım kabak benim başıma patladı. Abim de çok üzüldü, "öyle olacağını bilseydim yapmazdım" dedi.

 

Peki neden kaçırmış, isteseydi vermezler miydi?

Verirlerdi belki, bilmiyorum. Onu başkası istiyormuş o zaman, "Beni başkasına verecekler" demiş. Abim de düşünmeden harekete geçmiş. Bir adam varmış, karısıyla geçinememiş boşanmış, ona istiyorlarmış. Köy yerinde duyuldu bu da. Adı Memet idi. O zaman telefon da yok, nasıl anlaştılar, nasıl buluştular orasını kimse bilmiyor. Epey ara vardı evlerimiz arasında. Bahçeye gidiyor, abime nasıl haber iletti bilmiyorum. Belki bir çocuk ya da aracı yolladı. Bahçeye lahana toplamaya gidiyorum diye çıkıyor, oradan abimle buluşup gitmişler. Köylük yerde bunu nasıl becerdiler anlamadım.

 

Senin evlenmene sebep oldukları için hiç üzülmüşler mi peki?

Abim çok üzüldü. Benim adamın huyunu da öğrenince daha da üzüldü ama bir şey diyemedi, karısı var ortada. Görümcemle bir kere daha görüştüm sonra da görüşmedim, Fikirtepe'de ev yapmıştık, yanımıza aldık onları.

 

İstanbul'a nasıl geldiniz?

Kocam askerden gelince İstanbul'da işe girdi. Bir buçuk yıl çalıştı. Sonra bir gün izin alıp köye geldi. Oğlumun biri üç, biri bir buçuk yaşındaydı. O zaman telefon yok, mektup yok, gelen giden olursa ondan haber alıyorsun bir tek. Kayınımın düğünü için gelmişti, onu evlendireceğiz. Aşçılar tutuldu, dövmelikler dövüldü, hayvanlar kesildi. Eskiden bir hafta önceden aşçı tutulurdu, şimdi hazır yemek geliyor. Baklavalar açılırdı, davetiye diye bir şey yoktu o zaman. Gelecek olanlara bir tepsi baklava giderdi.

Fakir de olsak, kız tarafı zengindi, her bir şey istediler. Bize gelince bir şey görmedik. Benim adama da düğüne gelsin diye haber ettiler, onun için geldi. Beni götüreceğinden haberim yok, hiçbir hazırlığım da yok. Düğünden sonra dönecek sanıyorum. İstanbul'dan gelince herkes paralı sanıyor. Dalıyorlar ona, parası var mı yok mu bilmiyorlar. Çarşamba oldu, çarşıya gittiler. Biz evdeyiz, düğün için hizmet ediyoruz. Eve gelince, "anne, beni aradılar İstanbul'dan, geri döneceğim", "niye oğlum", "anne elin işi, istersen gitme". Karar verdi beni de götürecek. Bir Dursun amcamız vardı, o demiş, "Karını da götüreceksen, düğünü bekleme, düğünde herkes senden para isteyecek, afedersin donunu bile alırlar. O zaman çocuğunu götürmeyi bırak, kendin bile gidemezsin" demiş amcam, çok akıllı bir adamdı, Allah rahmet eylesin. Benim haberim yok tabii bundan, bana anlatmıyor. "Anne ben hanımı da alıp götüreceğim, düğünü de beklemeyeceğim" diyor. Halbuki gideceksen sen git, iki üç ay sonra da ben geleyim. Onu bile diyemedim, büyüklerin sözü geçer ya hep, kocanın sözü geçer, bizim konuşma hakkımız yoktu. Eyvah dedim, ne üstümüzde var ne başımızda var. Gideceğiz, hiçbir şeyimiz yok. "Anne, ev tuttum, evim hazır" diyor, "dayalı döşeli" diyor, "herşeyim var" diyor, ben de inanıyorum ne yapayım.

Bindik köyden kağnıya* arabasına, bir kötü yatağımız var, evlenince kötü yatak aldılar bize, beş sene yattık içinde, zaten hırdavatı çıktı. Çoluk çocuk girdik içine, ayrı yatak yok. Onu koyduk, ama yatağı saracak bir şeyimiz yok. Ablama gittim, benden önce evlendiği için birşeyleri vardı. Ablamdan bir kilim parçası aldık yatağımızı yorganımızı sardık. Çocuklarımızla beraber arabaya oturduk, kağnıyla çarşıya kadar geldik. Çarşıdan sonra biletimiz alındı, İstanbul'a geldik, ama Ankara'ya kadar geldik, aktarmalıydı eskiden. Şimdiki belediye otobüsleri çok daha iyi durumda. Mide bulantısından öldüm. Çocuklara bile bakamıyorum. Gele gele ne ev var ne köy var. Amcamın oğlu bizden evvel gelmişti İstanbul'a, karısıyla Zeynep Kamil'de çalışıyordu. Aşağıda otobüsten indik, at arabasına bindik. Eskiden at arabaları vardı, Üsküdar meydanda. Tunusbağı'na amcamın oğlunun evine götürdü. Evimiz var var dedi ya...

Sabah erkenden dayandık amcamın oğluna. Açtı kapıyı şaşırdı. Allah rahmet eylesin öldü kendi de karısı da. Fehmi'yle Ramise'ydi. O evde kalmaya başladık çocuklarımla, adam yok. Bir göz oda. Onlar sabah işe gidiyorlar, ben çocuklarımla kalıyorum. Akşam geliyorlar, yatıyoruz iç içe. Benim adam hastanede yatıyor, bizi oraya attı.

 

Nerede çalışıyordu, ne iş yapıyordu?

Numune hastanesinde çalışıyordu Laborant olarak. Eskiden bilgisayar yoktu tahlilleri bakarak yapıyorlardı.

 

Ne kadar kaldınız amcaoğlunda?

Benim adam "ben ev arıyorum, size ev bulacağım, alacağım" diyordu. Akşam azıcık uğruyordu, gidiyordu hastaneye yatmaya. 12 gün sonra Harem yolunun başında bir ev buldu. Bir tek oda, çağırdık bir at arabası, tıngır tıngır gittik. Yavaş yavaş eşya alacağız, para yok. Allah rahmet eylesin, dayımla hanımı da vardı. O da gece çalışıyordu. Gündüz benim çocuklara baktı, ben altı ay sonra onun sayesinde işe girdim.

 

Şimdi onu soracaktım, işe girdiğinde çocuklara kim baktı diye?

Burada bir oda tuttu. Üst katta bir huysuz kadın vardı, bizi hor gördü. Sokağa salmıyordum çocukları, bir şey bilmiyordum ki salayım, evin altı taşlıktı, üstünde biz oturuyorduk, üstümüzde de o kadın. Taşlığa salıyordum, çocuk bu, inmek istiyordu. Onun da üç çocuğu vardı. Benim biri küçüktü, büyüğü salıyordum. Orada altı ay durdum ama anamdan emdiğim burnumdan geldi. O kadar huysuzdu, çocukları bile benimkileri hırpalıyordu.

Ne yapayım ben, yeni gelmişim, hiçbir şey bilmiyorum. O kadar zordu ki. Bir gün dayımın hanımı geldi. Dayım hastanede laborant, hanımı da gece doğumhanede yardımcı olarak çalışıyordu.

Artık ben ne kadar üzülüp ağladıysam, "sen iyi değilsin" dedi bana. Dedim ki çocukları rahatsız ediyor, aşağıya inmek istiyorlar taşlıkta oynasınlar diye öbür çocuklar rahat bırakmıyorlar, "sümüklü" "boklu" diyorlar. Başka da hiç duymadığım tuhaf laflar söylüyorlar. Dayımın hanımı dedi ki "ben konuşurum" gitti "kol açacağına böyle yapıyorsun" diye. O gitti, arkasından bağırmaya başladı "beni şikayet mi ettin" diye. Adam geldi eve ona söyledim, umurunda değil. Kadının kocası da oduncuydu. Oduncunun karısı beni hor görüyordu.

Altı ay orada oturduk, sonra "ben işe gireceğim" dedim adama. Sonra duydum ki Tekel varmış burada, Tekel'de çalışanlar vardı, dayımın hanımı söylemişti sanırım. Komşumuz vardı Naciye hanım, onun kocası da ayakkabı boyacısıydı, vururdu sırtına boyaları gezerdi, Temel enişte. İş için karşıya beni o götürdü. Kağıthane'deydi, İş Bulma Kurumu'na. Okuryazarlık aramıyorlardı. Hemen iş buldular elimize bir kağıt verdiler, Üsküdar Tekel'e geldik. Dayımın hanımı gece çalıştı, gündüz gelip benim evimde yattı, onun sayesinde çalışabildim. Altı ay sonra bu evden çıktık. Aşağıda büyük bir köşk vardı, köyden eltimin anası beş çocukla geldi İstanbul'a. Bir odada o oturdu, bir odada ben oturdum, onun da çocukları vardı. Köşkün koca bir bahçesi vardı. Bu sefer işe de gittiysek, onun çocukları, benim çocuklarım dövüş kavga yoktu, başlıyorlardı oyun oynamaya. Buzdolabı filan yoktu, akşam pişiriyorsun, tepsiye koyuyorsun orta yere. Yediklerini yiyorlardı, yemediklerini döküyorlardı. Öyle işe gittik, çocuklar birbirlerine bakıyordu. Üç hane bir üst katta oturuyorduk, işe gitmeyenlere de göz kulak olun diyorduk. Bir Hatice hanım vardı rahmetli, bunlara sen sahip çık diyorduk. Bir kapı onun odası, bir kapı benim, bir kapı diğerinin. Kapılarımız açıktı, kilitli kapı olmazdı. Öyle öyle çocuklarımız büyüdü.

 

İşyerinden söz eder misin biraz, hangi Tekel'de çalışıyordun?

Şemsipaşa tarafındaydı bizim Tekel. Şemsipaşa Tekel tütün deposu. Kuşkonmaz camii var ya şimdi Şemsipaşa camii de diyorlar. Tekel hemen onun yanındaydı, şu anda otobüsler kalkıyor orada, bina yok artık. Tekel berideydi, ben emekli olduktan sonra yıkıldı orası, çoğu Cevizli'ye gitti.

Sabah yedide evden çıkıyordum çünkü yedi buçukta kapılar kapanırdı. Sabahleyin çoluğun çocuğun yemeğini hazırlayacaksın, okula gidenleri giydirip yollayacaksın, altıda kalkıyordum. Yemeğimi yer çayımı içerdim. Benim adam benden önce giderdi. Aslında geç gidebilir, ama erken gidiyordu. Halbuki hastaneye sekizden dokuzdan önce hasta gelmezdi. Evde dur, beni yolcu et... Yok o benden önce giderdi...

 

Ne iş yapıyordun tam olarak?

Tütün geliyordu balyalarla, tezgâha koyuyorduk. Dört beş tane de kutu konurdu, o tütünleri yediye sekize ayırıyorduk. Çürüğü var, iyisi var, kötüsü var. Eksperler gezerdi sırayla, nasıl ayırmışsın diye kontrol eder, "bunlar iyi tamam doğru", değilse "böyle olmayacak" diye uyarırlardı. Kasa kasaydı, kasalara ayırıyorduk. O kocaman balya o gün bitecek diyorlardı. Bitirmezsen usta bas bas bağırıyordu. Bazı günler iki tane bitireceksin diyorlardı.

 

Kaç kişi çalışıyordu?

Çok kişi vardı, beş katlıydı orası. Bir salonda hemen hemen iki yüz kişi oluyordu, beşle çarp. Bir masada iki kişi oluyordu karşılıklı, şöyle küçük bir masaydı. Tütün balyasını yanına koyuyorsun masanın, sen de oturuyorsun, kasalar da sırada. O iki kişiden biri acemi oluyordu, sen öğrenince de senin yanına bir acemi veriyorlardı. Birisi illa öğreten oluyordu. Tütünde çalışanların hepsi kadındı. Ama taşıyanlar erkekti. Arabayla onlar getiriyorlar, götürüyorlar, asansörle çıkarıyorlar, senden alıyorlar. Ustabaşılar da gözcüydü.

 

Hepsi erkek miydi ustabaşıların?

Zaten iki ustabaşı vardı, onlar da erkekti. Sonradan kadın oldu. Ustam çok iyiydi, çok idare etti beni. Benim çocuklarım olduğu için bakanım yoktu, kışın her gün dörtte izin alırdım, herkes beşte gidiyordu. Ne kadar çalışırsan o kadar para alıyordun zaten, saat başıydı ücretler. Aylık almıyorduk. İzne çıkarsan paran kesilirdi, çalışırsan kesilmezdi. Ben yalnızdım, dört tane de çocuğum vardı. Buzdolabı yok, televizyon yok, çamaşır makinesi yok, çok susuzluk vardı.

 

İki çocukla işe başladın, üçüncü çocuk ne zaman doğdu?

İşe girdikten üç sene sonra üçüncü oğlum oldu. Yedi sene sonra da kızım. Üçüncü oğluma Tekel'e başladıktan iki sene sonra hamile kalmıştım. Büyüğü beş altı, ikincisi üç buçuk dört olmuştu.

 

Nasıl bakabildin dört çocuğa hem çalışıp aynı zamanda? Doğum izni kullanabiliyor muydun?

Bir ay doğmadan önce izin almıştım. Ona para kesmediler, kırk gün de doğumdan sonra aldım. Sonra da işe başlıyorsun, biraz da doktora gidip istirahat yazdırıyorsun, rapor alıyorsun, çocuk oluyor iki aylık, üç aylık. Saat üçte emzirme izni için çıkıyordum eve gidiyordum. Saat üçte bir de öğlen gidiyordum, iki saat üç saat emzirme izni kullanıyordum o şekilde. Sonradan ücretsiz izin de aldım. Bir süre de Naciye'ye baktırdım sonradan. O da evde boştu, kocası boyaya çıkıyordu. Sağolsun fazla para almadan baktı. Yedi sene sonra da kızım oldu.

 

Epey ara vermişsin üçüncü çocuktan sonra, yedi sene fazla değil mi?

Hiç yapmayacaktım, oğlumdan sonra bir tane aldırdım, yalan yok, daha olmasın dedim. Sonradan Zeynep Kamil'de spiral taktırdığım gene hamile kaldım. Görümcem de hamile kalmıştı, aldırmaya gitti, ben de onunla gittim, Üsküdar'da bir yere. Ama içeriden bir kadının sesini duydum, korktum. Görümceme sıra geldi, o aldırdı, sonra dedim ki "aldırmayacağım, vazgeçtim". Kızımı aldırmadım, aldırsaydım kızım olmuyordu.

 

Kaç yaşındaydın o zaman?

Otuz otuzbeş varımdır herhalde. İyi ki de aldırmamışım kızım oldu o sayede. Çile çekiyorsun, büyüyor, ama sana en faydalı olan da gene o oluyor.

 

Çalışma koşullarından söz eder misin biraz?

Ustalarımız vardı başımızda, ustam beni çok korurdu, bazıları izin alın hastayım diye sinemaya gidiyordu, o farkına varıyordu. Ben izin alıp eve gidiyordum, çocuklarım vardı, bakanım yok diyordum, tamam kızım diyordu. Kışın karanlık oluyordu, eve geleceğim, çocukları doyuracağım, toplayacağım sokaktan. Adam erken çıkıyor ama, ohooo, adamın faydası hiç yok. Eve geliyordum, saat dörtte çıkıyordum. Beşte çıksam altıda eve geleceğim. Araba bekleyeceksin, aşağıdan alışveriş edeceksin, bugünkü gibi marketler yok. Aşağıdan Üsküdar'dan öteberini alacaksın. Arabaya binip geleceksin, ya da yürüyeceksin, araba da yok çok. Dörtte izin alınca beşte hiç olmazsa evde oluyordum. Millet beşte çıkıyordu, ana baba günü, araba bekliyorsun, araba az. Çok yürüdüğümüz de oluyordu, ama bazen de binmek istiyorduk yorgunluktan.

Cumartesi günleri saat bire kadar çalışıyorduk ben on ikide çıkıyordum. Kış boyu dörtte çıkıyordum, cumartesi de on ikide. Bu şekilde yaşadım, param herkesten az idi, ama hiç olmazsa emekliliğim oldu. Çalışmasaydım emekliliğim olmazdı. Rahmetli bana çok çık dedi. Ama baktım adamda hayır yok, "çık" diyor bana, çocuklar var ya... İlk iki çocuğu anlamadı yoktu çünkü evde, ben doğurdum ben baktım, anası babası baktı. Ama üçüncü oğlan olunca sanki daha yeni çocuğu olmuş gibi, "çıkacaksın işten" diyor bana. Bir buçuk yaşındaydı Tekel'in kreşine yazdırdım. "Çocuğu Tekel'in kreşine yazdıracağım" diyorum, "yazdırma yollamam" diyor. İyi, sen yollama dedim, gizlice gidip bütün muameleleri tamamladım. O arada Naciye hanıma baktırdık, kendim gelip gittim, izin aldım. Bir buçuk sene sonra sıra geldi. Götürüyorum sabah, kavga ediyor benimle, "sen konuş konuş, git işine, bana karışma, çocuğuma da bakarım, kendime de bakarım" dedim. "Seni bırakırım ben işimi bırakmam" dedim. Öyle kavgamız, böyle ömrümüz bitti.

 

Kaç yaşında kabul ediyorlardı çocukları Tekel'in kreşine?

Bir buçuk yaşından itibaren gönderebiliyordun. Kimisi daha erken bile yazdırıyordu. Bizim bir arkadaşımız daha hamile kalır kalmaz "çocuğum doğdu" diyerek yazdırmıştı. Onun da üç çocuğu olmuştu, Mercan'dı adı, hayatta hâlâ, kulakları çınlasın. Çok akıllıydı. Öyle akıllıydı ki "nasıl yazdırdın doğmamış çocuğu" diyorduk, "ne yapayım hamile kaldım, onu mu bekleyeyim, doğurdum diyorum yazdırıyorum, yoklamaya mı geliyorlar" diyordu. Güle güle ölmüştük. Hakikaten küçükken getiriyordu çocuklarını. En az bir buçuk iki sene bekliyorduk çünkü.

 

Kaç kişilikti kreş?

Orasını bilmiyorum, ama çalışanların çoğu kadın olduğu için çoktu kreşin kapasitesi. Erkekler azdı.

 

Fabrikanın içinde miydi kreş?

Karşıdaydı. Fabrika Abacı binasındaydı boydan boya. Kreş de karşı sırada, ortada da yol vardı. Çocuğumuzu sabahtan kreşe bırakır, doğru işe giderdik.

 

Çocuklar kreşe başladığında emzirmeye devam ediyor muydun?

Emzirme bitse de aşağıya inip emzirebiliyorduk. Öğlen tatilinde inip emzirebiliyordun. Üçte bir çay saatimiz vardı, bir de saat onda. O saatlerde de emzirebiliyordun. Bazen emzirmeye gittiğinde "şimdi doyurduk, emzirmeye ihtiyaç yok, uykuda şimdi" diye vermiyorlardı. Ben yine de bir buçuk iki sene emzirdim hepsini, sadece kızımı dokuz ay emzirebilmiştim, ağzında yara çıkmıştı.

 

Çalışmanın sağlığın üzerinde herhangi bir olumsuz etkisi oldu mu, tütünü çıplak elle mi ayırıyordunuz?

Tabii, ellerimiz kapkara olurdu tütünden. Yerine göre hasta oluyorduk tabii, tütün kokusu kötü etkiliyordu. Doktora gidiyorduk, ilaç alıyorduk. Ben astım bronşit oldum orada. Evde de eşim sigara içerdi. Şimdi iyiyim, bir ara çok tıkanıyordum tütün kokusundan. İçmesek de içindeydik tütünün. Toz, pislik, bir tek senin değil herkesin tozu, 200 kişinin içindesin, yerlere dökülüyordu, süpürüyorsun toz.

 

Sadece tütün mü ayırdın o kadar yıl, başka işler de yaptın mı?

Tütün de açtım, sırf tütün açmadım, cam silmeye, müdürün odalarını mı cam silmeye yollamadı ustam beni... Yemekhaneye, sebze ayıklamaya. Ellerini böyle uzattırıyordu, çoğu süslüydü, ojeleri vardı, ellerine bakıyordu, ojesi olmayanlara "seni yemekhaneye yolluyorum, sebze ayıklayacaksın" diyordu. İşini yapıyor paranı alıyordun, cam silmeye de yolluyor, yemekhaneye de. Mesela bugün tuvalet temizleyicisi yok mu, "git bugün tuvaleti temizle" diyor. Yapamam diyemezsin.

 

Bütün kadınlar aynı mı çalışıyordu?

Çoğu karşı geliyordu, yapmıyordu. "Babanızın yeri değil burası" diyorlardı. Ben hepsine gittim. Gitmem demedim hiç...

 

Sen neden karşı koymadın hiç?

Karşı koymadım, ama karşılığında kazandığım şeyler oldu. Karşı koysaydım bana diş bilerdi. Karşı geldiğin zaman o da sana takardı. Daha da olmadı mı seni amire, müdüre yollardı.

 

Diğerleri karşı koyduğunda başları derde girer miydi?

Girmezdi, ama zıt gidiyordu bu sefer. Ekmek parası için girmişiz, ne dese mecbur yapacağız diyordum. Bir askerlik gibiydi iş o zaman. O zaman yasaları da bilmiyorsun, haklarını da bilmiyorsun.

 

Sendika var mıydı işyerinizde?

Vardı sanırım, hepsini unuttum. Eksperlerimiz olurdu, amirlerimiz olurdu... Amirler gelecek bu gün gezecek derlerdi, hemen ona göre düzenlenirdi. Eksperler gelir gezerdi, sendika başkanları da gelirdi.

 

Hiç greve denk geldin mi çalışırken?

Biz greve çıktık bir kere, bak kaç sene oldu, nasıl çıktık anlatayım. Benim abim Otosan'da çalışıyordu. Otosan diye bir firma vardı, araba çıkarıyorlardı. Dediler ki bugün böyle böyle grev olacak, "hamileler gitmesin greve, kreşte çocuğu olan da gitmesin" dediler. O taraf bize baskın yaptı, arabalarla geldiler Tekel'e. Yalnız ustamız bize dedi ki "bir yerlere saklanın". Ama ben saklanmadım gittim, neden gittim, abim orada. Bir de bizim salonda genç bir kız vardı, eltimin kızkardeşi, baktım o da binip gidiyor arabaya. Arabalara bindik. Bindik, abim "korkma gel, bir şey olmayacak" dedi. Nasıl kıyarsın, ona bir şey olacaksa bana da olsun dedim, çocuğun varsa var. "Tamam abi" dedim, geldiler, çoğu kaçtı, ustalarımız bile kaçtı, inanamazsın. Herkes bir tarafa kaçtı. Ben abimi görünce bir de eltimin kızkardeşi Emine'yi, kulakları çınlasın, o zaman nişanlı daha, dedim ki "bu kız da gidiyor, abin de gidiyor, Nezaket boşver, çocuğumu alırım sonra". Oradan bindirdiler bizi arabalara. Kadıköy'e kadar bayraklar, sloganlar... Dükkanlar parçalanıyor, sokaktan insanlar girip bir şeyler alıyor, oradan Kadıköy'e kadar gittik.

 

Tarihi hatırlıyor musun, 15-16 Haziran olaylarına benziyor bu anlattıkların...

Hiç bilmiyorum, küçük çocuğumu doğurmuştum, Tekel'e kreşe vermiştim.

 

Neler oldu tam olarak?

Herkes grevdeydi, oradan Kadıköy'e gittik. Kadıköy karıştı, karman çorman oldu. Biz bayrakların altına girdik. Ondan sonra kimisi motorlarla karşıya gitti. Kimi sağa kaçtı, kimi sola kaçtı. Jandarma mı polis mi hatırlamıyorum, bize bayrağın altına girin dediler, Türk bayrağının. Türk bayrağının altına girdik. Ondan sonra kimisi motorla gitti kadın erkek bir taraflara, ben tek kaldım, "Allahım ne yapayım, nereye gideyim" derken bir yere sığındım. Biraz zaman geçip herkes dağılınca yürüye yürüye Kadıköy'den Numune hastanesine geldim. Hastaneden de doğru eve. Çocuğumu birisi almış eve getirmiş. arkadaşlarımız vardı, gideni geleni biliyordu herkes. Bakıcılar vardı, hangi çocuğun kimin olduğunu biliyorlar, orada bırakmıyorlar, yolluyorlar. Öyle günler de geçirdik.

 

Buna benzer bir olay yaşamış mıydın?

Bir kere de şöyle bir olay olmuştu, Tekel'e yeni girmiştim, daha üçüncü oğlum yoktu. Bizi yoldan çevirdiler polisler. Ortalık karışmış yine, ihtilal olmuş sanırım. Tekel'e, işe gidiyorum, sabah kalktık. Grevden önce oldu bu, sabah yedide çıktık yürüyoruz. Öyle araba maraba yok. Zaten aşağıda oturuyordum o zaman deniz kenarında, Çiftekayalar derlerdi. Eltimin anası da orda. Eltimin anası, ben, köyden geldik çalışıyoruz. Yarıyola kadar gittik, önümüze polisler çıktı, askerler. "Nereye" dediler "işe gidiyoruz", "yok yasak" dediler, "ihtilal oldu, gidin" dediler. Geri döndük hep, sene kaç bilmiyorum ama olayı hatırlıyorum.

 

Tekel'e yeni girdiysen 1960 ihtilali gibi.

İşe gidemedik de eve döndürdüler bizi, yasakmış. Ertesi gün düzelmişti, gittik, televizyonumuz yok ki nereden haber alalım. Git git, gitme gitme...

 

Kocan neredeydi bu arada?

Kendisi hastaneye gitti, nasıl gitti onu da sormadım, belki onlara yasak olmamıştır. Onu sormak bile aklıma gelmemişti, sen gittin nasıl gittin diye....

 

Abin ne zaman gelmişti İstanbul'a?

Abim, bizden üç dört sene sonra gelmişti, ben Tekel'de işe başlamıştım. Geldiğimizde abim hapisteydi, birini vurmuştu, cahillikten, suçu yoktu. Ben burdaydım. Çok yatmadı, bir sene mi ne yattı. Sonra hapisten çıkınca buraya aldık, sonra da karısını aldık, bir evde curcuna gibi yaşadık. Sonra hanımı Zeynep Kamil'de işe girdi, abim de Otosan'a girdi. Sonra herkes dağıldı, ömürlerimiz böyle geçti.

 

Emekli oluşunu anlatır mısın?

Oğlumu evlendirmiştik, babası zorladı biraz, henüz 17 yaşındaydı, gelini aldık eve. Gelinimiz kızımıza bakacakmış, ben çalışacağım ya, eve gelin lazım. Gelini aldık eve, kız üç dört yaşındaydı, ben rahattım, kreşe götürüyordum, diğer çocuklar da kendini kurtarmıştı. Yanımızda yaşadılar beş sene. Askere gidip geldi, dört onlar dört biz sekiz kişi bir evdeyiz. Yakınlarda ahşap bir bina vardı onlara ev tuttuk, ama sürekli birlikteyiz. O sırada gelin Tekel'e girmek istedi, ben çıkmadan onu da sokayım dedim. Oğlum 'onu işe falan sokma' dedi, araba tamircisinde çalışıyordu, patronu kah veriyordu para kah vermiyordu, o yüzden oğlumu dinlemedim, işe koydum gelini. Gelin bir buçuk senede değişti, iki çocuğunu bırakıp gitti. İki çocuğu ben büyüttüm. Niye anlattım bunları, 'rahat edecektim ya!' emekli olduğumda, çocuklarımı büyütmüşüm, tüm o çileden sonra.

 

21 yıl işten sonra torun da baktın...

Torun baktım, onu işe koydum diye çıktım ben işten, yoksa çıkmayacaktım. Ben daha çalışacaktım, o işe girince, çocuklara bakmak için çıktım. Yoksa daha gençtim, çalışırdım, niye çıkayım ki? 41 yaşındaydım. Çocuklar ziyan olmasın dedim, benim çocuk da torunumdan üç dört yaş büyük. Okula gidiyordu çocuklar, kızım 11 yaşındaydı. Anlayacağın hem çalıştık, hem çile çektik.

 

Hayat hikâyen gerçekten çok etkileyici. Eklemek istediğin bir şey var mı?

Ah kızım, unuttuğum daha ne kadar var kim bilir. Adam Fikirtepe'ye ev yapmıştı, gecekondu, su yok, elektrik yok, oraya gittik. Kıza hamileyim, kızımı orada doğurdum. Tramvaylarla Kadıköy'e kadar geliyorum, Kadıköy'de iniyorum, bir daha tramvaya biniyorum, tramvay zamanı. Ta Tekel'e geliyorum, göğüslerim akıyor, ne kadar cahilim, niye gitmişim Fikirtepe'ye. Kimse yok daha oralarda, ev yok, köy yok. Arsa almış adam, gecekondu yaptık. Oradan işe gidip geliyorum.

 

Peki kızın doğduktan sonra nasıl işe gidip geldin, kim bakıyordu?

Abimin kızı baktı, mama yapıyordum, eve geliyordum, hiç mama yedirmemiş, 12 yaşında çocuk ne kadar bakarsa işte. Sonra Temel enişteye dedim "bana buralarda ev bul, ben orada yapamıyorum, çocuğum hasta olacak, çocuğum ölecek". Altı ay durduk, adam gelmiyor, onda bunda kalıor, ben gidiyorum sadece. Pazar başında bir köşk vardı, yıkıldı sonra, hep bina doldu oralar. Kızım altı aylıkken ev buldu Temel enişte taşındım.

Benim çilem, adamdan şu kadar hayır görmedim elden gördüğüm kadar. Altı aylık çocuğumu aldım, kardeşimin kızı bakmıyor ki, görümcem işe gidiyor, abim işe gidiyor, ben işe gidiyorum, çocuğu çocuğa bırakıyoruz, eve geliyorum ki çocuğun poposu da pişmiş, yemek de yedirmemiş. Altı aylık çocuk yemek yer eğer yedirirsen.

Çocuğumu buraya aldım, orada oturduk ne güzel rahatım, geliyorum gidiyorum, çocuğuma da bakıyorum. Buradan yakın iş. O sene kaynanamla kaynatam da yanıma geldi. Çocuğu kreşe yazdırdım, bu sefer adam onu da yollama diyor, kaynanam kaynatam kışın gelip yazın gidiyordu. Sonra o ev müteahhite verildi, oradan çıktık. Adliye vardı, o zaman adliyenin yerinde iki katlı bir bina vardı, oraya taşındık.

Dokuz on kere ev değiştirdim. Gelinin nişanını bir evde, düğününü bir evde yaptık, yazık ne kadar çok ev değiştirmişiz. Orada daha az oturduk, bir bir buçuk sene. Sonra gelin hamileyken buraya geldik. Şimdi oturduğum evi kiraladık, iki sene bu evde kirada oturduk. Sonra burayı da satmaya kalktılar. Adam almam diyor, daha evimiz falan yok, biz olduk sekiz kişi. Buradan başka hiçbir eve gitmem dedim, yeter. Alırız almayız derken "alacağız" dedim, o zaman çalışıyordum, bir iki de bileziğim vardı.

Fikirtepe'deki arsamız da yola gitti bu arada. Şimdi metrobüs geçiyor. İki katlı evimiz vardı. Önce bir kat gecekondu yaptık, iki oda, sonra üst katı yaptık dört oda, ama oturmamıştık. Ev yola gidince oradan aldığımız parayı buraya ekledik. Biraz da taksit verdik. Karayolları yukarıdan bir arsa verdi, giden yere karşılık. Emekli olduğumda üç katlı evimiz vardı orda, benim emeklilik paramla yapmıştık. Adam o evi sattı 25 milyara, Samsun'a gitti, orada da öldü. Toprak onundu diye "evde senin hakkın yok" dedi. Gizlice satmış, üç gün adam yok dedik, evi satmış gitmiş. Ramazan bayramına bir gün kala gittim getirmeye, ev kiralamış oturuyor Samsun'da. "Ben sana ev alırsan gelirim, ama kiraya gelmem demiştim" dedim. Ev alırsan söz geleceğim dedim. Yapmadı inat etti. İki defa gittim getiremedim. Üçüncüsünde çocuklar gitti. Bir hafta sonra da öldü. Beni hep çağırıyordu ama gün aşırı telefondaydı. Telefon onun üstüneydi giderken onu da kesti, ben yeni aldım kendi üstüme. Mart'ın 16'sında öldü, cenazeye gittik. Mahkemeye de verdi ölmeden, geçinemiyoruz diye, bu evi satmaya kalktı, sattırmadım. Diğerini de sattırmazdım, çocuklar engelledi. Şerh koyuyordum, çocuklar "anne yapma, babam öyle bir şey yapmaz" dediler. Ben de "ben size demedim mi, orada benim hakkım var, sizin yoksa da benim var. Ben çalışmışım 21 sene. Emeklilik parası bir milyara yakın para aldım o zamanın parası, o parayla oraya üç katlı bina çıktı. Paranın yarısını yedi, yarısını kurtardık, 18 bin lira kaldı bize. Onu da yeğeninin üzerine yapmış 10 bin lirasını zorla aldık. Dediğim gibi, bir roman yazsan kitaplar almaz.

 

Bu anlattıkların bizim için çok değerli Nezaket teyze. Hayat hikâyeni paylaştığın için tekrar teşekkür ederiz.

Çarşamba'nın Meşhur Kara Lahana Çorbası

Nezaket teyze, karalahanasız yapamıyor, o yüzden oturduğu apartmanın arka bahçesinde kendine bir köşe hazırlamış, karalahana yetiştiriyor. Kendisinden, bu güzel sohbetin ardından karalahana çorbası tarifini de istedik...

Lahanayı güzelce haşlayacaksın önce. Çorbasını yapacaksan önceden doğrayıp haşlıyorsun. Haşlarken suyuna azıcık karbonat atacaksın, hem yeşil kalıyor, hem çabuk pişiyor. Haşlayıp soğuyunca, içine ne koyacaksan, ben havuç da doğramıştım. İnce ince havuç doğra, soğan doğra, varsa ve seversen biber doğra. Ben her şeyi katıyorum kafama göre. Soğanını, havucunu, biberini güzelce kavur. Yanık olmasın ama, çok pembeleştirme, biraz beyazımsı kalsın. Yaprağı haşladın ya, mısır unuyla elinin arasında yaprağı ez. Ya da mutfak robotundan da geçirebilirsin ama ben mısır unuyla elimle parçalıyorum. Elinle ezdiğin yaprağı kavrulmuş soğanın içine ekle. İstersen azıcık bulgur da ekleyebilirsin, o senin bileceğin iş. Ben mısır kattığım zaman bulgur katmıyorum. Yağını tuzunu, istersen acı biber ekle. Biraz da biber salçası... Biber salçan yoksa domates salçası koy. Mısırı da ben önceden alıp haşlıyorum, buzlukta saklıyorum. Biz bulgurun yumuşağını pişiririz, ona da dingilli deriz, içine ne istersen onu atarsın. Barbunya da eklersin, biz pırasalı da yaparız. Sonra suyunu ekleyip birkaç taşım kaynatıyorsun. Çorban hazır.

 

(Petrol-İş Kadın Dergisi, Sayı 61, Temmuz 2019)