Gazi Üniversitesi İktisadi ve İdari Bilimler Fakültesi öğretim üyesi Prof. Dr Aziz Konukman, kriz sürecinde yaratılan "suni baharı", istihdamsız bir büyüme sürecindeki örgütlenme ihtiyacı üzerine konuştu.
Küresel krizi yaşadığımız şu günlerde Türkiye'de bir "bahar havasının" sözcülüğünü yapan ve adeta bir "teğet geçti" akımı yaratan bir grup var. Yaratılan bu "suni" mevcut durumu nasıl yorumluyorsunuz?
Hatırlanırsa 2001 krizini finansal bir kriz niteliğinde yaşamıştık.Yurttaş bizde krizi şöyle algılıyor, sabah kalkıp bankaya gittiğinde parasını çekemiyorsa, evet kriz var diyor. Şu şekilde ne yazık ki algılanmıyor, sabah işyerine gitti ve işte malûm kartını turnikeden geçirecek, eğer geçiremiyorsa asıl kriz ordadır. Fakat bizde kriz, birinci durum oluştuğunda daha çok algılanır. Yani sokaktaki yurttaşın algıladığı kriz finansal krizdir; parasını bankadan çekememesi ve fazinin ödenmemesi gibi. Çünkü bugüne kadar yaşadığı kriz algısı aslında odur. Reel sektör krizi ise genelde emekçi kesimlerin daha çok hissettiği bir kriz biçimidir. Memur kesiminin de görece daha güvenceli olduğunu düşünürsek, geri kalan yurttaşlarımıza krizin batıdaki gibi anlatılması tarihsel deneyimlerden dolayı çok zordur. Oysa şu an yaşadığımız kriz bizatihi reel bir krizdir. Çünkü bir insanın çalışırken işsiz kalması durumundan daha anlamlı bir kriz olabilir mi? Bu sayı 70 milyon nüfus içinde görece düşük bir sayı olduğu için, geri kalan halkın bunu anlayamamasını anlayabiliriz ama bu bir krizdir. Krize tüm makro büyüklükler açısından bakarsak "teğet geçiyor" yorumu çok anlamsızdır. Örneğin işgücü verilerinin perde arkasındaki gerçeklerine baktığımızda orada bu durum çok somut bir şekilde belirmektedir. Reel ücretlerin düşmesi, sosyal güvencenin azaltılması ve işsizliğin artması gibi veriler incelendiğinde kriz sürecindeki maliyetlerin kimler tarafından üstlenildiği apaçıktır. Dolayısı ile başta hükümetin, sonrasında da sermaye çevrelerinin 'teğet geçecek' veya 'geçiyor' tarifini kabullenmek mümkün değildir. Nitekim bu yeni krizde başbakanın dışında artık kimse bu söylemi sürdürmemeye başladı. Hükümetin kendi içinde de artık kriz algılamaları başladı, hatta bu kapsamda toplumu krize hazırladıklarını bile söyleyebiliriz. Kıdem tazminatının kaldırılması, onun yerine bir fon oluşturulmasının anlamı sizce ne olabilir? Bu şu demek: "Sizin en önemli haklarınızdan birini elinizden alacağız." Velhasıl, şunu söylemek kaçınılmaz olmuştur, kriz bizi vurdu, vurmaya da devam edecek.
Sokakta krizin yaşandığını gözlemliyoruz, fakat resmi açıklanan rakamlar adeta herşeyin iyi gittiğini söylüyor. Reel hayattan kopuk bir "resmi" rakam mı var?
Genelde şurada bir yanılgı doğuyor, öncelikle onu düzeltelim; doğru veriler aslında bize geliyor yani TÜİK aslında bize/kullanmasını bilene doğru verileri de veriyor. Fakat ideolojik olarak piyasaların işine gelen, sistemin meşrulaştıracağı veriler kullanılıyor. Birer sisteme muhalif olarak bize sunulan tablonun gerçeği yansıtmadığını söyletecek veriyi de aslında yine TÜİK sağlıyor. Resmi işsizlik rakamlarına baktığımızda, kabaca bir hesap ile gerçek rakamların genelde bu rakamların iki katı gerçekleştiğini görüyoruz. Unutmayalım ki güneş balçık ile sıvanmaz, hesap dışı bırakılan veriler ile sunulan resmi rakamlar gerçek hayattaki işsizliği örtmemektedir. Örneğin cari ücret düzeyinde iş aramaktan vazgeçenler veya cesareti kırılmış olarak adlandırılan emekçiler bu hesaba göre işsiz sayılmıyor. Aslına baktığınızda hepsi birer işsizdir. Bunları da yine TÜİK söylüyor aslında, fakat resmi rakamların içine katmıyor. İşsiz olarak tanımladığı ise, "herhangi bir cari ücret düzeyinde ve çalışma koşullarında iş arayıp da bulamayan nüfus" durumudur. Şimdi o cesareti kırılan işçiler iş aramıyor mu? Sözün kısası, gerek TÜİK ve hatta hükümetin norm olarak kabul ettiği ILO hesaplamalarına göre yaklaşık 2 milyon kişinin işsiz olduğu halde işsiz sayılmadığı sorunu ile karşı karşıya kalıyoruz. Başka bir örnek, mevsimlik işçi diye tabir ettiğimiz kısa süreli çalıştırılan işçilerde işsiz sayılmamakta. Burada aslında yıl boyunca çalışmak isteyen işçileri siz sadece bazı dönemler istihdam edebiliyorsunuz, ama baktığımızda yılın diğer günleri bu nüfus işsiz. Fakat yine resmi rakamlarda işsiz olarak tanımlanmamakta. Bir de eksik istihdam diye tabir ettiğimiz, niteliğinden daha düşük nitelikte bir işte çalışmak zorunda kalan kesim var. Bu kesimin içine örneğin üniversiteden mezun fakat iş olmadığı için tezgahtarlık yapmak zorunda kalan emekçiler gibi bir nüfus giriyor. Burada da yoksulluk tehdidi ile karşı karşıya kalan nitelikli işçiyi niteliğine ve yeteneğine uygun istihdam edememe durumu mevcut. Dolayısı ile tüm bunları üst üste koyduğumuzda gerçek işsizliğin, bize sunulan işsizlik oranlarının iki katına çıktığını görüyoruz.
Biraz da büyümeden bahsedelim. Sizce böylesi "çılgın" büyüme oranlarının varlığında böylesi bir istihdam sorunu nasıl ortaya çıkıyor?
Bizde diğer dünya ülkelerinde de benzer bir eğilim olmak üzere "istihdamsız" bir büyüme süreci hakimdir. Yanlız ülkemizde bu biraz daha fazla hissedilir, çünkü özellikle gelişmiş ülkelerde teknoloji ve innovasyon sürecindeki ilerleme daha çok emekten tasarruf olanağı sağladığı için istihdam yartamazken, bizdeki durum sıcak paraya bağlı büyümenin getirdiği bir sorunun varlığıdır. Örneğin uzun yıllardır döviz kuru olması gerekenin altında tutulup, TL aşırı değerli bir seviyede kaldı. Bu nedenle nisbi olarak ucuzlayan ithal girdiler üretimde daha tercih edilir oldu. Bir kısım ara malın zaten Türkiye'de üretilememesi gibi bir durumda var, bunu da 24 Ocak 1980'de alınan kararlaı sürecinde ara ve yatırım mallarında ithal ikameci sanayileşme sürecini tamamlayamadan girmesi ie açıklayabiliriz. Dolayısı ile Güney Kore ya da Latin Amerika'daki bazı ülkeler gibi bu süreci tamamlamış bir ülke olmadığı için, hala ara malında ithal malın yerine ikame edebileceği bir yerli ürünler gurubu bulunmaktadır. Somutlaştıralım, dahilde işleme rejimi kapsamında birçok mal dışarıda işleniyor, belli bir işlemden geçtikten sonra gümrüksüz ithal ediliyor. Böylece ihracat rakamlarına bakıldığında ara malı ithalatını da göz önünde tuttuğumuzda örneğin 100 liralık bir ihracatın 60 lirasının ithalata gittiği durumu önümüze çıkıyor. Sonuçta böylesi bir üretim yapısında, herhangi bir kriz anında, bu ithalat oranları ile üretim yapan sektörler bir anda maliyetlerini kesmek zorunda kalıyorlar buna da ilk işten çıkarmalardan başlıyorlar.
Yani genel olarak tarif edebileceğimiz üzere büyümenin kendi oranına uygun bir istihdam artışı yaratmayacağı bir yapı ile karşı karşıya kalıyoruz.
devamı için: