• industriAll global
  • industriAll europe
  • Retun See
  • Petrol-İş Kadın Dergisi
Belgesel: Petrol-İş Tarihi

Nihal Kemaloğlu / Birgün Gazetesi

Öldüm Ben

27.08.2014

Zaferin son tek bir fotoğrafı var... Taşeron işçi Zafer hasta yatağında, ellerini birbirine kavuşturmuş, başı hafifçe yana eğilmiş, 43 kiloluk tarifsiz bitkinliğine rağmen sükunetli bakışlarla birkaç gün sonra veda edeceği "hayatın" en kenarında durmuş.

Gitmeden önce 28 yıllık kısa ömründen devşirdiği en acı deneyimini, ölümcül kimlik taşeron işçiliği çığlık yapıp kağıda geçirmiş. Geride bıraktığı mektubuna "ÖÖÖLDÜMMMMMMMM!!!!!! biliyorum arkadan iki gün ağlayacaksınız üçüncü günde unutacaksınız!" diye yazmış.

Zafer ne kadar haklı, bu ülkede "unutmanın" sindiği kuytularda "yeni avını bekleyen sırtlan sabrı" demek olduğunu bilmiş. Nitekim haber çabuk gelmişti.
17 Ağustos'da Zafer Açıkgözoğlu bir yıldır boğuştuğu karaciğer yetmezliğinden son nefesini verdiği gün daha 3.5 ay önce yüzlerce madenciyi topluca "gömen" Soma Holdingin patronu, devletin müfettişleri ve TKİ bürokratlarıyla Soma'da görüşüp yemek verdiğini öğrenmiştik.

Herhalde resmi müfettişler katliam öncesi mutat formalite işlem gibi "mezar ocakları denetlemiş" akabinde TBMM'de kurulan Soma Komisyonu'na "hastayım" mazeretiyle gitmeyen Soma Holding patronunun yemeğine tefriş etmişlerdi.

Belli ki "dostça" yatırım ve organik bağlantıların uzun uzun konuşulduğu bir yemekti. Varsın patronun ocağında haşlanan, yanan 301 madencinin toprak mezarlarını sıcak yaz rüzgarı kavursundu..

Zaten Zafer de son mektubunda bizim en çok "sustuğumuz" yerden konuşmuştu. O yer ki "gerçekleri" derinden enfekte edilmiş, her gün kapıdaki kuyrukta biriktirdiği emekçiye bulaştırdığı ölüm virüsünü "büyüme" diye yutturan, ne kadar çok"rant-iltimas-rüşvet-yolsuzluk" üretirse insan haysiyet, emek hatta gölgesine o şiddette hınçlı bu "zulumhane işletmesini" "hayat işte" diye "uysalca" kabullendiğimiz yeri gösteriyordu.

Zafer'in hikayesi de, hayatı boğum boğum ölüm halkaları gibi örgütlemiş, devlet/sermaye işletmesi bu zulümhaneyi anlatıyordu. Bir yıl önce "devasa çimento çukurumuz" İstanbul'a yağmur yağmış ve betonarme azgın silüetiyle "hortum-sel-konut balonu metropolüne" dönüşen İstanbul'un her daim tıkalı mazgalları ve kanalizasyon sistemi yine taşmıştı. Zafer de "en bilimsel ve çağdaş yöntemler kullanılarak kamusal sağlık hizmeti ve tıp eğitimi vermekle yükümlü olarak kendini tanımlayan" Çapa Tıp Fakültesi Hastanesinde taşeron sağlık işçisiydi.

Zafer'in çalıştığı "hijyen mecrası" Acil Cerrahi bölümünü yine pis su basınca hastane işletmesi İSKI'ye haber vermektense vasıflı vasıfsız her işe koşulan aksi takdirde kovulan taşeron işçiye lağımı açma görevi vermişti.

Ve 14.06.2013 tarihinde Zafer'in üzerine patlayan kanalizasyon suyu onu önüne katıp "enfekte" edecek, on gün içinde karaciğer nakline oradan da ölüme sürükleyecekti. Şaşırmamıştık, taşeron Zafer sigorta prim gün sayısı eksik olduğu için yaşarken de "malulen emekli olamamıştı".

Zafer o mektubu iç dökmek için değil popüler jargonla "farkındalık" yaratmak yazmıştı. Çünkü hasta yatağında gün be gün eti kemiği eriyen Zafer değildi. "Bizdik" her gün biraz daha "insanlık birikintisine" benzeyen, "insanı tınlatan ne varsa" haince yanından sıvışan, "sessizliğiyle" ortalıkta azgınca işlenen bu "kocaman suça" bulaşmış parmak izlerini silip, kafasından aşağıya buzlu kova dökme "zevzekliğini" bile cıvık PR fırsatçılığına çeviren "farkındalık fukarası" büyük kalabalıklardık.

Zafer hayattayken "ÖÖÖLDÜMMMMMMM!!!!!!! hayatınıza hiçbir şey olmamış gibi devam edeceksiniz, benden önce ölen binlerce işçi, SOMA'da ölen işçi gibi" diye haykırmıştı... Duyan var mıydı?

 
Kaynak: BirGün Gazetesi / Nihal Kemaloğlu

http://www.birgun.net/news/view/oldum-ben/4497