Türkiye'nin en büyük işçi sendikaları konfederasyonu Türk-İş'in 8-12 Aralık tarihleri arasında genel kurulu var. Sendikalarda adettendir, genel kurul öncesinde çalışma raporları hazırlanır, bu raporlar dört yıllık süre içinde yapılan edilen işleri anlattığı gibi geleceğe yönelik perspektifler de sunar.
Türk-İş'te genel kurul öncesinde bir rapor yayımladı. Raporda bir de kadın bölümü var. Hem de öyle az buz değil yirmi sayfaya yakın ilgili arkadaşımızın bilgisayarına sağlık; virüs görmez inşallah.
Konfederasyonumuz, neler yapmış kadınlar için neler? Kadın Emeği ve İstihdamı Girişimi'nin (KEİG) düzenlediği konferanslara katılmış, başbakanın, ilgili bakanların katıldığı kadın kurultayları örgütlemiş,
Doğu Avrupa ve Asya Bölge Konfederasyonu Avrupa Bölgesel Kadın Komitesi'ne (PERC/ Pan-European Regional Women Committe) Türk-İş'ten bir kadının seçilmesi sağlanmış, Uluslararası Sendikalar Konfederasyonu'nun (ITUC)'un toplantılarına katılınmış, 8 Mart'ları Mustafa Kumlu'nun uzun açılış konuşmalarıyla ilgili hükümet üyelerinin protokolde tam tekmil hazır nazır olduğu, en arka sıralarda 10 ya da 20 kadın üyenin sos olarak bulunduğu büyük etkinliklerle kutlanmış, Uluslararası Çalışma Örgütü (IL0) ile ortak projeler yapılmış, ILO konfederasyonumuzla birlikte kadın emeği ve istihdamı başlıklı toplantılar düzenlemiş. Başbakanın kadın sivil toplum kuruluşları ile yapmış olduğu Demokratik Açılım Toplantısına bile katılmış Türk-İş.- Sivil toplum kuruluşu haa.
Bu kadar yapılan edilenden sonra, bizim hem üye hem de sendika çalışanı kadınlar olarak TÜRK-İŞ yönetimine sormakla yükümlü olduğumuz bazı sorular olmalı. Bütün bunlar olup bitiyorken kadınlar neredeydi, tüm bunlar üye kadınların yaşantılarını değiştirdi mi ya da nasıl değiştirdi?
Yukarıdaki etkinlikler yapılırken, kadın üyelerin küçük bir bölümünün veya üye sendikaların kadın yapılarından bir iki kadının salonun görünmeyen bir köşesinde konuşlandığını, fotoğraflardan ve video çekimlerinden görebiliyoruz. Peki onların bu süreçlerde söz söyleme hakkı var mıydı? Elbette yoktu. Çünkü onların görevi dinlemekti.
Kadınlar temsil etme yetisine sahip değiller
Kendilerini temsil ettikleri düşünülen erkeklerin, onlar hakkında oluşturdukları politika diyemeyeceğim, kadınlar eşittir, gülümüzdür, çiceğimizdir, biz de kadınlara ne kadar önem veririz, şeklindeki söylemlerini dinlemek.
Kadın meselesinin sendikalarda telafuz edilmeye başlandığı 1980'li yıllardan beri tablo bu. Yani hükümet dostu, iktidar aşığı, büyük ve zengin konfederasyonumuzda, politika oluşturmayı geçtim, kadın işçiler kendi ezilme deneyim ve pratikleri üzerinden bir iki laf bile edemiyorlar. Çünkü onlar kendilerini temsil etme yetisine sahip görünmüyorlar. Bu yetiye sahip olanlar kimler peki? Yönetimlerdeki erkekler.
İLO ve çeşitli kadın kurumlarıyla ortak toplantılar düzenleyen bu erkek milleti, medeni ülkelerde 30 yıldır sendikalarda kadın politikalarının, kadınlar tarafından yapıldığını bilmiyorlar mı? Elbette biliyorlar, ama onların kadın politikası gibi bir dertleri yok? Onlar yıllardır kadın politikası değil, kadın politikası fetişizmi yapıyorlar?
Bilen bilir fetişizmde en önemli unsur nesneleştirmektir. Yaşayan, dönüşen, dönüştüren bir şeyi nesneleştirerek, tüm bu süreçlerin ve özne olma konumunun da dışına atarsınız. Dolayısıyla Türk-İş'teki fetişleştirilmiş "kadın çalışmaları"nın sürecin öznesi olması lazım gelen, kadın işçinin hayatı üzerinde hiçbir etkisi yoktur. Onun amacı işçi kadının hayatını değiştirecek, dönüştürecek dinamik bir kadın çalışmaları sürecini o veya bu biçimde engellemektir.
Çalışma raporunda adı geçen kadın işlerinin bir kısmına hayat içinden bir bakalım.
2009 sonbaharında, Petrol-İş de dahil olmak üzere pek çok sendikaya Türk-İş Kadın Bürosu'ndan bir çağrı geldi, "birbirimizi tanıyalım, 8 Mart'ı örgütleyelim" temalı.
Olayı ciddiye aldık, İstanbul'dan birkaç sendikanın temsilcisi kadınlar -illa kadın olmasına dair bir vurgu yoktu esesında- olarak toplandık gittik.
Toplantı hayli kalabalıktı, bazı sendikalar erkek temsilci yollamışladı. Uzmanlar ve seçilmişlerden oluşan karma bir gruptuk. Oraya vardığımızda bunun sıradan bir 8 mart olayı olmadığını, doğrudan başbakan'ın ve çalışma bakanının katılımına yönelik düşünülen bir 8 Mart organizasyonu olduğunu anladık.
Çalışma Bakanı bile kadın konusunda konfederasyonun suskunluğuna yönelik "Bize soruyorlar, Türk-İş kadın- erkek eşitliği konusunda neler yapıyor" yollu bir uyarı yapmıştı.
Kadın çalışması yapıldığının ispatlamanın en güzel örneği elbette görkemli bir 8 Mart kutlamasıdır. Derler ya "hem nalına hem mıhına".
Toplantının açılış konuşmasını Mustafa Kumlu yaptı bizlere "kadın meselesine sahip çıkın, kendi meselenize sahip çıkın" filan dedi.
İçimizde yıllardır kadın hareketi içinde yer alan kadınlar vardı, bu bir yana açılış konuşmasını kadın biriminin değil de konfederasyon başkanın yaptığı bir yapıda kadınlar kendi meselelerine sahip çıkabilirler miydi?
Sonra bir erkek uzman 1990'lı yılların verileri üzerinden bize Türkiye'deki ve sendikalardaki kadınların durumuna dair bir seminer verdi. Komikti. Toplantıyı yürüten kadın bürosu sorumlusu bu işe yeni bakmaya başlamıştı. Çünkü daha önceki ve ondan da önceki kadın bürosu çalışanı kadınlar mobbingle o işten uzaklaştırılmışlardı.
Epey tartışıldı, Türk-İş içinde bir kadın komisyonu kurulsun, bu komisyon seçilmiş kadınlardan oluşsun, uzmanlar da sekretarya görevini yürütsün gibi, bir düşünce çıktı toplantıdan. Bir toplantı daha yapıldı, ortak bir broşür dendi, ortak broşür çıkarıldı.
Tekel eylemi başladı kadın çalışmaları bitti
Ekim, Kasım aylarında yapılan toplantılarda alınan kadın komisyonu kararı filan her şey unutuldu. Daha sonra Tekel eylemleri başladı. Basın işten bir arkadaşımızın gruba önerdiği Tekel işçisi kadınlarla dayanışma için bir şeyler yapalım önerisi hiç duyulmadı bile.
devamı için;