Kar, anılar... eşitsizlikler... kadınlar ve çocuklar

 

İki gündür kar bekliyoruz, ben, torunlar, kedim ve pencere kenarındaki koltuğum. Bizim mahalle çukurda kaldığı için böyle yağar gibi yapıyor, tam “hah” diyor, geçiyorum koltuğa, diniyor bir süre sonra. Yerler sıcak yerler daha soğumadı, ondan ondan... Dün akşam okullar tatil edildi, kardan önce tatil geldi yani, yine tutturamadık gibi. Yine biz diyorum, farkındaysanız, tahminlerinin büyük bölümü tutmuyorsa, meteorolojinin bunda suçu ne? O da memleketimizin bir kurumu, kurumlarımızı yıpratmamamız, onlara sahip çıkmamız gerekir. Bir meteoroloji kolay mı yetişiyor, üstelik bir gün bu memlekette herkesin hava tahminine ihtiyacı olacak.

Yaşını başını almış, hatta biraz da fazla almış bir kadın olarak hâlâ, kar nedeniyle okullar tatil, denilince bir seviniyor, bir seviniyorum. Sanki, ortaokula gidiyorum, o gün de iki sınavım var ve çalışmamışım, yani o derece. Sevgili kızlarım ve torunlarım, bilinç altıma işlemiş bir kar tatili sevincinden muzdaribim. Yüz yaşına gelsem de durum bu.

Depresyon ilaçları da faydasız bu hallerde bilen bilir, sevince “cipram” naaapsın, onun işi keder ve travma, adı üstünde; serotonin geri alımı. Size mutluluk veren hormon serotonini öyle “Bir gün de şu adam iki tatlı laf söylemedi, bir kır çiçeği bile getirmedi, saçımı süpürge ediyorum, bu çocuklar neden ders çalışmaz ve niye kreşe gittiklerinden beri onların dersleriyle, kurslarıyla ben ilgilenirim, işyerinde benimkinin dörtte biri kadar eğitimi, birikimi vs. olmayan erkekler baştacı edilir de, ben hâlâ yerimde sayıklarım, niye ben bazı erkeklere selam vermek zorundayım da onlar keyiflerinin istediği zaman beni görür, istemedikleri zaman görmezler. Niye benim en yüksek kariyerim üç çocuk doğurmak oluyor da, adamlarınki bakan olmak, başbakan olmak, oluyor?” şeklindeki soruları kendinize sorarak, ya da her gittiğiniz yerde ve önünüze çıkan her alanda bu soruları çeşitlendirerek harcamayın.

 

Birgün gelecek, gelecek birgün...

Mutluluk hormonu bu, tren değil, tükenir birgün, “Achhhh doktor göğsümün orta yerinde, bu gittikçe ve de gittikçe derine inen o umarsız sıkıntı yok mu sıkıntı” diye çalıverirsiniz psikiyatristin kapısını. O da Viyanalı sakallının öğrencisidir yaa, bilir kadını da onun bilinçaltı kıskançlıklarını da dayanır ciprama. Sonra, çocukluğunuza kadar uzanarak babayla halledilemeyen ilişkiler, erken kopuş vs. üzerinden ruhunuzu tamirata girişir. Evdeki düzen de devam etmektedir oysa, işteki de, ülkedeki de.

Televizyonlar, gazeteler boşanmak istediği için yurdun çeşitli bölgelerinde kocaları tarafından öldürülen üç kadının, geride kalan çocukların hikâyesini, kendini boğaz köprüsünden atan, yağlı urganlara boynunu geçiren kadınların hikâyelerini anlatmaya devam ederken, aynı televizyonlarda hamile kadınların sokağa çıkması caiz değil, iffetli kadın gülmez, kadın çalışırsa, “kadınlık görevlerini” ihmal eder, kocasının gözü dışarda olur, vs... birtakım kıt akıllı erkek kanaat önderlerinin sizin hakkınızdaki laflarını işitirsiniz.

Kanaatin, önderliğin ve iktidarın onların elinde olduğu bir toplumsal düzende, sizin aldığınız cipram birken ikiye çıkar.

Kar bana toplum içindeki, insanlar arasındaki güç ilişkilerini kavramadığım, eşitsizlik ve adaletsizlikleri henüz algılayamadığım, neşeli, tasasız çocukluk günlerimi hatırlatıyor. Kar bana öğleden sonra kar bastırdığı için sabah çocuk aklıyla atkısız, beresiz okula gittiğimizde, annemin, karın içinde debelenerek bize atkı, bere getirdiği, daha sonra mahallede bizimle coşarak, kar topu oynadığı, bizi karlara yuvarladığı günleri hatırlatıyor.

Babaların da kadınlara ve çocuklarına karşı kadınlar kadar sorumluluk hissettiği, her yaştan kadının özgürce kendi istekleri doğrultusunda yaşadığı, erkek egemenliğinin evde, işte, sokakta kadın hayatlarını zindana çevirmediği, yoksul küçük çocukların egzos borularından ısınmadığı bir zaman elbette gelecek. İşte hayatımız o gün kar yağdığında anne ve babalarıyla kar topu oynayan çocuklar kadar neşeli ve şen olacak... ■

 

(Kaynak: Petrol-İş Kadın Dergisi, Sayı 50, Ocak 2015)