İşten çıkarılan Divan işçileri iki ayı aşkın süredir fabrika önündeler:

Bu direnişi biz kadınlar ayakta tuttuk

 

Divan Pastaneleri'nin leziz çikolataları, şahane pastaları, kurabiyeleri vardır. İşte o ürünleri üreten işçiler, geçtiğimiz Şubat ayında sendikaya üye oldukları için işten çıkarıldılar. Sendikaya üye oldular, çünkü çalışma koşulları çok ağırdı. O günden bu yana İstanbul Çekmeköy’e bağlı Taşdelen Mahallesi’nde bulunan üretim yeri önünde direnişteler... Zaman zaman Divan Pastaneleri'nin önüne de gidip eylem yapıyorlar. Fabrika önüne gittik ve işten çıkarılan kadın işçilerle görüştük... Tatlı üretiyorlar, ama hayatları hiç de öyle değil...

 

Necla Akgökçe

 

Nuray Çak: 33 yaşındayım. Bekârım, ailemle birlikte oturuyorum. Divan'da iki senedir paketleme bölümünde çalışıyorum. Sabah 06:30 mesaimiz başlıyor, 15:30 bitiyor, ya da bitmesi gerekir, normal şartlar altında, ama mesai olduğunda geçe kalıyoruz. Bazen saat 20:30'da çıktığımız da oluyor. Zorunlu mesai var burada. Bu konuda ben ve iki arkadaşım çok daha fazla baskıya uğruyorduk, bize “bekârsınız kalacaksınız” deniyordu. Torpilli olanlar var, onlar hiç mesaiye filan kalmıyordu. Biz izin istediğimiz zaman izin verilmiyordu, kendi adamları olduğunda istediğiniz kadar izin alabiliyordunuz. Şeflerin baskısı had seviyedeydi. Bir sene boyunca biz ful mesaiye kaldık, "kalmak istemiyoruz", diyorduk. Bize "performanstan dolayı para alırsınız" denildi. Yıl sonu geldi, aldığımız zam 68 TL, performans zammı filan yok yani. Bu durumu genel müdürle de görüştük. "Bir sene mesaiye kalan insanla kalmayan insan arasında bir fark olması gerekmiyor mu?" dedim. Bana döndü “Mesaiye kalıyorsunuz ama paranızı da alıyorsunuz” dedi. Ben "ama kalmayan insanlar var, haksızlık değil mi siz bizimle böyle konuşmadınız" dedim. O da dönüp şefe sordu, o da "biz aramızda hallederiz" vs. dedi. Hiçbir netice alamadık yani. Olayların başlama nedenlerinden biri de şeflerin çok insan kayırması, bizi insan yerine koymamasıydı.

 

Siz daha önce çalışıyor muydunuz?

Beybi'de çalıştım... Cerrahi eldiven yapıyorduk. Orada sendikalıydık, Lastik-İş vardı.

 

Çalışma koşullarını karşılaştırdığınızda sendikalı bir işyeri ile sendikasız işyeri arasında ne tür farklılıklar görüyorsunuz?

Orada işe başlama saatimiz 08:00'dı akşam, 18:00'da işi bırakıyordum. Orada sabah ve akşam olmak üzere çay molaları vardı. Mesaiye kaldığımızda da ücretin yüzde 100'ünü alıyorduk. Burada öyle bir şey yok, durmaksızın çalışıyoruz, çay saatimiz yok mesela. Yemek yok, sandviç çıkarılıyor. Orada kömür parası, gıda yardımı, üç ayda bir ikramiyelerimiz vardı. Burada hiçbir şey yok.

 

Siz burada sendikalı olmaya nasıl karar verdiniz?

Arkadaşlar çalışma başlatmışlardı zaten. Biz de duyduk, esasında biz biraz geç kaldık, çıkarılmadan birkaç gün önce sendikalı olduk. Ben tereddütsüz oldum.

 

Burada yaptığınız iş tam olarak neydi, kadınlar ne tür işler yapıyordu?

Farklı farklı bölümlerde çalışıyorlardı. Şokola bölümü vardı mesela, orada çalışıyorduk, bantlarda, çalışırlardı kadınlar, lokumlar, şekerler, çikolataya bandırılırdı, bu başka bir bölümdü. Sonra ambalaj yapılır, kutulanırdı. En son bizim bölüme gelirdi.

 

Siz ne yapıyordunuz?

Ambalaj ve kolileme. En azından 10 kilo kaldırıyorduk. Genellikle benle arkadaşım yapıyordu bu işleri. Bel fıtığı da var bende, boyun fıtığı da. Adamına göre muamele olduğu için bazılarının durumu tabii ki daha zordu.

 

Kayırma vardı yani, kimleri kayırıyorlardı?

Tabii, köylülerini, Sebahat Hanım'ın özel hizmetinde çalışmış insanlar vardı, onları kayırıyorlardı. Şefe, patrona yalakalık yapanlar kayırılıyordu yani, ezilmiyordu. Biz de hakkımızı aradığımız için kötü işçiler olduk.

 

Kadın çalışan olarak mobbing, taciz gibi durumlarla karşılaştınız mı hiç?

Şefin bizi "terbiyesizsiniz, sizin büyüttüğünüz çocuklar da sizin gibi olur ileride” filan gibi aşağılamaları hep oluyordu. Genel müdür de “Mal geldiniz, mal gidiyorsunuz, sürün bu eşekleri buradan” şeklinde bazı arkadaşlarımıza hakarette bulunmuş.

 

Çalışmak, sizin için ne anlama geliyor, evlenseniz, birileri ben size bakarım vs. dese dışarıdaki işinizi bırakır mısınız?

Bırakır mıyım, hayır bırakmam. Benim zaten iki sene bir primim kalmış. Primimi doldurup emekli olmak istiyorum. Kimseye muhtaç olmadan kendi ayaklarımın üzerinde durmak istiyorum. Ben ilkokulu bitirdikten sonra başladım çalışmaya. Çalışırken dışarıdan ortaokulu ve liseyi bitirdim. O kadar çaba harcadım emekli olmak istiyorum.

 

Türkiye'de kadın olmakla ilgili ne düşünüyorsunuz?

Türkiye'de kadın olmanın çok zor olduğunu düşünüyorum. İş yaşamında olsun, normal hayatta olsun çok zorluklarla karşılaşıyorsunuz. Televizyonlarda da izliyoruz; hergün kadınlar öldürülüyor. Bunların baş sorumlusu yasalar elbette, kadınları koruyan yasalar yok. İş yasaları da öyle. Devamlı yasa çıkarıyorlar ama iş yasasını düzeltemiyorlar, her şey bizim aleyhimize.

 

Son olarak nasıl sonuçlanır sizce bu direniş?

İyi sonuçlanır umarım, biz güvenceli bir biçimde işimize geri dönmek istiyoruz.

 

Gizem Uluer: İki yıldır Divan üretim merkezinde paketleme bölümünde çalışıyorum. 27 yaşındayım. Bilgisayarlı muhasebe okudum. Antalya'dan buraya geleli altı yıl oluyor, İstanbul'daki ilk işim bu.

 

Antalya'da ne iş yapıyordunuz?

Otelde garsonluk yapıyordum. Buraya da arkadaşımın vasıtası ile girdim. “Üç ayda bir ikramiyesi var, şu var, bu var” diye ballandıra ballandıra anlatmıştı bana. O da bilmiyormuş şartları gerçi. Tamam, dedim öyle başladım. İki yıl hiçbir yere çıkmadan, paketleme bölümünde çalıştım.

 

Ağır kolileri siz de kaldıryor muydunuz?

Tabii. Çalışırken de kaldırıyordum. Ama üretim yerimiz Ümraniye'den buraya taşındı. Taşınırken koca koca kolileri arabaya yükleyen, rafları silip kaldıran, buraya taşıyan hep bizdik. Arkadaşım, ben, iki kadın daha. Erkeklere izin veriyorlar, “gidin evde dinlenin” diyorlar. Üretim fabrikası koskoca bir bölüm taşınıyor. Biz dört kadın çalışıyoruz, her şeyde. Orada katla, yıka, buraya getir. Odalara taşı, hepsini biz yaptık. Büyük büyük raflar, koliler var, paletler var. Paletlere bizim gücümüz bile yetmiyordu. Mecbur çalıştık.

 

Evli misiniz, bekâr mısınız?

Bekârım, evlenme diye bir niyetim yoktu ama divanda çalışırken, keşke evli olsaydım dediğim zamanlar oldu: Burada evlilere, pazar günü “onlar çalışmasın, eşleriyle kahvaltı yapsınlar, çocuklarıyla rahat etsinler” deniyor. Ama “sen gel sen bekârsın, evde yatıp da ne yapacaksın, gel çalış” diyordu bize hep. Mesai olduğunda da öyle “onlar evli, gitsinler, sen kal çeyiz parası biriktirirsin” diyorlardı. Yaa bana bir sor, belki bir işim var, belki kalmak istemiyorum, sor bana bir bakalım kalmak istiyor muyum, benim yerime niye karar veriyorsun? Ayda 130 saat mesai yapmışlığım var. Sonuçta sen de bir ailenin içinde yaşıyorsun, annen, baban var. Biz mesailere karşı çıktığımız için, son dönemlerde şef yanımıza gelip, “Kimseye mesai yok, ama senle sen, kalacaksınız” diyordu arkadaşımla bana. Mobbing yapıyorlardı yani. Hemşehrisine, benim toprağımdan dediğine kıyağını geçiyor, sen bekârsın çalış... İçeride eşitlik yoktu. Divanın terazisi çok farklı. Birine “tamam işin varsa git” diyor, ben “hastayım, midem ağrıyor, karnım ağrıyor” diyorum. "Yok sen otur, seni oturarak çalıştırırım” diyor. Ben sözleşmeli olarak girdim önce, daha sonra kadroya aldılar. Antalya'da otelde de öyle çalışıyordum. Sezonluktu, kışın çıkanlar vardı ama beni çıkarmamışlardı. Orada da iki buçuk yıl çalıştım...

 

Koca Divan pastanesi, siz böyle ilkel koşullarda çalışıyordunuz, öyle mi?

Evet, aynen öyle. Bayramda bize çikolata veriyorlardı mesela, bizim yaptığımız çikolatalar. Ama tarihi geçmiş çikolataları veriyorlardı. Yaa buna emek veren benim, ben yapmışım bu çikolataları karşılığı bu mu? Yönetime, çiçekli, gününde yapılan çikolata veriyorsun, bana da öyle ver bir zahmet. Bayatlamış ürünleri bana niye veriyorsun, ben onu yapmak için gecemi gündüzüme katmışım. Pazar günü evdeyim bir telefon geldi “Gizem gel, Sebahat Hanım'a ekmek yapılacak, 50 tane ekmek var” arkadaşımla ben her şeyi bırakıp buraya geliyoruz, ekmek yapıyoruz. Özel istek üzerine üretiyoruz, portakallı ekmek. Patron eşine dostuna, ekmek verecek diye biz bir pazar günü bile dinlenemiyor, buraya gelip çalışıyoruz.

 

Bu iş değil angarya, angarya ise anayasal bir suç?

Tabii angarya, biz iki bekâr kadın geliyoruz... Saat 22.00'a kadar mesaiye kalıp 50 ekmeği bitiriyoruz. Ümraniye'den taşınırken parmağım asansör kapısı ile duvar arasına sıkıştı, revirde doktor olmadığı için beni devlet hastanesine yolladılar. Orada bana 10 günlük rapor verildi. Raporu işyerine verdim. Beş günün sonunda şeflerim beni arayarak “Eleman yok, gel, gelmezsen sonun kötü olur” dediler. Elimde rapor var, izin benim hakkım... Ben beş gün rapor kullandım, beş gün sonunda buraya geldim. Raporun beş günü içeride kaldı. Parmağımın şurasında bakın ödem oluştu. İzin alıp gidemedim de...

 

İş kazası bu biliyorsunuz değil mi?

Tabii, biliyorum. Elim sargılıydı, 10-15 gün sargıda kaldı, iyileşemedim, çünkü bana oynatma dediler, ben oynattım. Elim bileğe kadar sargılıydı. On günde bitecek şey ben burada gelip çalıştığım için sürüncemede kaldı, bana kaç güne mâl oldu. Benim bordroya baktım, maaşımdan 10 gün kestiler ama beş günüm içeride kaldı. Bundan bile medet umuyorlar yani. Hem paradan hem de sağlıktan oldum.

 

Yemekhane eylemi nasıl oldu?

İçeride üretim müdürü, arkadaşlarıma “mal geldin, mal gidiyorsunuz, şu eşekleri buradan sürün” vs. diye hakaret etmiş. Baskılar hakaretler karşısında, biz 55 kişi kendimizi yemekhaneye kilitledik. Sayımız önce daha fazlaydı ama bazıları vazgeçtiler. 'Sendikamızla görüşün' talebinden başka bir talebimiz de yoktu. Hiçbir biçimde kabul etmediler. Telefonlarımızı şarj etmeyelim diye sadece yemekhanenin elektriğini kestiler. O şartlarda içeride kaldık. Beni şefim aradı. “Niye orada duruyorsunuz, kardeşimi de alıp aşağı insenize” dedi. Kardeşi de aşağıda bizimle birlikteydi. Megafonu açtım. “Bizi buraya sen çıkardın, sonra sattın yukarı çıktın, ben de aklı başında bir insanım kardeşin de öyle, biz ne yaptığımızı çok iyi biliyoruz. Sen indin, bizim vicdanımız var, biz inmeyiz” dedim. Bana döndü “O sizin hayvanlığınız” dedi. Mikrofon açıktı herkes duydu. Herkes isyan etti bağırıp çağırmaya başladı. Bir daha da aramadılar zaten.

 

İşten nasıl çıkardılar?

"55 kişinin iş akdine son veriyoruz"  dediler. "İsterseniz imzalayın alın" dediler, biz "hiçbirimiz imzalamıyoruz" dedik. Sonra polisler geldi, "çıkarılmışsınız" dedi. Tek tek isimlerimizi okudu. Hepimizin isimleri yazıyor. "Polis zoruyla çıkaracağız" dediler. Arkadaşlarla düşündük, taşındık, "dışarıda devam edelim, burada bitirelim" dedik. Polis eşliğinde dışarı çıktık.

 

Sizin sendikalaşmanız nasıl oldu?

Zamlar bu kadar düşük gelince biz 130 kişi imza topladık. İmza toplayınca zaten işyerinde çatırdamalar oldu. İmza toplayanların başındaki üç kişi ansızın çıkarılınca, sevkiyat bölümünden başlayarak, sendikalaşma her tarafa yayıldı. Çıkarılan üç kişi de zaten sendika üyesiydi. İçeride bir günde 70-80 kişi sendikaya üye oldu, o kadar bıkmıştık ki... Hızlı gelişti
her şey. Bir an önce bir şeyler olsun, hakaretler, baskı, fazla çalıştırma son bulsun, diye düşündük. 90 küsür kişi üye olmuştu, yetki alabiliyorduk. Sonra çıkarıldık işte.

 

İyi ki direnmişiz, diyor musunuz?

Evet, memnunum iyi ki katıldım, iyi ki direndim diyorum, bu süreçte babam çok destek oldu. Annem başlangıçta karşı çıkıyordu. Bu benim ilk sendika deneyimim. Ama biz yemekhanede direnirken onu çağırdım kapıya, buradaki insanları gördü, onları dinlemiş, çok üzülmüş tabii.

Sonra beni aradı ilk söylediği laf “kızım orada çok iyi bir şey yapıyorsunuz, insanlar çok iyi, arkadaşlarını asla bırakma” dedi. İyi ki direndik, haksızlık karşısında boyun eğmedim, hiçbir pişmanlığım yok.

Biz çalışan insanlarız bugün ben çıkarıldıysam, yarın içeridekiler de çıkarılabilir. Bugün bizeyse yarın onlara olur. Sonuna kadar mücadele edeceğiz. Biz dayanışmayı, ekmeğimizi, derdimizi, bölüşmeyi burada gördük. Hep bereber düşünüp, hep beraber gülüyoruz.

 

Sedef Erdal: İki buçuk yıldır bisküvi bölümünde çalışıyorum, üretimde. Bisküvi bölümünde kurabiyeler yapardık. Hamurunu, her şeyini biz yapıyorduk. Benim yaptığım tahinli çıtır diye bir ürün vardı. Günde 45 kilo yapılıyordu, iç malzemesi tahin, ceviz, şeker karışımıydı, ben büyük bir kazan içine koyuyordum, elimde kendim yoğuruyordum. Makine şekeri fazla eritiyor, cıvık hale geliyordu. Kıvamlı olsun diye ben yoğuruyordum. Onu teker teker yufkalara sarıyorduk. O da bayağı bir uğraş isteyen, emek isteyen bir işti, ben o işin uzmanı olmuştum.

 

Daha eski çalışanlar var mı aranızda, konuştuğum arkadaşlarınız yeni işçiler hep?

Var tabii bizim aramızda da, burada olanlar arasında da eski çalışanlar var. 20 yıllık, 30 yıllık çalışan arkadaşlarımız var. Öyle onlar da tazminatsız atıldılar.

 

Siz evli misiniz, bekâr mısınız?

Evliyim, bir çocuğum var, o da üretimde çalışıyor, 23 yaşında. Daha önce ben çocuk bakıcılığı yapıyordum. 1987 yılında fabrika Sütlüce'deyken girdim ve bir süre çalıştım. Buraya hep girdim çıktım ben.

 

Neden kesintili çalıştınız?

1987'de fabrika Sütlüce'deydi, biz de Anadolu yakasında oturuyorduk. O dönem servis yoktu. Zor geldi, çıktım. 1987 ile 2004 arasında başka işlerde, tekstilde çalıştım. Evlendim, çocuğum oldu, bir dönem çalışmadım. Sonra tekrar tekstile başladım. Çocuk bakıcılığı yaptım.

2004'te tekrar geldim, altı aylık sözleşme ile almışlardı, geçiciydim. Çıkardılar, sonra tekrar çağırdılar, geçici olarak çalışmak istemediğimi söyledim. Çocuk bakıcılığına devam ettim. Sigortalı işe girmek istedim, burayı tercih ettim. Çocuk bakıcılığı yaptığım dönemlerde hiç sigortam olmadı, o zaman çocuğumla daha fazla vakit geçiririm, cumartesi pazar çalışmam, diyordum. Yanlış yapmışım.

 

Son ne zaman girdiniz buraya?

2012'nin Haziran ayında geldim ve çalışmaya devam ettim. Koşullarda bir değişiklik yoktu, uzun mesai saatleri, düşük ücretler devam ediyordu. Buraya geldikten sonra çalışma koşullarını diğer arkadaşlarla da konuşup bir değiştirsek, sendika gelse, diye hep düşünürdüm. Sendika düşüncesi vardı. Benden çıkmadı, hiç tahmin etmediğimiz arkadaşlar adım attı. Biz de destekledik, sendika lafı çok hızlı gelişti, hızlı bir biçimde üye oldu herkes, hızlı bir biçimde de bizleri çıkardılar.

 

İçeride üye var mı?

Birkaç kişi istifa etti ama bir miktar üye var içeride.

 

Burada yiyecek üretiliyor ve Divan ürünleri pahalıdır, çalışma koşullarınız niye bu kadar kötü, düşündünüz mü hiç?

Evet, ayrıca insan sağlığını da ilgilendiren bir iş yapıyoruz, o konuda da dikkatli değiller. Ben tahinli çıtır yapıyorum. Yufkası dışarıdan geliyor, 10 günlük raf ömrü var. Satın alma buna dikkat etmiyordu, tarihi geçmiş yufka alıyor, "bir şey olmaz" diyordu. İnsan sağlığı bu, hep itiraz ettim, ustama söylüyordum “yap gitsin” diyorlardı. Bir şey olursa ne olacak? Satın Alma'ya "Bir aylık yufka stoğu var, bunlar bozulur" deyince, şef beni azarladı “Ben yap diyorsam yapacaksın, yoksa işten çıkarırım” dedi. Bu konuda sürekli çatışma halindeydik. "Zorunlu mesaiye kalacaksın" diyorlardı, herkes kalıyordu, kalmak istemiyordum, ama arkadaşlar itiraz etmiyorlardı. İşten çıkarılmaktan korkuyorlardı, sindirilmişler. İmza toplayıp, yönetime verdik suçlu olduk, işten çıkardılar.

 

Direnişin geleceği hakkında ne düşünüyorsunuz?

Biz kararlıyız, bu direnişte öncü kadınlar, biz ayakta tuttuk direnişi. Kadınlar daha dirayetli, 59 gün oldu, ama devam edeceğiz, hakkımızı alana kadar devam... ■

 

(Kaynak: Petrol-İş Kadın Dergisi, Sayı 51, Haziran 2015)