Kadınlar mı sendikalara mesafeli sendikalar mı kadınlara?

Kadınlar sendikalarda bakım sorumluluğu konusunda yalnız bırakılıyor, sendikal yapılara nüfuz edemiyor, sendikal eğitimlere dâhil olamıyor, yeteri kadar temsil edilemiyor, toplu sözleşmelerde özgül sorunlarına yer verilmiyor. Özgüven, bilgi, deneyim ve destek yetersizliği nedeniyle sendikalarda var olamayan kadınların sendikalara mesafeli olması anlaşılabilir.

Piyasada herhangi bir iş cinsiyetten bağımsız ve soyut olarak ele alınır. Oysa bu soyut iş, bir çalışanın varlığı ile somut bir örneğe dönüşür. Piyasanın ve işverenlerin çalışandan beklediği, yalnızca iş için var olması ve işini etkileyecek herhangi bir sorumluluğu ve zorunluluklarının olmamasıdır. Dolayısıyla piyasa ve firmalar için, işin dışında gereğinden fazla yükümlülüğü olan bir çalışan uygun bir çalışan değildir. Buna yakın olan ise erkektir. Çünkü eşi ya da başka bir kadın kişisel ihtiyaçlarını karşılar ve çocuklarıyla ilgilenirken, erkek çalışan hayatının merkezine tam zamanlı, ömürlük işini koyar ve kendisini işine adar. İş dışında gereğinden fazla yükümlülüğü olduğu düşünülen özellikle evli ve çocuklu kadınlar güvenilir işçiler değildir. Onlar daha fazla devamsızlık yapar, mutlaka evlenir ve çocuk yaparlar. Çocuklarına bakmak için işlerini terk eder veya çalışmaya ara verirler. Üstelik işin dışındaki, toplumsal olarak yüklenen rol ve sorumlulukların kadınların bedenleri ve zihinlerini tamamen işe adamalarına engel olduğu düşünülür. Bu nedenle de bazı işverenler kadın işçi çalıştırmak durumunda kaldıklarında evlenmeme, evlilikleri sıraya koyma gibi insan haklarına aykırı sözleşmeler yapma, hamile kaldıklarında işten çıkarma gibi yasa dışı yollara başvururlar. Böylece ilgisini ve dikkatini işten uzaklaştıran, iş dışındaki (aile sorumlulukları) zorunluluklarını işiyle dengelemiş, bu sorumluluklarından kurtulmuş ve erkekleşmiş kadınlar tercih edilir. Bu sorumlulukların, neslin üremesi ve bugünkü neslin yeniden üretimi, yani bir sonraki güne hazır edilmesindeki ve toplumun işleyişindeki merkezi rolünün işverenler için bir önemi yoktur. Bu durumda cinsiyetsizmiş gibi sunulan ücretli “iş” kavramı tam manasıyla cinsiyetçi bir kavramdır.

 

Sendika işinin cinsiyeti

Görüldüğü gibi “ücretli iş” hâlihazırda cinsiyete bağlı işbölümünü ve kamusal ile özel arasında bir ayrımı içerir. Özetle, örgütlenmelerin (firmaların) cinsiyetçi yapıları esasen işlerin cinsiyetçi yapılarına bağlıdır. Peki, sendika işi bu çözümlemeden bağımsız mıdır? Başka bir ifade ile sendika işinin bir cinsiyeti var mıdır?

Bugün kime sorarsanız sorun sendika işinin bir cinsiyetinin olmadığı cevabını alırsınız. Veya nadiren sendikacılığın bir erkek işi olduğu belirtilir. Ancak kadınların sendika yönetimlerindeki temsil düzeyinin zayıf olmasının nedenlerini biraz irdelediğinizde sendika işinin (yönetim kademelerinde yer almanın) kadınlara uygun olmadığı algısını açık bir şekilde ortaya koyan ifadelere çok sık rastlarsınız.

Toplumsal zihindeki algı, kadının “içerde” olması gereken bir kişi, korunması/kapatılması gereken bir nesne olarak tezahür ediyor. Dolayısıyla “dışarısı” erkeklerin dünyasıdır. Aynı zihinsel algı “sendika işi”ni de fazlasıyla “dışarıya ait” bir iş olarak görmekte. Dolayısıyla toplumdaki erkek egemen kültür, sendikalarda sendika işinin bir kadın işi olmadığı algısını yeniden üretmekte.

Bu kültürün açık yansımalarından birisi süregelen sendikal mücadelenin niteliğidir. Sendikal mücadele öteden beri işçi ailesinin varlığını sürdürmesi için toplumsal yapıda aile reisi konumundaki erkeğin dışarıda çalışarak eve ekmek getirdiği “geçim stratejisi” üzerinden kurgulanmıştır. Bu algıya göre evin dışında kurulan ve “değerli” olan bütün üretim ilişkileri, erkekler üzerinden yürümektedir. Dolayısıyla, hak arama, dayanışma, işçilerin temsili ve yönetimi gibi işçileri birlik haline getiren örgütlenmeler olarak sendikalardaki “iş” de erkek işi olmaktadır. Üstelik hak arama sürecindeki kavga, direniş, mücadele gibi kavramlardaki eril vurgu, bir nevi yiğitlik, mertlik, cesaret, kahramanlık ve militanlık söylemleri ile yoğrularak cinsiyet algısıyla iyice erkekleşir. Kadın (eş, anne, kızkardeş vb.), işçileşmiş erkeğin sadece tamamlayıcısı ve destekleyicisidir. Sonuçta algılar, erkek egemen söylem ve cinsiyetçi düşünce kalıpları, sendikal mücadeleye cinsiyetçi-ideolojik bir içerik kazandırıyor. Ailede kadın-erkek arasında görülen eşitsiz güç dağılımında olduğu gibi, sendika içinde de kadını sadece “yardımcı” konumuna indirgiyor ve sendika işinin bir erkek işi olduğu algısını yeniden üretiyor.

 

Masaya yumruk vurmadan sendikacılık

Çoğu zaman sendika işi erkeklerle özdeşleştirilmiş özelliklerle tarif edilir. Örneğin “sendikacılıkta mesai yok”, “cabbar olacaksın”, “kavga edeceksin”, “masaya yumruğunu vuracaksın”, “erkeklerle iç içe olacaksın”, “gerektiğinde hafta sonları şehir dışına çıkacaksın”, “uzun toplantı saatlerine katlanmak zorundasın”, “gece saat 03:00’te bir sorun oldu, bir kadını nasıl arayacağız?”, “7/24 telefonum açıktır” ifadeleri, sendikacılığın içeride olması beklenen ve muhafaza edilen kadınlara uygun olmadığı inancını güçlendiriyor. Özellikle “masaya yumruğunu şiddetle vurmak” “cabbar olmak”, “kavga etmek” vb. erkeklere atfedilen özelliklerin bir yöneticinin vasıfları olarak öne sürülmesi, “erkekliğin” ve iktidarının, sendikacılık alanı üzerinde bir hegemonya kurduğunu göstermesi bakımından önem taşıyor.

Yapılan araştırma ve gözlemler, sendikaların karar mekanizmalarında yer alan erkek sendikacıların, sendika işine atfettikleri özellikler ile kadınların aile rol ve sorumluluklarının uzlaşmasının oldukça zor olduğuna ilişkin bir algılarının olduğunu gösteriyor. Çünkü sendika işinin ritmi ve zamanlaması ile aile sorumluluklarının ritmi ve zamanlaması asla uyumlu değildir. Üstelik bu işler arasındaki uyumu sağlayacak olan, kadınlardan başkası değildir. Kadınların tercihinin hangi yönde olacağına ilişkin bu tarz bir çatışma karşısında erkekler, kadının “evin içi”ni tercih etmelerinin “doğal” olduğunu üstü örtük bir şekilde kabul etmekteler. Kadın, sendika işi veya ücretli işi karşısında “doğal” olarak ev ve aile sorumluklarını tercih ettiğinde, toplumdaki ve sendikadaki kadın sorunu çözülmüş sayılır.

 

Sendikacı kadının işini kolaylaştırmak

Bu durumda kadının sendika işini yapıp yapamayacağını, eşin desteğine, bekâr olmasına veya bakım yükümlülüğü hafiflemiş veya bu yükümlülüğünü aile üyeleri arasında paylaştırmış veyahut bir başka kadının çocukları ile ilgilenmesi koşuluna bağlamakta. Gerçekten sendikalarda aktif görevlerde bulunan kadınların, tıpkı emek piyasasında görülen durum gibi genellikle bekâr, veya evli fakat çocukları yetişkin olan kadınlardan oluştuğu gözlemleniyor.
Zaten bu uyumu sağlayamayan evli ve bakım yükümlülüğü olan kadınların ne sendika yöneticiliği ne de diğer faaliyetlere katılması beklenmemekte, hatta bu durum normal karşılanmaktadır.

Pek çok sendikacı tarafından kadınların bu sorumluluklarını azaltmaya dönük bir düşünce ve anlayışın olmadığını, bakım konusuna ilişkin duyarsızlıklarından görmek mümkündür. Birkaç sendika kadınların katıldığı eğitimlerin organizasyonuna, bu etkinlik esnasında eğitim gören kadınların çocuklarına yönelik etkinlikler tasarladığı ve o sırada bakımını sağlayacak olanakları dâhil ettiği görülmüştür. Ancak bu tür etkinliklerin sınırlı ve geçici olduğunu söylemek gerekir. Bundan önemlisi sendikaların bugün kadın örgütlerinin üzerinde önemle durduğu kadınların istihdamını ve sendikal faaliyetlere katılımını doğrudan etkileyen bakım sorununu ele alıp almadıkları veya bu soruna nasıl yaklaştıklarıdır.

Birincisi, bakıma ilişkin sosyal politika tartışmaları gündemde olmasına rağmen sendikalar bu tartışmaların uzağındadır. Toplu sözleşmeler incelendiğinde ise, sendikaların (Türkiye Gazeteciler Sendikası dışında) topluma ve devlete egemen olan “çocuk bakım sorumluluğu kadına aittir” anlayışının, çocuk bakımına ilişkin düzenlemelerin merkezi düşüncesini oluşturduğu görülebilmektedir. Konuya ilişkin diğer bir diğer bulgu, toplu sözleşmelerde bakım konusunun yalnızca çocuk bakımı ile sınırlanmış olmasıdır.

Yukarıda açıklamaya çalıştığımız birkaç sorun bile kadınların sendikalara neden mesafeli durduklarından çok, sendikaların kadınlara neden mesafeli durdukları sorusunun daha önemli olduğunu gösteriyor. Gerçekten sendikalar, işverenlerden ve yasalardan kaynaklanan önemli örgütlenme sorunları ve zorlukları ile karşı karşıya. Ancak kadınların sendikalara çekilmesi, onlara yeterince bilinçli, duyarlı ve cesaretli olmadıklarına yönelik suçlamalar getirerek veya kadınları sendikalardan uzaklaştıran toplumsal rol ve sorumlulukları değişmez bir veri şeklinde kabul ederek durumu meşrulaştırmak yoluyla gerçekleştirilemez.

Bakım sorumluluğu konusunda yalnız bırakılan, sendikal yapılara nüfuz edemeyen, sendikal eğitimlere dâhil olamayan, temsili sağlanmayan, toplu sözleşmelerde özgül sorunlarına yer verilmeyen, özgüven, bilgi, deneyim ve destek yetersizliği nedeniyle erkeklerin dünyasını temsil eden sendikalarda var olamayan kadınların neden sendikalara mesafeli olduklarını sormak, sizce de anlamsız bir soru değil mi? ■

 

(Kaynak: Petrol-İş Kadın Dergisi, Sayı 51, Haziran 2015)