Oyuncular Sendikası'yla Toplumsal Cinsiyet Eşitsizliği ve İşyerinde Taciz ve Mobbing ile Mücadele Birimi

ve çalışmaları hakkında konuştuk:

"Sektör olarak değiştirmek, dönüştürmek ve algıları kırmak elimizde"

İşyerinde şiddet ve tacizle mücadelenin sendikal bir mesele olduğu, hem işyeri sağlığı ve güvenliği meselesi hem de insan hakları meselesi olduğu uzun süredir kabul edilen bir anlayış. Tüzük değişikliği veya şiddet karşıtı söylemlerin mücadelede yetersiz kaldığı deneyimlerle defalarca kanıtlanmıştır. Oyunculuk sektöründe çalışanlar, özellikle kadınlar, taciz ve mobbinge en çok maruz kalan kesimlerden biri. Oyuncular Sendikası, geçtiğimiz yıl artık yeter diyerek taciz ve mobbingle mücadele amacıyla bir birim kurdu. Konuyla ilgili yönetim kurulu üyesi, oyuncu Eda Çatalçam ve genel koordinatör Sinem Derya Çetinkaya ile görüştük.

Söyleşi: Fethiye Kabataş Keskin

 

Kendinizi tanıtır mısınız? Ne yapıyorsunuz, sendikadaki göreviniz nedir?

Eda Çatalçam: Ben Eda Çatalçam, oyuncuyum. Oyuncular Sendikası yönetim kurulu üyesiyim. Hem kadın oyuncu olarak hem de anne oyuncu olarak sektörün içerisinde kendi hayatıma dair yaşadığım pek çok tecrübe de var.

Bunun dışında televizyon sektörünün oldukça yoğun çalışma saatlerinin olması, olumsuz çalışma koşulları gibi pek çok durum hem sendikalı olmayı gerektirdi, hem de sendika içinde toplumsal cinsiyet eşitliği meselesinde kadınlar olarak çok önem vermemiz gereken hassas bir denge olduğunu fark ettik. O yüzden de TÜSİAD’ın oluşturduğu, dizilerde toplumsal cinsiyet eşitliği meselesine ilk toplantı ve davetle başlayan ve bu birimi, yani Toplumsal Cinsiyet Eşitliği Birimi’ni kurmaya giden serüven başladı. Henüz ön çalışmalar içerisindeyiz. Kendimizi tanımak sınırlarımızı bilmek, neler yapabileceğimizi görmek ve yapabileceğimiz şeyler üzerinden fikir birliğine varmak için çalışıyoruz. Birim, tam olarak oturduğunda sektör için çok önemli bir yere geleceğini düşünüyorum.

Sinem Derya Çetinkaya: Ben Sinem Derya Çetinkaya. Oyuncular Sendikası genel koordinatörüyüm. Siyaset bilimi ve hukuk okudum, yaklaşık 10 yıldır sendika uzmanı olarak çalışıyorum. Yönetim Kurulu’nun verdiği görevler çerçevesinde sendikamızın faaliyet alanı kapsamında işlerini yürütüyorum.

Eda Çatalçam: Biz oyuncu olduğumuz için sendikalı olmak ya da sendikacı olmak bizim için başka bir dil. Yönetim kurulu olarak seçildiğimizde hiçbirimiz iş kanunu, sendika hukuku gibi sendikal faaliyetler konusunda birikime sahip değildik. Burada öğreniyoruz ve bu süreçte de hakikaten Sinem hem bizim danışmanımız gibi hem de bizi yönlendiren bir yol gösterici gibi oluyor. Çünkü onun bildiği hukuk dili, onun bildiği sendika tecrübesi bize de çok önemli bir izlek oluyor. Bizim sektörü tanımamızla onun da sendikal sektörü tanıması birleştiğinde ortaya Oyuncular Sendikası’nın faaliyetlerini yürütebilen bir yapı çıkartıyor.

 

Neden böyle bir birime ihtiyaç oldu? Birim için çalışmalar ne zaman ve kimlerin öncülüğünde başladı?

Eda Çatalçam: İlk olarak geçen sene TÜSİAD’ın dizilerdeki toplumsal cinsiyet eşitliğiyle ilgili yaptığı bir çalışmaya katıldık ve Ebru Nihan Celkan yönetiminde bir atölyede yer aldık. Orada paydaşların hepsi vardı. Oyunculardan, yapımcılardan, kanal yönetimlerinden, hatta reklam verenlerden oluşan sektör paydaşlarının toplandığı bir atölye çalışması oldu. Atölye çalışmasında şunu fark ettik, sektör içinde olan kişiler olarak aslında toplumsal cinsiyet eşitliğinin ne kadar farkındayız ve nereden başlayarak bu farkındalığı insanlara ve kendimize yayabiliriz?

Televizyondaki dizilerin çoğunda erkek ve kadın üzerinden yürütülen stereotiplerin bizi ne kadar sınırlandırdığını, bu stereotiplerin bizim toplumsal hafızamızda nasıl bir algı yarattığına dair bir farkındalık yeniden oluştu. Yapılan çalışma sonrasında Oyuncular Sendikası olarak bu işi muhakkak sahiplenmeli ve devam ettirmeliyiz dedik. Oyuncu olarak bizler kamera önünde senaryoya ya da rejiye çok büyük müdahaleler yapamayabiliriz. Ama 'bayan' yerine 'kadın' kelimesini kullanabiliriz. 'Delikanlı kız' ya da 'adam gibi kadın' yerine 'insan' gibi farklı, eşitlikçi kavramları koyup, kadını yeren, erkeği öven ya da erkeği yeren kadını öven bir takım dilimize yerleşmiş eril söylemleri bir tarafa bırakabiliriz ve buna kendimizle başlayabiliriz.

Bu küçük farkındalıklarla ilgili çalışmalar sektör içerisindeki bu stereotiplerin de dönüşümüne muhakkak yarayacaktır. Bu çalışmadan başladık ve sonra Toplumsal Cinsiyet Birimi oluştu. Birimde arkadaşlarımızla beraber bir altyapı çalışması yapıyoruz. Böyle bir farkındalık üzerinden hareket etmek istiyoruz.

 

Ekran önünde toplumsal cinsiyet rollerinin pekiştirilmesine karşı duran bir yerden hareket ediyorsunuz.

Eda Çatalçam: Tabii, çünkü televizyon dediğimiz şey hepimizin evinde olan ve hayatımızdaki stresi atmak için oturup izlediğimiz ve kullandığımız bir araç. Üstelik de bir konser, bir sinema gibi çok büyük maliyetler gerektirmiyor. Bazen İstanbul gibi büyük şehirlerde ya da Anadolu’da bile insanlar yaşam telaşından en yakınındaki kişilerle ilişki kuramıyor. Böylesi sert bir yaşam içerisinde televizyonda izlediğimiz her şey bizim hayatımızın içerisinde bir yerde var oluyor. Hayat koşulları ya da sağlık koşulları sebebiyle evinden hiç çıkamayan ve o hayali kahramanlarla sohbet eden pek çok insan var. Onunla empati kurup, katharsis* yaşayan pek çok insan var. O yüzden televizyondaki karakterlerin farkındalığı, izleyen kişinin de farkındalığını sağlayacaktır.

 

Oyunculuk ve film sektöründe ne tür toplumsal cinsiyet eşitsizlikleri yaşanıyor?

Sinem Derya Çetinkaya: Kadın ve erkek oyuncuların görünürlüğü sayısal oranı kamera önünde birbirine çok yakın. Bu anlamda böyle bir eşitsizlik olduğu söylenemez, ancak rol dağılımı, diyalogların dağılımı gibi durumlara daha dikkatli baktığımızda eşitsizliği ve kemikleşmiş toplumsal cinsiyet rollerini görebiliyoruz. Bu arada kamera arkasında cinsiyetçi iş bölümü daha belirgin; kamera, ses, set ve ışık gibi birimlerde daha çok erkekler çalışıyor, reji sanat kostüm gibi birimlerde ise kadın çalışanlar daha fazla. Yönetmenlerin çoğu erkek ancak yönetmenler arasında da son yıllarda denge hatırı sayılır kadın yönetmenin varlığı ile değişti. Aslında bu konuda Eda anlattı ama tam tersinden de ifade edilebilir; toplum cinsiyetçi ve ayrıştırıcı, toplumsal roller de çok keskin. Bu sektörün de bu toplumun bir parçası olduğu ortadayken sektör de toplum değerlerinin, rollerin ve hatta dilin yeniden üretildiği bir yer oluyor. Sektörde çalışan biri değilim, bu anlamda deneyimim yok ancak oyunculardan dinlediğim kadarıyla kadın bedeni üzerinden kendini var eden ayrımcı bir dil de ne yazık ki çalışma ortamında bu zamana kadar normalleşmiş. Şimdi ise sektör kadınları buna karşı da ses çıkarıyor ve her yönü ile sektörde cinsiyetçiliğe karşı mücadele yöntemleri geliştirmeye çalışıyor.

Eda Çatalçam: Her sektörde olduğu gibi bizim sektör de erkek egemen kültürle çalışılan bir yer. Mesela Benedict Cumberbatch, başrolünde oynadığı kadın oyuncu onunla aynı ücreti almazsa oynamayacağını söyledi. Erkek oyuncuların kaşelerinin kadın oyunculardan daima daha yüksek olduğu, star kavramının daha çok erkek oyuncu üzerinden var edildiği durum bizim ülkemizde olduğu gibi dünyada da geçerliliğini koruyor.

Dünyada da toplumsal cinsiyet eşitliğiyle ilgili çalışmalarda oyuncular kendi varlıklarını böyle ortaya koyuyor. Örneğin Cannes Film Festivali’ndeki topuklu ayakkabı kuralına karşı Kristen Stewart kırmızı halıda topuklu ayakkabılarını çıkardı ve klasik kodları yıktı. Kadının bedeni üzerinden var olan bir durum var. Kadın oyuncunun bakımlı, güzel ve yaşı ne olursa olsun kamera önünde her zaman çekici olması konusu. Erkek oyuncunun bedeni üzerinden var edilen bir sektörden bahsedemeyiz. Tabii ki yakışıklı, karizmatik ya da jön dediğimiz erkek oyuncular var, ama onun dışında da hakikaten belli bir yaşı geçmiş ve kendi bedeni üzerinden değil de oyunculuğun gücü ya da karakterinin gücüyle kendini var eden pek çok erkek oyuncu var.

Kadın oyuncuların üzerinde hissettiği en büyük baskılardan biri de güzellik kavramı. Estetik çok normalleşiyor. Kadın oyuncular buna mecbur bırakılıyor. Sektörün içerisinde, kameranın karşısında olan kadın oyuncuysan kendi bedeninde “kameraya yakışan değişiklikler” yapmalısın.

Belli bir yaşı geçmiş ya da iyi bir kariyer elde etmiş kadın oyunculara baktığımız zaman, bedeni değil de oyunculuk gücüyle kadın oyuncuları komedide görebiliriz. Pek çok kadın çekici, hoş ve o istenen kadın modeline dönüyor. Çünkü sektör bunu istiyor. Bu da bir baskı, bir eşitsizlik ve ayrımcılık anlamına geliyor.

 

 

Hangi davranışların taciz sayıldığıyla ilgili net tanımlarınız var mı?

Eda Çatalçam: Kişinin kendisine yapılan şeyin taciz olup olmadığını fark edip buna göre davranması gerektiğine dair bir çalışma yapmayı düşünüyoruz. Çünkü bazen sınırların nerede başlayıp nerede bittiğini de kadın kendi içerisinde anlayamayabiliyor.

Bizim yaptığımız toplantılarda da, buna dair iç çalışmalarımızda ya da uzman psikologlarla ya da hukuk danışmanlarıyla yaptığımız röportajlarda şöyle bir şey fark ettik: Kadın olarak bu sektörde çalışırken bizden her şeyi içselleştirip öncelikle kendimizi suçlayan bir yapıyla büyüdüğümüz için bu sektörde de olası bir durumda 'yanlış mı anladım, acaba öyle değil mi, acaba öyle de ben mi böyle anladım' gibi sınırlara dair kendini suçlayan, onun taciz olup olmadığı konusunda şüpheye düşen bir yerde durabiliyoruz. Ama bunlara dair bir farkındalık çalışması yürütmek gerekiyor önce. Yani sizin söylediğiniz noktaya gelebilmek için sizin fark etmeniz gerekiyor.

 

Çalışma alanlarınız nereleri kapsıyor? Sizin için işyeri tanımı nedir?

Sinem Derya Çetinkaya: İşyeri tanımı konusu sektörümüz açısından biraz karışık, ancak şöyle anlatmaya çalışayım, oyuncuların işyerleri set sahne ve stüdyolar. Sahne ve stüdyolarda çalışma yerleri belli ve nispeten belirli standartlara göre düzenleniyor ancak setler için aynısı söz konusu değil. Aklınıza gelebilecek her yer set çalışanları için işyeri... plato, sokaklar, yalılar, gecekondular, yer altı ve yer üstü işlerinin yapıldığı yerler, akan trafik, maden ocağı, orman, çöl vs vs. İşyeri dediğimiz yerlerin sağlık ve güvenlik önemleri açısından bir standardının olması gerektiğini savunuyor ve bunun mücadelesini veriyoruz.

Çünkü yine setler söz konusu olduğunda şöyle bir sorunla karşı karşıyayız; ambulansın sağlık personelinin ve isg uzmanlarının istihdam edilmediği belirsiz ve değişken işyerlerimiz olmasının yanısıra işyeri olarak bildirilen yerler genelde yapım şirketlerinin ofisleri oluyor, denetlenen yerler de setler değil yapım şirketlerinin ofisleri oluyor.

 

Film sektöründe doğrudan cinsiyet ayrımcılığı olarak kabul edilebilecek durumlar yaşanıyor mu? Bu durumlar en çok oyuncu kadınları mı etkiliyor yoksa sektörde çalışan bütün kadınları aynı derecede mi etkiliyor?

Eda Çatalçam: Kadınlar açısından baktığımızda belli bir yaşa gelmiş ve anne olmuş bir kadının sektörün içerisinde çalışabilmesi çok da kolay değil. Çalışma koşulları, çalışma şartları ve çalışma saatleri bir anne ve çocuğunun vakit geçirebilmesi için çok zorlayıcı. Sete çocuğunu getirmek söz konusu bile değil. Mesela başka işyerlerinde çocuklar için kreşler bulunuyor. Bizim sektör açısından böyle bir gerçeklik yok. Kamera arkasında çalışan arkadaşlarımız açısından ne kadar yorucu çalışma saatleri olduğunu oyuncular olarak gayet iyi biliyoruz. O açıdan kamera arkasında çalışan kadınların da o kadar yoğun çalışma koşullarında var olabilmeleri kolay değil. Yani erkek egemen dediğimiz toplumsal cinsiyet eşitliği üzerinden baktığımız zaman baba dışarıda çalışandır, üretendir, eve gelmeyebilir. O yüzden bu açıdan bizim sektördeki çalışma saatleri erkek figürüne uygundur denilebilir. Bu sektörde çalışmak istemesine rağmen çalışma saatlerinden dolayı çok yıprandığı için kamera arkasından da kamera önünden de sektör değiştiren pek çok kadın tanıyorum.

Sinem Derya Çetinkaya: Bunlara şunu da ekleyebiliriz. Örneğin fabrikalarda çalışan kadınların çok su içmediklerini biliriz. Neden? Uzun saatler çalışan bu kadınlar, tuvalete çok gitmemeye çalışıyor çünkü iş yetiştirme kaygıları var, çok sık tuvalete giderlerse iş yavaşlayabilir ve amirleri kızabilir.

Sektörümüze bakalım: eğitim düzeyi yüksek çalışanların olduğu, yaratıcı bir iş yapıldığı parıltılı olduğunu düşündüğümüz bir çalışma ortamında da işçi sağlığı ve iş güvenliği tedbirleri anlamında kadınlar için ayrıca önemler alınmıyor, hijyen koşulları kadınları olumsuz etkiliyor ve örnekte kalacak olursak uzun saatler çalışan sektör kadınları az su tüketiyor. Bu tek örnek çoğaltılabilir ancak fark ettiğimiz şey sektörler değişse de kadınların temel çalışma sorunları benziyor hatta aynılaşıyor.

Sektöre dair belli veriler olsa, kaç kadın çalışıyor, kadın erkek oranı nedir, yaş aralığı nedir, hangi riskler ve tehlikeler var, taciz ve mobbing farkındalığı ve boyutu nedir, iş kazası veya meslek hastalığı tanıklığı var mı vb. verilere sahip olsak inanıyorum ki daha spesifik çalışmalar yapılması gerektiği hepimiz açısından daha net anlaşılacak.

Eda Çatalçam: Örneğin set bir arazide bulunuyorsa ve orada karavan tuvaletler bulunmuyorsa ve bulunsa bile temiz değilse bu kadın oyuncu için çok sıkıntılı bir durum. Bunları bire bir yaşamış biri olarak bunu söyleyebilirim. Kendimi çok rahatsız hissettiğim, tuvaletin bile olmadığı setlerde bulundum. Karavanın ya da tuvaletin kurulabileceği yerler arabanın ulaşabileceği yerlerde. Ama setin çekildiği yere araba çıkmıyorsa, oraya gidiyorsun ve saatlerce settesin. Tuvaletin geldiğinde ne yapacaksın? Sinem’in söylediği şey gerçekten önemli.

 

Farkındalık çalışmaları yürüttüğünüzden bahsetmiştiniz. Birimde ne tür çalışmalar yapmayı düşünüyorsunuz?

Eda Çatalçam: Açıkçası önümüzdeki süreç içerisinde yapmayı düşündüğümüz şeylerden bir tanesi bir takım film ya da dizi okumaları yapmak. Toplumsal cinsiyet eşitliği üzerinden yapılan işlere bilirkişi ve uzmanlarla bakmak.

Onun dışında kendi sektörümüze dair 'açık kapı etkinlikleri' dediğimiz, sektöre dair bir takım drama ve atölye çalışmaları yapmak istiyoruz. Aynı zamanda 'açık kapı'yla sektörde çalışanların kendi yaşadıkları sorunları dile getirmelerini sağlamak istiyoruz.

 

OYUNCULAR SENDİKASI TOPLUMSAL CİNSİYET EŞİTSİZLİĞİ ve

İŞYERİNDE TACİZ VE MOBBİNG İLE MÜCADELE BİRİMİ'NİN

AMAÇLARI:

 

Sinema, televizyon, tiyatro, dans, opera, canlı performans, seslendirme, v.b. üyelerimizin çalıştığı tüm alanlarda toplumsal cinsiyet eşitliğine ulaşabilmek için gerekli çalışmaları planlamak, organize etmek ve hayata geçirmek.

Ülke genelinde toplumsal cinsiyet eşitliği konusunda farkındalık yaratmak ve bu konudaki çalışmalara katkı sunmak.

Üyelerimizin çalışma alanlarında maruz kaldıkları taciz, mobbing, psikolojik şiddet, baskı, v.b. durumlarla baş etmelerinde onlara destek olmak, yol göstermek ve gerekli durumlarda onlar adına eylemde bulunmak.

Taciz ve mobbingten tamamıyla arınmış bir çalışma hayatı için mücadele etmek.

Hem toplumsal cinsiyet eşitliği hem de taciz-mobbing ile mücadele konularındaki FIA projelerine ve diğer ulusal-uluslararası projelere destek vermek.

 

Örnek çalışmalarınız var mı hayata geçirdiğiniz?

Toplumsal Cinsiyet Eşitliği Birimi olarak ilk başladığımız atölye erkeklik atölyesi oldu. Erkeklik atölyesinde erkek söylemin yeniden üretilmesi üzerine, sadece erkek oyuncuların katılacağı bir atölye çalışması planladık.

Toplumsal cinsiyet eşitliği denildiğinde işin diğer tarafı erkeklik üzerinden yaratılan pek çok şey, aslında erkeğe de baskı uyguluyor ve onu da bir stereotipe sokuyor. Bugün televizyonlarda baktığımızda erkek, belinde silahı olan, bağıran çağıran, ne iş yaptığını bilmediğimiz ama “ciddi” işler yapan, baba olma meselesi çocuğunun arkasında her zaman sapasağlam durması gereken bir figür olarak algılanıp, çocukla temas halinde olarak onun sorumluluklarını almayan bir stereotip olarak karşımıza çıkıyor. Toplumsal cinsiyet eşitliğiyle ilgili toplum üzerinden de baktığımızda bu üretiliyor. Ama 'acaba öyle mi' diye sormak gerekiyor.

Benim gençlik ya da çocukluk dönemime baktığım zaman Süper Baba’yı da izliyordum; tek başına üç çocuk büyüten, hayatın içerisindeki her şeyin işlendiği, mahalle kültüründen kentsel dönüşüme kadar birçok konunun anlatıldığı bir diziydi. Şehnaz Tango diye bir dizi izliyordum. İki çocuğunu tek başına büyütmeye çalışıp, dayatılan güzellik normlarını yıkan bir diziydi.

Biz böyle diziler izledik ve bu diziler hayatımızın içindeydi. Ama şimdi gelinen yere baktığımızda aslında arada ne kadar büyük bir fark olduğunu görüyoruz. Bu diziler de bu toplumun içinden çıktı. Şu an 'seyirci bunu istiyor bunu yapmak lazım' deniyor ama bu da bizi belli bir kalıbın içine sokuyor. Sektör açısından bazı şeyleri değiştirmek, dönüştürmek ve algıları kırmak bizim elimizde.

Neden televizyonda izlediğimiz tüm kadınlar paralı genç ve yakışıklı erkekler tarafından kurtarılma ihtiyacı içinde? Televizyonda kadınlar neden hep masum olarak var ediliyor? Ya da neden kötü, fettah kadınlar olarak gösteriliyor? Kiloluysa neden sadece komik kadın olarak yer bulabiliyor? Böyle birkaç kadın tiplemesi var, sürekli üretiliyor. Erkek de kadını sahiplenen, 'sen benimsin' diyen, 'hem döven hem seven' bir tiplemeyle gösteriliyor ve erkeği de buradan var eden bir eğilim var.

Yani genel olarak toplumsal cinsiyet eşitsizliğini gündeme taşıyan söylemler ortaya çıkıyor. Ama bir taraftan Zeynep Günay Tan’ın yönetmenliğini yaptığı İstanbullu Gelin projesine baktığımızda oradaki kadınların var olmaya çalışma mücadelesine, erkeklerin kendini var etme mücadelesine baktığımızda çok hayatın içinden, çok gerçek bir yerden ilerliyor. Toplumsal cinsiyet eşitliğini ne kadar dikkate aldıklarını biliyoruz, böyle sevindirici işler de oluyor.

Sinem Derya Çetinkaya: Yapmayı planladığımız ilk işlerden biri bir etik ilkeler metni çıkararak bunu hem çalışanlara hem ajanslara hem de işverenlerimiz olan yapımcılara ulaştırarak, bu ilkeler üzerinden düzenlenecek taciz ve mobbingden arınmış çalışma ortamlarına, iş yerlerine erişmek.

Ayrıca kadın hakları alanında uzmanlaşmış avukatlardan da destek alarak özellikle taciz ve mobbing ile ilgili bir atölye çalışması yaptık. Bu da periyodik olarak sürdüreceğimiz bir çalışma olacak.

 

Amaçlarınızdan biri "taciz, mobbing, psikolojik şiddet, baskı, v.b. durumlarla baş etmelerinde onlara destek olmak, yol göstermek ve gerekli durumlarda onlar adına eylemde bulunmak", bir atölye çalışmasından bahsettiniz. Biraz anlatır mısınız?

Sinem Derya Çetinkaya: Bu konuyla ilgili bir hukuk birimimiz var. Özellikle taciz konusunda toplumsal cinsiyet de işin içinde olduğu için kadın avukatlardan da destek almaya çalışıyoruz. Mağdur olan kişiye izlemesi gereken yollar ve yapabilecekleri üzerinden bir destekte bulunuyoruz. Yargı yoluna gidecekse onunla ilgili bilgilendirme yapmaya çalışıyoruz. Genel itibariyle aslında cesaretlendirmeye ve güçlendirmeye çalışıyoruz.

 

Birim olarak harekete geçmeniz için mağdur kadının başvurusunu mu bekliyorsunuz yoksa siz mi onunla iletişime geçiyorsunuz? Çalışmalarınız üye olmayanları da kapsıyor mu?

Sinem Derya Çetinkaya: Harekete geçebilmek için önce şikayetin bize ulaşması gerekiyor, elbette bir bir işçi sendikası olarak üyelerimize destek sağlıyoruz. Sınırlı insan gücümüz ve kaynağımız da bu anlamda bir diğer belirleyici unsur oluyor; ancak iş kazası, taciz ve set durması gibi “özel” durumlarda üyemiz olsun olmasın tüm oyunculara elimizden geldiğince destek vermeye müdahil olmaya ve sürece katkı sunmaya çalışıyoruz.

 

Diğer sendikalardan kadınlarla veya yöneticilerle bu konuda bir işbirliğiniz oldu mu, olacak mı?

Eda Çatalçam: Toplumsal Cinsiyet Eşitliği Birimi olarak önümüzdeki süreçte yapmak istediklerimizden biri toplumsal cinsiyet eşitliği, kadına yönelik şiddet, cinsel istismar gibi sorunlarla ilgilenen ve ciddi uzmanlarıyla emek veren sivil toplum kuruluşlarıyla bir araya gelmek. Biz STK’ların ve derneklerin çok uzun zamandır Türkiye’de yürüttükleri çalışmalar olduğunun farkındayız. Onlarla temas kurmanın bizi de güçlendireceğini aynı zamanda bizim de varlığımızın onlar tarafından bilinmesinin bazı konularda daha hızlı yol almamızı sağlayacağına inanıyoruz. O yüzden iş planımız içerisinde önümüzdeki zaman diliminde bu sektöre dair pek çok birimle bir araya gelmek var.

 

Medyada sık karşılaşılan yüzler ve isimler olmaları açısından, ünlülere toplumsal cinsiyet eşitliği, şiddet ve tacizle mücadelede sorumluluk düştüğünü düşünüyor musunuz?

Eda Çatalçam: Birinin sorumluluk taşıyabilmesi için öncelikle bunu kendi içerisinde fark etmesi gerektiğini düşünüyorum. Zaten bir farkındalık oluştuğunda bu farkındalık istese de istemese de herkesi etkileyen bir yere geliyor. Sadece kamera önünde ünlü olan ya da tanınmış oyunculara dönük söylemektense bunu sektörün içinde ya da dışında olan pek çok kadın için söyleyebiliriz.

Çocuklarımız küçük yaştan itibaren bu hayatın içindeler ve küçüklüklerinden itibaren biçimleniyorlar. Bir öğretmenin toplumsal cinsiyet eşitliği konusunda farkındalığının olması, yetiştireceği çocuğu ne kadar olumlu ve farklı etkileyecektir. Bunun gibi bir şey bence. Kişiye bu anlamda böyle bir sorumluluk yüklemenin ve bu ağırlığı taşımasını beklemenin çok sağlıklı olmadığına inanıyorum. Çünkü hepimiz sadece mesleğimizi yapıyoruz ve mesleğimizin getirdiği bazı artılar ve eksiler var.

Bir oyuncuysan göz önündesin, çünkü var olan hikâyeyi bedeninle ortaya koyuyorsun. Başarılı bir oyuncuysan ve iyi bir projede yer aldıysan tanınmak senin sektörünün getirdiği doğal bir sonuç. Ama bunun yükünü sen taşımak zorunda değilsin, çünkü sen tanınan ve ünlenen kişisin, bu karakterin. Yani oyuncuya böyle bir sosyal sorumluluk vermeyi çok sağlıklı bulmuyorum. Oyuncunun zaten böyle bir farkındalığı varsa duruşuyla, varlığıyla, yaklaşımıyla bir kapı aralayacaktır diye düşünüyorum. Bunu her sektör için düşünüyorum, bu yük hepimizin sırtında. Dünyaya getirdiğimiz çocuklarımıza bakan öğretmenlerin de sırtında, annenin de sırtında babanın da sırtında. Bir ev kadını olabilirsin ama sen toplumsal cinsiyet eşitliği üzerinden farkındalığı olan bir ev kadınıysan erkek ve kız çocuğunu nasıl yetiştireceğine dair bir farkındalıkla hareket edeceksin. Tek bir kişinin üstüne böyle bir sorumluluk yüklemek doğru değil. Politikacı olarak da böyle. Türkiye’nin gözünün önündeki bir politikacıysan ve o politikacı olarak kitleleri arkanda sürükleyen bir kişiysen erkek ya da kadın fark etmez, dilinde kullandığın her söylem kitlelerin algısında bir şey yaratacaktır. Ama sen bunu sırtına yüklendiğin için değil, sen hayata nasıl bakıyorsan dilin de öyle üretir. Çünkü insan, dili kadar düşünür, düşündüğü kadar konuşur. Doğal olarak bizim algımız nasıl dönüşür ve değişirse söylemler de bu noktada dönüşüp değişecektir.

Toplumsal cinsiyet eşitliği meselesine dair hiçbir fikri olmayan bir politikacıya 'sen toplumun önündesin ve herkesi arkandan sürüklüyorsun, toplumsal cinsiyet eşitliği ve kadına yönelik şiddetle ilgili bir şey söyle' dediğinde 'kadınlar dayak yemesin' dediğinde bir şey üretmiyor aslında. Birilerini tekrar etmek bize bir şey katmıyor. Ya da bir futbolcunun toplumsal cinsiyet eşitliği konusunda bir bilinci olması futbolda kullanılacak tezahüratlara kadar yansıyacaktır.

Toplumsal cinsiyet eşitliği toplumu oluşturan en küçük birim olan aileden yaptığın işe kadar, her şeyde üretilen bir şey. Bu farkındalık büyüdükçe geliştikçe kişi de dilini değiştirecek.

 

Petrol-İş’li kadınlara bir mesajınız var mı, söylemek istediğiniz bir şey?

Sinem Derya Çetinkaya: Güçlü olsunlar, birbirlerine ve kız kardeşliğe güvensinler. Bunu yanında düzenli yayınlanan böyle kıymetli bir yayınları olduğu için şanslı olduklarını düşünüyorum.

Eda Çatalçam: Neşet Ertaş’ın çok güzel bir lafı var. Kadınlar insandı, erkekler insan oldu diye. Kadın olarak çok kıymetli olduğumuzu öncelikle bir insan olduğumuzu fark etmemiz gerekiyor. Kadın ya da erkek söylemi üzerinden değil, kadının neyi ne kadar yapabileceği üzerinden değil, benim temelde söyleyebileceğim şey insan olma hali. O yüzden kadın olarak insan olarak kendimizin yapabileceği ve değiştirip dönüştürebileceği şeyler o kadar fazla ki. Sadece bunu fark etmek ve üzerimizde toplumsal olarak kurulan ve farkında olmadan içselleştirdiğimiz ve bizi kısıtlayan pek çok şeyi fark edip kız kardeşlikle aslında bunların üstesinden gelmek. Yaşadığımız şiddeti kabul etmemek, bir tacizi normalleştirmemek, işyerinde kadın olduğumuz için yaşadığımız mobbingin farkına varmak ve bunu kabul etmemek.

Tüm bunları yaparken tabi kız kardeşlik ve örgütlülükle karşı durabilmek. Güçlüyüz, her şeyi dönüştürebilecek kadar güçlüyüz. O yüzden benim söyleyebileceğim en önemli şey, Petrol-İş ya da Oyuncular Sendikası fark etmiyor, biz de burada bir kız kardeşlik kurmalıyız. Sorun toplumsal bir sorun. Bu bizim sektörümüzün her boyutunda farklı şekillerle karşımıza çıkıyor. Burada tek yapacağımız şey birbirimize inanmak, güvenmek ve bunu değiştirmek için haklı olduğumuzu unutmadan mücadele etmek.

Bu güzel söyleşi için sizlere Petrol-İş Kadın Dergisi olarak çok teşekkür ederiz.

 

"Yaşamayanlar" internet dizisinin çekimlerinde oyuncu Elit İşcan'ın dizinin diğer oyuncusu Efecan Şenolsun tarafından tacize uğraması üzerine Oyuncular Sendikası'nın yapmış olduğu açıklama, konuyu ne kadar ciddiye aldıklarını ve mücadele konusunda kararlı olduklarını göstermesi açısından büyük önem taşıyor:

Kamuoyunun Dikkatine!

Üyemiz Elit İşcan'ın rol aldığı "Yaşamayanlar" isimli internet dizisinin çekimlerinde oyuncu Efecan Şenolsun tarafindan sözlü ve fiziksel tacize uğradığı iddiasını sendikamız ile paylaşmış ve bugün de kamuoyunun bilgisine sunmuştur. İlkelerimiz doğrultusunda üyemiz Elit işcan' a uzmanlardan da yardım alınarak gerekli "Hukuki Destek" sağlanmış ve kendisi avukatı aracılığı ile yasal süreci başlatmıştır. Oyuncular Sendikası olarak sürecin takipçisi olacağımızı, kamuoyu ile paylaşmak isteriz. Ancak sektörün tüm bileşenleri olarak üzerinde durmamız gereken çok önemli bir konu; setlerde taciz ayrımcılık ve mobbing ile mücadele konusunda ne yapacağımızdır. "Sıfır taciz sıfır ayrımcılık" şiarmı setlerde nasıl hakim kılabiliriz diye yayıncılar, yapımcılar, yönetmenler, senaristler, oyuncular, set çalışanlan hep beraber üzerine düşünmek ve çözümler üretmek zorundayız. Çünkü kadına ve lgbti bireylere yönelik şiddetin her türlüsü hem toplumda hem de toplumun yansıması olan sinema ve dizi sektöründe yeniden üretilmektedir. Yazılan, yönetilen, yayınlanan oyunlar, diziler, sinema filmleri toplumsal cinsiyet eşitsizliğini yeniden ürettikçe, kadına ve lgbti bireylere yönelik şiddet normalleştikçe tacize ve ayrımcılığa uğrayan kadınlar ve lgbti bireyler kaçınılmaz olarak yalnızlaşıyor, yalnızlaştığını düşünüyor.

Oyuncular Sendikası olarak fiziksel sözel ve pisikolojik tacizler konusunda duruşumuz çok nettir. Bu konuda tüm üyelerimize ve sektör çalışanlanna güç vermek, beraber hareket etmek, yan yana olmak sendikamızın asli görevidir. Bu olaylann yaşanmasını engellemek, farkındalığı arttırmak ve değişimi başlatmak için profesyonel çalışmalarımızı aylar önce başlattık ve tüm hızımızla çalışmalarımızı geliştirmeye devam ediyoruz. Kurmuş olduğumuz "Toplumsal Cinsiyet Eşitsizliği — Taciz ve Mobbing İle Mücadele Birimi"miz çalışmalarına devam etmektedir. Tüm üyelerimizi ve sektör çalışanlannı, çalışmalanmıza destek olmaya sektör bileşenlerini ise bu alanda somut politikalar hayata geçirerek Oyuncular Sendikası'nın bu çabasına güç vermeye, davet ediyoruz. Saygılarımızla.

Oyuncular Sendikası

 

(Petrol-İş Kadın Dergisi, Sayı 61, Temmuz 2019)