Dün sabah Ankara’da görevli bir arkadaşım aradı...Referans’ın yeni yayın hayatına başlamasını kutlarken, sözü Tüpraş özelleştirmesine getirdi ve bana ilginç gelen şu cümleyi kullandı; “diğer gazete yazılarında ve TV’lerde Tüpraş’ın özelleştirmesine en çok sen karşı çıktın, şimdi Referans var ve görünüş itibariyle daha liberal bir yapıya sahip, bir Refarans yazarı olarak bu konuda ne düşünüyorsun ?
TÜPRAŞ’ın özelleştirilmesi davasına bakan İdare Mahkemesi’nin, bir hafta kadar önce, “özelleştirmenin yürütülmesini durdurma” kararına, bu özelleştirmeye çeşitli nedenlere karşı çıkan çeşitli çevreler ve herhalde en çok da işçiler sevindi. İşçilerin sevinçlerini, kararı kutlayarak gösterdikleri çıktı basında. Elbette ki; bu trajik tablo daha önce diğer bazı özelleştirmelerde de yaşandı.
Bir süredir Türkiye, yeni ve medyatik bir ''uzman'' türü ile tanışmakta. Birçoğu yurtdışından, diğerleri Türkiye'nin paralı veya prestijli üniversitelerinden diplomalı. Lisansüstü dereceleri var. Bankalarda, finans kuruluşlarında yatırım uzmanı olarak çalışıyorlar. ''Yatırımcı'' diye adlandırdıkları yabancı-yerli sermaye gruplarına şirketleri adına rehberlik ediyorlar. İşlerini bazen ''Türkiye'yi satmak'' diye tanımlıyorlar.
ÖYLE anlaşılıyor ki, ne pahasına olursa olsun kamu varlıklarını elden çıkarma sapkınlığı toplumun her kesimini, hatta saygın yargı organlarını bile etkilemeye başlamıştır. Bu varlıkların ekonomik önemine, stratejik değerine, kârlı olup olmadıklarına bile bakılmaksızın. Sırf özelleştirme aşkına.
Beceriksiz politika ve soygunlarla doğan kamu açıklarını kapatmak için.
Hollywood için Tom Cruise ne ise kalkınmakta olan ülke borsaları için Mark Mobius odur. Bir farkla ki Mobius şöhretini güzel yüzüne değil çok para kazandırmaya borçludur. Karargâhı Hong Kong'da olan ama daha çok özel uçağında yaşayan Mobius Franklin/Templeton grubunun kalkınmakta olan pazarlar fonunu yönetiyor. Bu fon Türk borsasındaki en büyük oyunculardan biridir. Mobius ülkemizi yakından tanımaktadır.
Şu Batı olmasa idi ne yapardık, bilemiyorum! Batı olmasaydı, 1950 politikalarıyla üç tarafı da denizle kaplı bir ülkede deniz ulaşımını ve yokluk içinde başlatılmış olan demiryolu ulaşımını bir tarafa atıp, karayolu politikasına geçebilir miydik; aynı dönemde dış ticaretimizi libere edip 1958 moratoryumu tadabilir miydik; 1980'lerin sonuna doğru 32 sayılı kararname ile bu kadar paraya kavuşup güzelim tüketim günlerini yaşayabilir miydik!
Her ülkenin (hem anamalcı devlette, hem de toplumcu devlette) kendine özgü bir ekonomi programı bulunmak zorundadır. Bir bütün olarak buna ulusal ekonomi programı diyebiliriz. Sürdürülebilir ekonomi için ulusal ekonomi programı kaçınılmaz bir koşuldur.
Bugün 28 Mayıs 2004 Cuma. TÜPRAŞ’ın nihai satışı gerçekleşeceği gün bugündü!.. ‘Döviz’ diye yanıp tutuşan devletin kasasına tamı tamına 1.3 milyar dolar girecekti. Hani? Para girmediği gibi borsa dalgalandı, faiz 1 puan zıpladı, dolar 20 bin lira arttı!..
"Bu ülkede hakimler de var" dedirtecek iki önemli karar alındı bu hafta içinde. Ankara İkinci ve Onuncu İdare Mahkemeleri aldıkları kararlarla hukuksuzluğa geçit verilmeyeceğini gösterdi. İlk karar gazetelerde ancak küçük bir yer açabildi kendisine ama ikinci karar gazete manşetlerini ve televizyonların haber saatlerini ilk haber olarak süsledi.
Türkiye'nin en büyük cirolu şirketi TÜPRAŞ'ın 2000'de halka arzından önce ana sözleşmesinde değişiklik yapıldı. Buna göre küçük hissedarların belli bir oranın üzerine çıkması halinde Yönetim Kurulu'na iki bağımsız üye seçilecekti. Amaç TÜPRAŞ'ı uluslararası kurumsal yatırımcılar için çekici kılmaktı.