• industriAll global
  • industriAll europe
  • Retun See
  • Petrol-İş Kadın Dergisi
Belgesel: Petrol-İş Tarihi

Avrupa Endüstri İlişkileri Konferansı yapıldı

Konferansa katılan Petrol-İş Sendikası Genel Başkanı Mustafa Öztaşkın, konferansta yaptığı konuşmada, bir malın üretiminin artık tek bir işyerinde yapılmadığını, ulusal veya küresel ölçekte onlarca hatta yüzlerce farklı işyerlerinde üretilen parçaların ana fabrikada montajlarının yapılarak kullanıma hazır hale getirildiğini belirterek, bu üretim modelinin işkolu esasına dayalı sendikal örgütlenmenin de sonunu getirdiğini ifade etti.

23.07.2009

Üretim zincirinin farklı işkolundaki her halkasında ayrı sendikada örgütlenme yerine üretim zincirinin bütün halkalarında örgütlenebilen bir sendikal örgütlenme modeline ihtiyaç olduğunu vurgulayan Öztaşkın, “Bu üretim modelinde işyeri ve meslek esasına dayalı sendikal örgütlenmeye ise kesinlikle yer yoktur. Onun için iş kolu sendikacılığı terk edilmelidir. Eğer işkolu sendikacılığını terk etmek zaman alacaksa o zaman aynı şirketin üretim zincirinin farklı iş kolundaki halkalarında örgütlü olan sendikalarla işbirliği ve dayanışma gündeme alınmalı. Eş zamanlı örgütlenme, eş zamanlı toplu iş sözleşmeleri ve eş zamanlı grev stratejileri izlenmelidir” diye konuştu. Kadir Has Üniversitesi ile Kocaeli Üniversitesi'nin ortaklaşa düzenlediği Industrial Relations in Europe Conference (IREC) 2009 ” - Avrupa Endüstri İlişkileri Konferansı Kadir Has Üniversitesi'nin İstanbul-Cibali'deki kampüsünde başladı. İki gün süren konferansa ülkemizden ve yurt dışındaki üniversitelerden akademisyenler, iş dünyasından, işçi ve işveren sendikalarından yönetici ve uzmanlar katıldı. Kadir Has Üniversitesi Rektörü Prof. Dr. Yücel Yılmaz ve Kocaeli Üniversitesi İktisadi ve İdari Bilimler Fakültesi Çalışma Ekonomisi ve Endüstri İlişkileri Bölümü Başkanı Prof. Dr. Ahmet Selamoğlu'nun açış konuşmalarından sonra konferansın ilk oturumuna geçildi. London School of Economics'den emekli Endüstri İlişkileri Profesörü Richard Hyman'ın başkanlığını yaptığı konferansın açılış oturumuna Işık Üniversitesi İktisadi ve İdari Bilimler Fakültesi İşletme Bölümü Başkanı Prof. Dr. Toker Dereli, Jan Cremers ve Petrol-İş Sendikası Genel Başkanı Mustafa Öztaşkın katıldı. Konferansın açılış bölümündeki oturuma katılan sendikamız Genel Başkanı Mustafa Öztaşkın konuşmasına, “ Ben Türkiye'deki sendikaların gündelik sorunlarından veya Türkiye'deki endüstri ilişkilerinden daha ziyade dünyada değişen üretim koşullarında sendikaların hangi politikaları nasıl izlemesi gerektiğinden bahsedeceğim” diyerek başladı. Öztaşkın, 21. yüzyılda kapitalizmin geldiği aşamada değişimi ve yenilenmeyi temel politika alan sendikaların yapılarının, politikalarının, stratejilerinin, mücadelede kullandıkları araç ve yöntemlerin neler olması gerektiğini anlattı. Öztaşkın, öncelikle sendikal hareketinin bugünkü temel sorununun, kapitalizmin geldiği aşama ve buna bağlı üretim süreçlerinin gerektirdiği sendikal politika ve stratejilerin sendikalarca zamanında uygulamaya konamaması ya da geleneksel yapıları sarsacağı ve bir çok sendikacıyı koltuğundan edeceği için bilinçli bir şekilde uygulanmaması olduğunu söyledi. Özü aynı olmakla birlikte kapitalizmin elbetteki 19. ve 20. yüzyıldaki kapitalizm olmadığını, küreselleşen kapitalizmin hala üretici güçleri geliştirmeye devam ettiğini ifade eden Öztaşkın,” Artık üretim küresel düzeyde, uluslar ötesi şirketlerin yönlendirme ve koordinasyonunda tam zamanında üretim esasına bağlı, emme-basma tulumba gibi çalışan bir sistemle zincirleme şekilde yapılmaktadır” dedi. Sermayenin küresel üretimi, bilim ve teknolojinin olanaklarını da kullanarak, uzmanlaşmış kadrolarıyla, profesyonel yöneticileriyle, hızlı düşünen, hızlı karar alan ve küresel düzeyde hareket eden mekanizmalarıyla yaptığını vurgulayan Öztaşkın, “Sendikalar da bilimin yol göstericiliğinde, iletişim ve teknolojinin olanaklarından çok iyi yararlanarak, uzmanlaşmış, gerektiğinde profesyonelleşmiş kadrolarıyla ve yöneticileriyle en az sermaye kadar hızlı düşünen, en az sermaye kadar hızlı karar alan ve küresel ölçekte hareket eden yapılara dönüşmek zorundadırlar” diye konuştu. Sendikaların böylesine yapıları oluşturabilmeleri için öncelikle öngörü sahibi, stratejik düşünen,stratejik planlamaya önem veren, günlük işlerinin bile küresel ayağını oluşturan sendika aktivistlerinin, uzmanlarının ve yöneticilerinin yetiştirilmesi gerektiğini belirten Öztaşkın şöyle devam etti: Sendikacılık okulu ve enstitüsü açılmalı “Şu anki Türkiye'deki sendika yöneticisi anlayışı, herşeyi bilen, her şeyi yapan kişidir. Hem yöneticiler kendilerine böyle bir rol biçmekteler, hem de üyeler yöneticilerinin böyle olmalarını istemektedirler. Oysa günümüzde herşeyi bilen, herşeyi yapan değil, planlama ve koordinasyonu çok iyi bilen, kurumsallaşma ve uzmanlaşmaya önem veren, teknolojinin yarattığı olanaklardan yararlanan, mümkünse dil bilen, toplumsal mücadeleyi ve sendikal mücadele kültürünü özümsemiş yöneticilere ihtiyaç vardır. O zaman işe yukarıdaki tarife uygun sendika yöneticilerini ve kadrolarını ve uzmanlarını yetiştirerek başlamak gerekir. Bunun yapabilmek için de bir üniversiteyle işbirliği yapılarak geleceğin sendika yöneticilerinin ve kadrolarının ve uzmanlarının yetiştirileceği sendikacılık okulu veya enstitüsü açılmalıdır. Sendikalarda adaylık kriterlerinin bu okuldan mezun olma şartına bağlandığı seçim sistemleri getirilmeli, okullardan veya enstitülerden mezun olanların temsilciliklerden başlayarak sendikaların tüm yönetici kadrolarına gelecek mekanizmalar oluşturulmalıdır.” Türkiye'deki mevcut Sendikalar Yasası'na göre yönetim kurullarının, hem karar alan, hem de kararı uygulayan kişilerden oluştuğunu belirten Öztaşkın, “Kararlar elbetteki yönetim kurulunca alınmalı ama alınan kararlar seçilme kaygısı olmayan uzmanlarca uygulanmalı. Bunun için de genel sekreter, genel sekreter yardımcıları gibi kadrolar atanmış, seçim kaygısı olmayan profesyonel kişilerden oluşmalıdır ve sendika yönetim kurulunun aldığı kararlar bu kişilerce icra edilmelidir. Bu kararlar icra edilirken hiçbir şekilde seçme ve seçilme kaygıları taşınmamalıdır ” dedi. İşkolu sendikacılığı terk edilmeli Bir malın üretiminin artık tek bir işyerinde yapılmadığını, ulusal veya küresel ölçekte onlarca, hatta yüzlerce farklı işyerlerinde üretilen parçaların ana fabrikada montajlarının yapılarak kullanıma hazır hale getirildiğini ifade eden Öztaşkın, “İşte bir çok işyerinde, zincirleme olarak yapılan bu üretim modeli işkolu esasına dayalı sendikal örgütlenmenin de sonunu getirmiştir. Bu üretim modelinde işyeri ve meslek esasına dayalı sendikal örgütlenmeye kesinlikle yer yoktur” diye konuştu. Üretim zincirinin farklı işkolundaki her halkasında ayrı sendikada örgütlenme yerine üretim zincirinin bütün halkalarında örgütlenebilecek bir sendikal örgütlenme modeline ihtiyaç olduğunu kaydeden vurgulayan Öztaşkın, “İşte bunun için iş kolu sendikacılığı terk edilmelidir. Eğer işkolu sendikacılığını terk etmek zaman alacaksa, ki alacaktır, o zaman aynı şirketin üretim zincirinin farklı iş kolundaki halkalarında örgütlü olan sendikalarla işbirliği ve dayanışma gündeme alınmalıdır. Ve bu doğrultuda sendikalar arasında stratejik işbirlikleri geliştirilmeli, aynı şirkette eş zamanlı örgütlenme, eş zamanlı toplu iş sözleşmesi ve eş zamanlı grev strateji ve politikaları izlenmelidir” dedi. Politikaların hayata geçirilmesinde kamuoyu desteği çok önemli Günümüzde örgütlenmede yeni haklar elde etmek için verilen mücadelede, sermayenin ve siyasi iktidarların uygulamaya çalıştığı emek karşıtı politikalara karşı koymada veya emeğin çıkarlarına uygun öneri ve düşünceleri hayata geçirmede kamuoyu desteğinin çok önemli olduğunu vurgulayan Öztaşkın sözlerini şöyle sürdürdü: “Sermaye ve siyasi iktidarlar hiçbir politikayı önümüze aniden koymuyor. Önce kısa ve uzun vadeli öngörülerde bulunuyor. Bu öngörülere uygun politikalar geliştirilmekte ve bu politikaları hayata geçirmek için stratejik planlamalar yapılmaktadır. Daha sonra da fikri düzeyde bu politikaların toplumsal alt yapısını oluşturuyor. Toplumsal alt yapı oluşturulduktan sonra da fiili uygulamaya geçiliyor. Fikri altyapısını oluşturmada da iletişim ve medya çok iyi kullanılıyor. Sendikaların da önce öngörüde bulunmaları ve öngörüleri doğrultusunda geleceği planlayan politikaları uygulamaya koymaları gerekmektedir. Önümüzdeki 1 yıl, 5 yıl, 10 yıl sonra üretim süreçlerinde ne olacak, bu üretim süreçleri işçi sınıfının yapısında ne gibi değişikliklere neden olacak, bu değişiklikler hangi politika ve stratejilerin izlenmesini gerektirecek veya hangi hak kayıpları ile karşılaşabiliriz? Sendikalar işte bunlara benzer öngörülerde bulunup, hem kendilerinin izlemesi gereken politikaları belirlemeli, hem de bu politikaları hayata geçirmek için fikri anlamda toplumsal alt yapı oluşturmalıdırlar. Sendikalar, toplumu bilgilendirmeyi ve bilgilendirilmiş toplumu toplumsal mücadeleye yönlendirmeyi, temel sendikal politika olarak izlemelidirler. Bunları yaparken modern iletişim ve propaganda tekniklerinden de yararlanmalılar ve hatta kendilerinin iletişim ve medya kanallarını da oluşturmalıdırlar.” Bunlara örnek olarak ise Tüpraş ve Petkim gibi stratejik kuruluşların özelleştirilmesine karşı Petrol-İş Sendikası'nın mücadelesini ve izlediği politikaları veren Öztaşkın şöyle devam etti: “Petrol-İş, özelleştirme fikrinin ortaya atılmasından itibaren hem özelleştirme fikrine, ideolojisine karşı çıkmıştır hem de özelleştirmedeki pratik uygulamalara karşı da çok net tavırlar ortaya koymuştur. Sendikamız Türkiye'deki özelleştirme karşıtı cephenin en önemli adreslerinden biriyiz. Özelleştirmeye karşı çıkarken sendika olarak modern iletişim ve propaganda tekniklerini özelleştirme karşıtı mücadelede çok iyi kullandık. Sendika olarak toplumu bilgilendirmeyi ve bilgilendirilen toplumun genel anlamda özelleştirmeye karşı, sendikamızın da örgütlü olduğu kamu kuruluşlarının özelleştirilmesine karşı çıkmasını hedefledik. Her türlü bilimsel, görsel ve işitsel araç ve gereçleri propagandada kullandık. Afişler, broşürler çıkardık, özelleştirmelerin yapılacağı, o fabrikaların olduğu şehirlerde bilboard ve raketleri günlerce kullandık. Radyo spotlarıyla toplumun kulağına hitap ettik. Hazırladığımız tanıtım filmleriyle hem TV'lerde hem de sinemalarda film öncesi reklam kuşağında görsel olarak topluma hitap ettik. Mitingler düzenledik, işyeri direnişleri örgütledik. Özelleştirilecek işyerlerinin olduğu bölgelerde, şehirlerde yerel olanakları sonuna kadar kullandık. Ve hatta Solanas'ın Yağma Anıları- Arjantin filminin Türkiye'deki gösterim hakkını sendika olarak satın alarak, bu filmi bir TV kanalıyla anlaşarak bir yıl içerisinde 5 kez gösterimini gerçekleştirdik. Kendi organizasyonumuzla çeşitli bölgelerde ve salonlarda da yine bu filmi en geniş kitlelere ulaştırmaya çalıştık. İşte böylesine yaptığımız bir çalışma sonucu, en stratejik öneme sahip işyerleri olmalarına rağmen ve özelleştirme için en başta açıklanan işyerleri olmasına rağmen Petkim yani petro-kimya gibi, Tüpraş yani rafineri gibi şirketlerin özelleştirilmelerini tam 20 yıl geciktirdik.Defalarca yapılan ihaleleri iptal ettirdik ve bu kuruluşların özelleştirilmesine karşı da toplumda yaklaşık yüzde 65 oranında karşı bir fikir oluşturduk. Oysa Türkiye'de özelleştirme taraftarı hiç de yadsınamayacak yüzde 50'lerin üzerinde bir kitle varken biz kendi işyerlerimizin özelleştirilmesine karşı yüzde 65 oranında bir toplumsal muhalefet oluşturduk. Yeni örgütlenme modelleri geliştirmeliyiz “Örgütlenmede klasik yöntemlerin de işe yarayacağını unutmadan daha ziyade yeni yöntem ve araçların kullanıldığı örgütlenme modelleri de geliştirmek zorundayız” diyen Öztaşkın, örgütlenmede artık sadece bir işyerini hedef almak yerine bir bölgenin, bir yörenin topyekün örgütlenmesini gündeme almak gerektiğini belirtti. Öztaşkın, “Örgütlenme yapılacak olan işyerinin kurulu olduğu bölgede önceden toplumsal alt yapıyı oluşturmak ve yöre halkının örgütlenme bilincini artırmak için çalışmalar yapmak durumundayız. Bu çalışmalar için de bilimsel, görsel ve işitsel bütün araç ve gereçlerden özelleştirme karşıtı kampanyada olduğu gibi yararlanmalıyız. Modern iletişim ve propaganda tekniklerini de sonuna kadar kullanmalıyız” dedi. Öztaşkın, bu çalışmalara örnek olarak ise sendikamızın Düzce'de gerçekleştirdiği “Örgütlenme ve Tanıtım Kampanyası”nı gösterdi ve kampanya hakkında bilgi verdi. Küresel işbirliği ve dayanışmanın önemi Küresel üretimin sonucunda sadece fabrikaların dört duvarı arasına sıkışmış veya ulusal sınırlarla hapsedilmiş sendikacılık döneminin bittiğini, günümüzde sendikal hareketin gerçek başarısının, işçi sınıfının küresel düzeyde işbirliği ve dayanışmasına bağlı olduğunu, teknolojinin bu imkanı verdiğini söyleyen Öztaşkın, “Çünkü dünyanın en ücra köşesindeki bir işyerinin bize olan uzaklığı sadece ve sadece bir bilgisayar tuşuna basacak kadardır. O zaman uluslarötesi şirketlerde elektronik ağlar aracılığı ile sağlanan örgütlenme ile o şirketin dünyanın herhangi bir yerinde uygulamaya koyduğu emek karşıtı politikalara anında tepki örgütleyebilir, anında uluslararası dayanışmayı somut bir şekilde hayata geçirebiliriz. Bunu yapabilmek için de günlük sendikal çalışmalarımızın uluslararası ayağını her alanda mutlaka oluşturmalıyız” dedi. Petrol-İş Sendikası'nda olduğu gibi uluslararası ilişkiler bölümlerinin iş tanımlarının yeniden yapılması gerektiğini söyleyen Öztaşkın, bu bölümlerde, bu tanımlara uygun uzmanların görevlendirilmesi ve sendikaların uluslararası ilişkiler birimlerinin yeni bir anlayış, yeni bir perspektifle yeniden yapılandırılmaları gerektiğini bildirdi. Başka ülkelerin sendikaları ile kurulacak ilişkilerin veya küresel federasyonlara üyeliklerin sadece bilgi alışverişi ile sınırlı görülmemesi gerektiğini ifade eden Öztaşkın, “Bu ilişkiler turistik amaçlı hiç olmamalı. Sadece ve sadece somut işbirliği ve dayanışmanın koşullarının yaratılmasına yönelik ilişkiler olmalı” dedi. Türkiye'deki sendikal yasalar Türkiye'de Sendikalar Yasası ile Toplu İş Sözleşmesi, Grev ve Lokavt yasalarının12 Eylül askeri darbesinin izlerini en çok taşıyan yasaların başında geldiğini belirten Öztaşkın, bu yasaların özgürlüklerden uzak, yasakçı, sendikaları ve sendikacıları belli bir kalıba sokmayı hedefleyen yasalar olduğunu belirterek sözlerini şöyle tamamladı. “Bu yasalar aslında örgütlenmeyi değil, örgütlenmemeyi, toplu iş sözleşmesi yapmayı değil yapmamayı hedefleyen yasalardır. Örgütlenmedeki zorluklara, grev yasaklarına neredeyse her türlü eylem ve direnişin suç sayıldığı Sendikalar Yasası'na rağmen sendikacılık yapmaya çalışıyoruz. Yasal engelleri de fiili durum yaratarak grev kadar etkili eylem ve direnişler yaparak aşıyoruz. Bazı sendika ve sendikacılar böylesine mücadeleci bir tutum sergilerken, bu yasaların getirdiği sonuç olarak bazı sendikalarda hantal, bürokratik ve statükocu yapılar oluşmuştur ve sendikacıların önemli bölümü kendi varlıklarını sürdürmek ve koltuklarını korumak için bu yasaların arkasına sığınmışlardır. Hala da ne yazık ki sığınmaya devam etmektedirler. Bu anlayıştaki sendikalar ve sendikacılar için artık deniz bitti. Dünya değişiyor, üretim süreçleri değişiyor. Öyleyse Türkiye sendikal hareketi de değişimi ve yenilenmeyi gündemine almalı, yapılarını, politikalarını, mücadelede kullandıkları araç ve yöntemleri değiştirmek zorundadır. Artık Türkiye sendikal hareketi düşünülmeyeni düşünmeli,söylenmeyeni söylemeli ve yapılmayanı yapmalıdır.” Öztaşkın'n konuşmasından sonra dinleyicilere, sendikamızın Düzce'de gerçekleştirdiği Örgütlenme ve Tanıtım Kampanyası filmleri ile Düzce'nin sokak ve caddelerinde bilboardlar, raketlerdeki afiş fotoğrafları gösterildi.