Petrol-İş Sendikası Genel Başkanı Mustafa Öztaşkın ile Türk-İş içerisinde “Demokrasi, dayanışma ve değişim” kavramlarını öne çıkararak “yeni bir sendikal hareket inşa etme” çağrısı gerçekleştiren 10 sendikanın çıkışı üzerine konuştuk.
Sendikanız Petrol-İş ile birlikte Türk-İş’e bağlı Hava-İş, Kristal-İş, TGS, TÜMTİS, Deri-İş, Tek Gıda-İş, Belediye-İş, Tez Koop-İş ve Basın-İş, geçtiğimiz günlerde, “Demokratik, mücadeleci ve güçlü yeni bir sendikal hareket inşa etme” çağrısı yaparak bir girişim başlattı. Bu sürecin nasıl geliştiğini öğrenebilir miyiz?
Açıklamada ismi geçen 10 sendika ile uzun süreden beri Türk-İş içerisinde birlikteliğimiz vardı. Bu sendikalar genel olarak sendikal politika ve anlayışları birbirine yakın olan sendikalar diye tanımlayabiliriz. Daha da ileri gidersek mücadeleci bir çizgiye, anlayışa sahip sendikalar olarak da tanımlanabilir. Biraz daha tarihsel köklerine gidersek de zaten Türk-İş’in kuruluşundan bugüne bu on sendikanın birçoğu hemen hemen tamamı Türk-İş içerisindeki muhalif hareketler içerisinde bulunmuş, Türk-İş’in değiştirilmesi, yeniden yapılandırılması doğrultusunda mücadele etmiş sendikalar. Bunların bir kısmı 1967’de yol ayrımında Türk-İş’ten ayrılarak DİSK’e katılmış diğerleri Türk-İş içerisinde kalarak mücadelesini sürdürmüş. Dolayısıyla hem tarihsel kökenlerine baktığımız zaman böyle bir birliktelikleri var hem de kısa dönemli baktığımız zaman özellikle 2007 yılındaki Türk-İş Genel Kurulu’ndan sonra daha derli toplu daha organize bir hareket içerisinde oldular.
Temmuz ayı başında Taksim’de bir eylem ve basın toplantısı ile birlikte çağrınızı duyurdunuz, bu birliktelik somut olarak nasıl hareket ediyor, neler yapmayı planlıyorsunuz?
Şimdi önce gönül birlikteliği veya anlayış birlikteliği olarak bir arada bulunan bu sendikalar daha sonra, “Bu birlikteliğimizi somutlaştıralım, bir programa dönüştürelim ve program üzerinden yolumuza yürümeye devam edelim” dedik. Şu anda sizin de önünüzde duran açıklamayı yaptık. Genel olarak bizim ne yapmak istediğimizi, anlayışımızı tarifleyen manifesto şeklinde bir belge oluşturduk. Bunun üzerinden birlikteliğimizi sürdürüyoruz. Aylık düzenli toplantılar yapıyoruz. Yarından itibaren de on sendikanın şubeleri düzeyinde şehirler bazında toplantılara başlayacağız ve yarınki toplantıyı burada, Petrol-İş binasında gerçekleştireceğiz. Yani birlikte hareket etme kararı olan on sendikanın şube başkan ve yöneticileri ile bir toplantı yapacağız ve şubeler düzeyinde bu çalışmaların nasıl yürütüleceğini kararlaştıracağız ve arkasından üyeler düzeyinde politika ve stratejileri belirleyeceğiz.
İstanbul dışında tarih tarih bir planlama yapılmadı, ancak öncelikli şehirler tespit edildi, bunlar İzmir, Bursa, Diyarbakır, Ankara ve Lüleburgaz. Bu şehirlerde Eylül ayından itibaren bir program yapılacak ve çeşitli toplantılar oralarda da gerçekleştirilecek. İstanbul bir başlangıç noktası olacaktır, bunun tabi iki nedeni var. Sendikaların birçoğunun, yedi tanesinin, genel merkezi İstanbul’da. İkincisi işçi sınıfı hareketi ve emek mücadelesi açısından baktığınızda da İstanbul önemli bir şehir veya bölge diyebiliriz. Dolayısıyla, İstanbul ile başlıyoruz, diğer şehirler ile devam edeceğiz.
Çağrı metniniz bir süredir kamuoyunda tartışılıyor. Sizin bu metine ilişkin özellikle vurgulamak istediğiniz noktalar nelerdir, çağrınızı bir kez de sizden dinleyebilir miyiz?
Çağrı metnimizde üç temel yaklaşım var, bunlardan birincisi demokrasi, ikincisi dayanışma ve üçüncüsü de değişim. Bunları çok kısa açacak olursak tabi ki demokrasiden kastımız ülkede demokrasi ve sendika içi demokrasinin bütün kurallarıyla birlikte uygulanması ve üyelerimizin de demokrasiyi içselleştirecek bir konuma getirilmesi ve yaşam biçimine dönüştürülmesi. Yine demokrasi mücadelesine bağlı olarak Türkiye’deki birçok siyasal sosyal soruna da değinebiliriz. Özellikle sendika içi demokrasi konusunda bu on sendikanın çok kararlı adımları olacak. Çünkü on sendikanın gerek tüzük, gerek yönetmelik gerekse de pratik uygulamalarına baktığınızda sendika içi demokrasi konusunda farklılıkları var. Örneğin bu sendikalar içerisinde Petrol-İş sendikası sendika içi demokrasiyi en iyi uygulayan sendikalardan bir tanesi. Bazı sendikalarda örneğin temsilci seçimleri bile henüz yok. Sendika içi demokrasinin temel göstergelerinden biri olan temsilcilerin seçimle belirlenmesi bile yok. Tabi bu konularda akşamdan sabaha sendikaların tüzüklerini politikalarını değiştirmeleri mümkün değil.
Zaman içerisinde yaklaşık bir üç yıl içerisinde bu on sendikanın pratik uygulamalarının da aynı seviyeye gelmesini hedefliyoruz. Belki de bizi izleyen, değerlendiren kamuoyunda bizim yumuşak karnımız bu konu olacak, ama buradaki taahhüdümüz bunu giderek birbirine uyumlu hale getirmek.
Öte taraftan “dayanışma” unutturulan bir duygu. Sınıf dayanışması çok önemli. Sınıfın önce kendi içinde dayanışması, sonra bileşenleriyle dayanışması, ortak hareket ve mücadele stratejisi geliştirmesi. Bu bize unutturulan bir duygu; bunu yeniden canlandırıp hayata geçirmek istiyoruz. Bu anlamda sendikalı-sendikasız veya herhangi bir konfederasyona üye veya değil hiçbir ayrım gözetmeksizin nerede bir mücadele eylem örgütlenme direniş grev varsa orada olacağız. Bu anlamda örneğin kimi bölgelerde oluşturulan yerel birliktelik ve platformlar var bunlara destek vereceğiz, hatta kamuoyunda sahipsiz gibi algılanan kimi mücadeleleri sahiplenip onlara önderlik etmeye çalışacağız. Bu anlamda dayanışmayı çok önemsiyoruz.
“Değişim” meselesine gelince de özellikle küreselleşmeyle birlikte üretimin küresel düzeyde yapılmasıyla birlikte sendikal hareketin de değişen üretim biçimlerine uygun bir şekilde kendini yenilemesi gerekiyor. Bu çerçevede biz sendikaların yapılarını, stratejilerini ve mücadelede kullanacakları yöntem ve araçlarını değiştirmesi gerektiğine inanıyoruz. Bu anlamda da bir program ile ortaya çıkacağız, pratikte değişimin araçları neler olacaktır; bunları kamuoyuna anlatacağız. Dolayısıyla sendikal harekette reform da diyebileceğimiz köklü değişimleri içeren bir yol tarif ediyoruz. Ve bu değişimler asla yalnızca fiziki değişimlerle sınırlı kalmayacaktır. Buradaki değişimler anlayış, politika, strateji değişiklikleri ve mücadelede kullanılacak yöntem ve araçlardaki değişiklikler şeklinde olacaktır. Temel hedeflerimizden biri de budur.
Türk-İş’e yönelik eleştirileriniz düşünüldüğünde tüm bu hedefleri konfederasyon çatısı altında gerçekleştirmenin olanaklılığı tartışmalı gibi görünüyor. Bahsettiğiniz hedefler bir aşamada “ayrı bir konfederasyon yapılanması” hedeflendiği düşüncesini akla getiriyor. Bu konudaki yaklaşımınızı alabilir miyiz?
Burada biz şu anda Türk-iş’ten ayrılmayı ayrı bir konfederasyona doğru bu işi götürmeyi kesinlikle düşünmüyoruz. Tam aksine Türkiye sendikal hareketinin birleşmesini savunuyoruz. Bu anlamda üç konfederasyonun ön koşulsuz bir araya gelmesini talep ediyoruz. Ve ardından da işçi-memur gibi yapay kavramların ortadan kaldırılarak daha geniş bir kavram etrafında -örneğin çalışanlar ya da emekçiler gibi- birleşerek bütün emek hareketinin tek bir çatı altına toplanmasını istiyoruz. Bu anlamda Türkiye birleşik emek hareketini yaratma gibi politika ve stratejilerimiz olacak, burayı büyüteceğiz.
Bir taraftan birleşmeyi savunurken diğer taraftan ayrışmaya doğru giden yolu tercih etmek doğru bir şey değildir. Diğer taraftan, üç işçi konfederasyonu var ve bunlar gerçek anlamda yaklaşık 700 bin üyeye sahip. Yine bunların yaklaşık 600 bini Türk-İş bünyesinde, geri kalan kısım iki konfederasyon arasında dağılıyor. Şimdi burada büyük bir kitleyi bırakmak ve ayrı bir konfederasyona gitmek doğru bir tavır ve strateji değildir.
Peki bu söylediklerimiz Türk-iş içerisinde yanıt bulmazsa, örneğin Türk-iş’in strateji ve politikalarında değişiklik olmazsa veya tabanda bu görüşler benimsenmezse ne olacak? Biz on sendika olarak söylediklerimizi, önerdiklerimizi bir proje olarak ortaklaşa hayata geçireceğiz. Örneğin örgütlenme konusunda önerilerimiz var, bu önerilerimizi konfederasyona sunacağız; kabul görmediği takdirde on sendika bunu birlikte hayata geçireceğiz. Eğer bu şekilde bunları uygulayabilirsek söylemdeki farklılığımızı pratikte yaratabileceğiz ve böylelikle değişim tabandan başlayacak ve yukarıya doğru devam edecek.
Hiçbir değişim akşamdan sabaha olmaz, zaman ister, büyük emek ister, fedakârlık ister. Bu nedenle biz de yüzümüzü tabana işçiye dönerek tabandan yukarıya doğru bir strateji izlemek istiyoruz.
Eğer bunu başarabilirsek pekâlâ mümkündür; çünkü kitleler, sendikaların üyeleri var olan durumdan son derece rahatsızdır; sendikalara özellikle konfederasyonlara olan güvenleri kalmamıştır. Bu güvenin yeniden kazanılması yeni bir umut ve çekim merkezinin yaratılması böylelikle genel anlamda emek mücadelesine bir aktivite kazandırmayı hedefliyoruz.
Petrol-İş, uluslararası gelişmelerin takibi, değerlendirilmesi ve dünya sendikal hareketiyle ilişkiler konusunda hassasiyet taşıyan bir sendika. Sizin bu girişiminizde uluslararası alanda sendikal harekete ilişkin yaptığınız değerlendirmelerin rolü ve payı nedir?
Uluslararası alandaki durumu üretimin küresel düzeyde yapılması belirliyor. Bildiğiniz gibi üretim dünya genelinde ÇUŞ’lar tarafından onlarca, yüzlerce, binlerce diye tanımlayabileceğimiz farklı mekânlarda parçalı bir şekilde yapılıyor. Ana fabrikalarda ise farklı yerlerde üretilen ürünlerin montajı gerçekleştiriliyor. Bu üretim modeli birden fazla yerde birden fazla ülkede zincirleme ve tam zamanlı yapılan bir üretim modelidir. Dolayısıyla üretimin nasıl yapıldığı sizin nasıl bir sendikacılık yapmanız gerektiğini de belirler.
Bu görüşten yola çıkarak dünya sendikal hareketi bu konuları, yaklaşık on beş yıldır çok ciddi bir şekilde tartışıyor. Bu tartışmalarda gelinen son nota şu; bizim örgütlü olduğumuz uluslararası kimya, enerji ve maden işçileri federasyonu ICEM ile tekstil, giyim ve deri işçileri konfederasyonu ve uluslararası metal işçileri federasyonu birleşerek dünya genelinde tek bir küresel federasyon oluşturma kararı aldı. Bunun altında yatan gerçek az evvel söylediğimiz üretim modelinde. İşkolları ayrımı kalkmış durumda; dolayısıyla sendikaların üretimin zincirin bütün halkalarına işkolu farkı olmaksızın örgütlenebilmesini sağlayan bir modeli içermekte.
Bu, bizim sendikamızın yıllardır savunduğu bir düşüncedir. Bugün küresel düzeyde böyle bir birleşme var, küresel düzeydeki bu birleşmenin alt bileşeni ise Avrupa düzeyinde aynı şekilde yapılacaktır. Avrupa düzeyinde de gerek bizim örgütlü olduğumuz Avrupa enerji, maden ve kimya işçileri, gerekse de Avrupa metal işçileri federasyonu ve Avrupa tekstil, deri giyim işçileri federasyonu da birleşme kararı aldılar. Ve hatta buna bir halka daha eklemek için uluslararası taşıma işçileri sendikası ile de çalışmalar devam ediyor. Böylece birleşme zincirine 2014-2015’te bu halka da eklenebilir ve dünya genelinde tek bir federasyona gidilir.
Bu modelin aslında ülkelere de indirgenmesi gerekir. Çünkü ülkeler bazında üretimde de aynı model vardır. Bir otomobil fabrikasını örnek alacak olursanız otomobilin onlarca yüzlerce parçası farklı farklı yerlerde ve işkollarında üretilmektedir. Dolayısıyla ülke genelinde bu üretim modelinin bütün zincirlerinde örgütlenebilecek esnekliğe sahip ve işkolu farkı gözetmeyen bir modele ihtiyaç vardır.
Küresel düzeydeki bu birleşmeler bize de örnek olmalı ve sendikal hareketimiz giderek bu yöne doğru ilerlemelidir. Artık tek tek işyerlerinde veya sadece ülke sınırlarıyla sınırlı bir sendikacılık dönemi sona ermiştir. Yapacağınız her işin, atacağınız her adımın mutlaka küresel ayağını oluşturmak durumundasınız, işçi sınıfının küresel düzeydeki işbirliği dayanışması ve mücadelesi ise dünya genelinde sendikal hareketin geleceğini doğrudan belirleyecektir.
Bu son açılımınızı aydın, akademisyen, gazeteci çevrelere taşıma konusunda attığınız adımlar var mı? Böyle bir dönüşüm hedefi için bu çevrelerin desteği ya da katkısı kritik olsa gerek.
Şu ana kadar onlarla bir işbirliği içine giremedik ama bundan sonra kesinlikle işbirliği içerisinde yolumuzda yürüyeceğiz. Buna bizim de çok ihtiyacımız var. Tabii ki, akademisyenlerin, aydınların, sanatçıların da, dünyaya emekten yana bakanların da burada olumlu gelişmeler görmeye ihtiyaçları var.
Örneğin yeni sendikal politika ve stratejiler geliştirirken işin teorik yönünü tabii ki akademisyenlerle tartışacağız, bizler de pratik yönüyle buna katkı koymaya çalışacağız. Bu tür toplantıları hızla organize etmeye çalışacağız.
Biz bu noktada bilgiye dayalı sendikacılığı da önümüze bir hedef olarak koyuyoruz. Yani söylemlerimizin içinin dolu olması, söylemlerimizin öncelikle üyelerimizde ve kamuoyunda karşılık bulması gerekiyor. Aynı zamanda yapacağımız pratik çalışmalarda modern iletişim ve propaganda araçlarının çok iyi kullanılması gerekiyor. Artık bir bilim dalı olan iletişimin profesyonelce kullanılması; hem üyelerimize hem de kamuoyuna sendikaların anlatılması, tanıtılması, sevdirilmesi ve sendikalarla ilgili veya genel anlamda örgütlü yapılarla ilgili negatif düşüncelerin pozitife dönüştürülmesi önemli. Tüm bu konularda işbirliği ve dayanışma içerisinde olacağız.
(9.8.2011, Petrol-İş Genel Merkezi)