Çalışma ve Toplum Dergisi Yayın Yönetmeni Avukat Murat Özveri ile örgütlenme üzerine konuştuk. Özveri işveren ve devletin, işçilerin örgütlenmesini istemediğini ve bunu engellemeye çalıştığını belirtti.
Ülkemizde sendikaların ve genel olarak örgütlü oluşumların durumu ortada, son on yıllardaki artan örgütsüzleştirme eğilimi ile birlikte düşünülürse bu konuyu nasıl değerlendirmek gerekir?
Örgütlülük, birisinin kendisini bir örgüt çatısı altında ifade etme gereksinimi, bir hobi, değildir. Örgütlenme, bireyin kendisinden üstün, güçlü ve bu gücü ile yaşamını etkileyen, onu korkutan, güvencesiz hissettiren bir şeylere karşı, kendisi gibi aynı sorunları yaşayan insanlarla güçlerini bir araya getirerek korunma isteminin dışa vurmasıdır. Örgütlenme bilinci ise “tek bir birey” olarak, güçsüz olduğu güçlünün karşısına, ancak, örgütlenerek güçlü bir şekilde çıkmasının olanaklı olduğunun farkına varılmasıdır.
İnsanlar neyden korkuyorlarsa, kimden korkuyorlarsa ona karşı birleşip örgütlenirler. Kim insanların birlik olması, örgütlenmesi yüzünden onlar üzerinde kontrolünü yitiriyorsa, onlara hükmetmekte zorlanıyorsa o da örgütlenmeyi engellemeye, hatta yapabiliyorsa her türü örgütlenmenin meşruluğunu tartışılır kılıp, kötü bir olay olarak göstermeye, örgütlenmenin aslında örgütlenene zarar verdiğine onu inandırmaya çalışacaktır.
İşgücü üzerende işverenin yönetim hakkı adı altında denetimini sürdürmesini sınırlandıran en büyük faktör, bu denetimin yani işverenin yönetim hakkının sınırlandıran yasal düzenlemeler ile, toplu iş sözleşmeleri ile çalışma koşullarının düzenlenmesidir.
Yasaların örneğin, çalışma süresini haftalık 45 saatle sınırlandırmış olmasına, yıllık izin hakkına, işçi sağlığı iş güvenliği kurallarına işverenin sadece yasayla karşı karşıya kaldığı durumlarda, hem yüzyılın başında hem de bu gün uymadığını, çalışma yaşamında koruyucu düzenlemelerin kağıt üzerinde kaldığı bilinen, her gün günlük yaşamın içerisinde yeniden üretilen bir gerçektir.
Gerçek anlamda yasaların işlemesi, ancak, işyerinde sendikanın toplu iş sözleşmesinin var olmasıyla olanaklı olduğu da aynı şekilde somut bir gerçekliktir. Dolayısıyla işçiler üzerinde denetim olanaklarının daralmasını, isteyeni istediği yerde, istediği ücrette ve istediği hitap biçimiyle çalıştırma hakkından vazgeçmek istemeyen her işveren örgütlenmeye karşı çıkacak, örgütlü gücün siyasi tercihleri belirleyebileceğini bilen her siyasi iktidar da bu alanda örtülü ya da gizli işverenle işbirliği yapıp örgütlenmeyi ortadan kaldırmayı, o olmuyorsa için boşaltıp sulandırmayı kendisine görev olarak görecektir.
Mevcut örgütlenme engelini aşma yönünde sendika ve diğer örgütlü yapıların attığı kayda değer adımlar veya örnek olarak gösterilebilecek çıkışlar var mı sizce? ( Petrol-İş sendikasının “sendikalı ol” kampanyası gibi…)
Örgütsüzlük, güvencesizliğin esaretini kabul edip, insanın kendisini çaresizliğe mahkum etmesidir. Ne esaret ne de çaresizlik, insanın kabullenebileceği durumlar değildir. Bu nedenle biçimi, zamanı, yeri, etkisi farklı olsa da, bu esaret ve çaresizliğe karşı belki binlerce biçimde karşı duruşlar sergilenmektedir. Bu tek tek alındığında etkisiz gibi görünen direnişler bence ciddi bir birikim yaratıyorlar ve asıl dönüştürücü olacakları zamana doğru koşuyorlar. Son bir yıl içerisinde MESS karşısında Birleşik Metal İş’in gösterdiği başarı, bazı işyerlerinde işten atılan işçilerin dava yoluyla uğraşmadan toplu eylem haklarını kullanarak atılan arkadaşlarına sahip çıkmaları, bu kadar yoğun işten atılmalara karşın sendikalaşma çabalarının sürmesi, başlı başına örnektir. Çorumda tuğla işçilerinin çok çabuk unuttuğuz çıkışları bir başka açıdan üzerinde çok düşünülmesi gereken bir diğer örnektir.
Sendikalar neden örgütlenemiyor ya da örgütlenmiyor?
Bir grup teslim olmuş, bu yasalarla ancak bu kadar, var olanı koruyup idare edeyim diye özetlenebilecek bir anlayışı, gerçeklilik olarak gören, varlığını devam ettirebilme yolunu, iktidara, işverenlere yakın olmakta arayan bir sendikacılık yapıyormuş gibi yapanları dışında tutarak söylemek gerekirse, aslında Sendikalar örgütleniyorlar. İşçiler de örgütlenmek istiyorlar. Ancak sendikalar örgütlendikleri işyerlerinde üyelerini korumakta, bu işyerlerinde toplu iş sözleşmesi yetkisi alıp masaya oturmakta zorlanıyorlar. Çünkü öyle bir sistem kurgulanmış ki, sendikanın “ben bu üyeyi temsil ediyorum” diyebilmesi için ortalama iki yıl geçmesi gerekiyor. Buna rağmen halen sendika arayan işçiler var ve sendikalarda, sonu karanlık demeden bu uzun soluklu uğraştan kopmuyorlar.
Örgütlenmeye dönük olarak yaratılan ideolojik/kültürel engeller nasıl aşılabilir?
Yanıtı uzun, yani reçetesi yok. En azından bende yok. “Yalan Kurdu Kuzu Yaparmış”, ideolojik / kültürel engeller dediğiniz şeyler, kurdu kuzu yapmak için söylenen yalanlar. Dolayısıyla inatçı, basit, yalın gerçekleri bilince çıkartmak, bu gerçeklerin üzerine örtülen süslü, abartılı, yapay, üst perdeden, “sen bilmezsin ama bu böyledir” diye karikatürize edeceğim, bir dilin tuzağına düşmeden, neyi neden niçin yapmaya çalışıyorsan olunca içtenliğinle ve kendini ortaya koyarak geliştirilecek bir iletişim anlayışına gereksinimiz olduğunu düşünüyorum.
Çok fazla konuşmayan, ama çok fazla yaşayan, “dilin” yanında “işi de” iletişimin bir parçası olarak gören, “ferman padişahın dağlar bizimdir” diyebilmiş, insanlara değmeyi becerebilen, kirli, yaramaz, takım elbiselerinin içine hapsolmamış sendikacıların dilinden dökülecek gerçekler, inatçı gerçeklerin konuşması anacak bu engelleri aşılabilir kılacaktır.
Sendikalar söz konusu olduğunda işyeri ya da bölgesel ölçekli örgütlenmeler arasında bir tercih yapılmalı mıdır, hangisi tercih edilmeli, neden?
Nerede bir güvencesi, nerede bir güvencesizlik üreten kurum, durum, olay varsa sendikalar orada, ya örgütleyen (burası bir işyeridir), ya örgütlenene yardımcı olan (burası bir mahalledir) sendikalar öncelikle orada olmalıdır.
İşyeri ya da bölgesel örgütlenme bana göre biri diğerine tercih edilecek biçimler değildir. İşyeri dalga dalga dışında örgütlenmeler, yaratabildiği oranda güçlenebilecek bir örgütlenme modelidir. Dolayısıyla tercih değil olanaklı ise hepsi.
Yeni bir işçi kuşağı söz konusu ve bu kuşağın örgütlü kültüre mesafesi büyük. Yeni bir örgütlü kültür nasıl ortaya çıkar?
Yeni duruma özgü yeni örgütlenmeler yaratarak çıkar. Başlarsın belki başaramazsın ama yarattığın, yeni kuşağın dost sohbetlerinde anlattığı/anlatacağı, olumlu olumsuz bir deneyimdir. Her örgütlenme, sendika açısından da, üye açısından, genç yaşlı, yeni kuşak eski kuşak, hiç önemi yok, yeni ilişkiler, yeni dünyaların açılmasıdır. Yeni nesile onların dilinde değip, örgütlenmenin kaçınılmazlığını ve olanaklılığını somut iş ekseninde koyabildiğin sürece mesafe daralacaktır, diye düşünüyorum.