Bağış Erten’i televizyonlardan Radikal'deki futbol yazılarından NTV'deki futbol yorumlarından tanırsınız, ciddi teorik birikime dayalı farklı ve mizahi bir tarzı vardır. Onunla futbolun işçi sınıfı ile iç içe geçen tarihinden, birlikte seyredilen bu oyunun keyfine, sahalardaki şiddetten, oyuncuların sendikalaşmasına kadar bir dizi konuda konuştuk.
Söyleşi: Necla AKGÖKÇE
Türkiye'de spor denilince futbol anlaşılıyor, futbolu niye bu kadar çok seviyoruz?
Sporlar içinde futbolun ayrıcalıklı bir yere sahip olması sadece Türkiye'ye özgü bir durum değil, dünyanın pek çok yerinde bu böyle. Ama bizde en popüler sporlar arasında birincinin futbol, ikincinin futbol, üçüncünün de futbol olması sorunlu. Diğer sporlar bizde dörtten sonra başlıyor. Bu yoğun ilginin bana göre iki nedeni var. Öncelikle futbol kolay, basit, herkes tarafından sevilmeye daha uygun bir spor. Bir kültürü, bir tarihi, bir dili var. Bunları popüler kültüre yedirdiğinizde ortaya kocaman bir alan çıkıyor. Futbol edebiyatın da parçası olabiliyor, yazılı medyanın da bir parçası olabiliyor, televizyonun da unsurların biri olabilyor. Bütün bunlar futbolun geniş hareket alanını gösteriyor. Ama Türkiye'de işin bir de subjektif yanı var. Futbol özellikle 1980 sonrasında özel olarak bir kitle iletişim aracı olarak kullanıldı. Bu anlamda bir oyalama aracı olarak sunuldu, palazlandı,yüceltildi, her alanda karşınıza çıkacak biçimde vurgulandı. Bu kadar çok ilgi gösterirseniz, bu kadar para yatırırsanız, o spor buz hokeyi bile olsa bir yere gelir.
Futbolseverlik ile kutuplaşmış futbol fanatizminin birbirinden farklı olduğunu söylüyorsunuz, Bu kavramları açabilir misiniz?
Futbolseverlik, taraftarlık, sıkı taraftarlık, sonra da futbol fanatizmi (holiganizm) diye bir çizelge yapabiliriz. Türkiye'de futbol, bu çizelge üzerinde salınıyor. Ama bu salınım artık futboseverlere değmez oldu. Futbolseverliği diğer taraftarlık biçimlerinden ayıran temel şey oyuna olan bir sevda ile kendini ifade etmesidir. Futbolsever sadece takımının iyi oynaması ile değil, hertürlü güzel oyunla ilgilidir.
Aslında bu çizelgenin özünde bir futbolseverlik vardır. Taraftar kitlesinin çok azı, ben sadece kendi takımımın maçını seyrederim, başka maç seyretmem, der. Mutlak surettte başka maçlar da seyrederler. İşte o başka maçlardan aldıkları lezzetlerin bütünü bir futbolseverlik kültürü yaratıyor. Oyunla sağlıklı bir ilişki kurmanın da başlangıcı budur. Bu, taraftarlığı reddeden bir şey değil. İyi bir futbolsever ve iyi bir taraftar olabilirsiniz.
Taraftarlığın ayırdedici özelliği nedir sizce ?
Taraftarlık bilinçle seçtiğiniz bir durum değildir. Küçükken ya aile ya bir abi tarafından size iletilen aklınızla değil duygularınızla seçtiğiniz bir şeydir. Duygularınızla seçtiğiniz bir şey için çok rasyonel açıklamalar yapamazsınız. Ama futbolseverlik taraftarlığın iyi bir parçasıdır, iyi bir taraftar olmak için iyi bir futbolsever olmanız gerekiyor.
Peki ya futbol fanatizmi
Türkiye'de kendi takımına aşırı sevgi üzerinden değil rakip takıma olan nefretle ifade edilir hale gelen duruma futbol fanatizmi diyorum. Kendi takımınızı çok sevmekle rakip takıma karşı duyduğunuz nefret arasında bir tercih yapıyorsunuz demektir bu ve çok önemli bir farktır. Burada sevginiz değil başkalarına olan nefretiniz ön plandadır. Bu ötekileştirme, biz-onlar ayrımının çok vurgulu hale gelmesi, futbolda ciddi anlamda bir adaletsizlik, hukuksuzluk yaratıyor. Bu adaletsizlik ve hukuksuzluğu her takım taraftarının kendine yontarak, hep başkaları tarafından mağdur edildiğine inanarak tariflemesi, kulüplerin durumu sömürmesi, her takım taraftarının kendi içinde cepheleşmesi ve tespih böceği gibi içine kapanarak yaşamaya başlaması sonucunu doğuruyor. İçe daha sağlam kapanabilmek için dış düşman yaratmanız gerekir. Dış düşman insanları birleştiren içerideki sorunların üzerini örten bir şey aynı zamanda. Bu dış düşman hem toplumda hem de medyada çok körükleniyor.
Pratiğe nasıl yansıyor bu?
Mesela Fenerbahçeli adamın formasının sırtında, anti-Galatasaray yazıyor ya da Galatasaraylı'nın sırtında anti- Fenerbahçe. Kendini bu kadar net ifade ediyor. Bu durumu besleyen adeletsizlikler, düşmanlıklar ve söylemler de ortadan kalkmayınca ciddi kutuplaşmalar oldu. Beraber maç seyredemez hale geldik. Birlikte maç seyretme bir nostalji olarak değerlendiriliyor artık.
Oysa bu nostalji değil. Futbolun en zevkli yanlarından biri de seyreder-ken rakibi kızdırabilmektir. Yan yana oturduğunuz arkadaşınızı kızdıramamak, ona takılmamak oyunun ciddi bir bölümünü yok eder. Oyunun en zevkli yanı budur. Duvara karşı oynamıyorsunuz çünkü.
Bir toplumsallaşma hali de sanıyorum?
Evet aynen öyle maç seyrederken temas kurarsınız. Temassız futbol bir işe yaramaz, bilgisayarda futbol oynamıyoruz gerçek futbolu seyrediyoruz. Yanımızda takılabileceğimiz, şakalaşabileceğimiz insanlarla beraber yapabilirsek bunu güzeldir futbol.
Futbol yazarı olarak bir maçtan bahsederken Arap Baharı'na, Almanya -Yunanistan maçını yazarken komşudaki krize giriyorsunuz futbola siyaseti karıştırıyorusunuz yani. Futbol- siyaset bu kadar geçişli alanları mı?
Bir büyük, bir de küçük siyaset var. Büyük siyaset televizyonlarda izlediğimiz siyasiler tarafından bir meslek gibi icra edilen parlamentosu ile söylemi ile günlük haber bültenlerinin bir parçası olan siyasi partilerin aktör olduğu bir dünya. Bu büyük siyasetin futbola karışması tehlikeli. Çünkü büyük siyaset kendi araçları ile kendine yontarak futbola karşıyor. Sadece Türkiye'de değil başka ülkelerde de oluyor bu. Siyasiler futbolu bir rant, yararlanma, bir destek alanı olarak kullanmaya çalışıyorlar. Milli takımının başarılarından kendilerine güç devşirmeye, bazı takımların içinde siyasi bir alan açmaya çalışıyorlar. Bu tehlikeli bir şey.
Küçük siyaset ne oluyor?
Küçük siyaset dediğimiz şey hayatın her alanında olan otobüse, metroya bindiğinizde geç gelen veya kalabalık olan araçlardan yakınmadan tutun da hayat pahalılığından yakınmaya kadar varan bir tutum. Hayatın asıl büyük alanını oluşturan ve bize siyasi değilmiş gibi görünen oysa bir sürü siyasi anlamı olan her şey küçük siyasete giriyor. Futbol işte bu küçük siyasetin mutlak surette temas etteği bir alandır. Bilet fiyatlarını ele alın bugünkü bilet fiyatlarıyla bir işçi zor maça gider artık. Bunu dile getirip “Bilet fiyatları çok yüksek” dediğinizde bu bir siyaset oluyor. Hakikatten dünyanın en pahalı maç biletleri bizde satılıyor. Türkiye'de bazı maçların kale arkası biletleri 60TL, bazen de daha fazla oluyor. Bu kadar pahalı bilet satarsanız futbolun asıl sahipleri devre dışı kalır. Türkiye'de asgari ücretli iki kere maça gitse ayda maaşının yüzde 20'sini maça vermek zorunda kalır. Bu da siyasete dahil bir şey, çok da gerçek bir şey. Aynı zamanda toplumsal bir şey çünkü hayatın bir parçası. Mesela, Arap Baharı'nda Tahrir Meydanındaki o önemli kalkışmanın itici unsurlarından biri bir taraftar grubuydu. Taraftar grubunun polise karşı mukavemet geleneği olduğu için kitleyi toparladı. Futbol hayatın içine indiğinizde buna çok müsait bir temas...
Nasıl yani ?
İşten eve evden işe gidiyor, sendikal faaliyetlere katılmıyor, herhangi bir toplumsal hareketlilik içinde yer almıyorsanız size kötü muamele yapıldığını görmeyebilirsiniz. Böyle bir hayat içinde başkalarına yapılan haksızlıkları da farketmeyebilirsiniz. Ama bir maça gidin bazen bir anda hava değişir, şiddet, polisin aşırı güç kullanımı ya da insani muamele bütün bunları görmeye başlarsınız. Hemen orada bir direniş kültürü oluşmaya başlar. Çünkü futbol hayata değen, hayatın pek çok alanına değen bir spor. Aslında hayatın taklidi ve bütün taklitler gibi abartılı olduğundan kendini çok kolay gösterebiliyor.
Hayatta eşitsizlik varsa futboldaki eşitsizlik, dayanışma varsa futboldaki dayanışma çok net biçimde görülebilir. Ben hayata bakıp hayata benzeyen yanları ile futbolu anlatmaya çalışıyorum.
Karıştırdığım siyaset böyle bir siyaset. Hayatı anlatabilmek için futbolu kullanmak daha doğrusu.
Futbol emekçilerinin sendikalaşmalarını savunuyorsunuz, transferlerde milyarların döndüğü bir sektörden bahsediyoruz bir yandan da. Böyle ortamda sendikalaşmak mümkün mü?
Bir sinema filmine baktığınızda baş rol oyuncularını görürsünüz önce ama filmin arkasında pek çok insanın emeği gizlidir. Futbol da bir sahne sanatıdır. Sahnenin önündekiler bizim gözümüzü kör ediyorlar. Çok büyük paralarla gösterişle yapıyorlar bu işi. Ama bunlar çok çok bin kişiler. Oysa Türkiye'de 10 binin üzerinde profesyonel sporcu var. Futbolcular içinde kendilerine vaad edilen paraları alanların oranı yüzde sıfırdır. Mutlak surette - en çok para kazananı bile- bence emek sömürüsüne uğruyor. Geçtim hakettiğini vaad edilen parayı alamıyor. Dokuz bin kişi ikinci, üçüncü ligde top koşturuyor. Gencecik çocuklar asgari ücretle hatta zaman zaman bunun altında çalıştırılıyor. Futbolcular arasında 18 yaşın altında olanlar bulunuyor. Burada bir çocuk işçi sömürüsü var. Gelecekleri başkan ve yöneticilerin iki dudağı arasındaki sözlere bağlı. Hepsinin hayali büyük futbolcu olup, o şaşalı dünyaya çıkmak. O dünyanın ışıkları yüzünden en aşağıda o ağır sömürü ortamını kabul ediyorlar. Dayanışmanın, bir arada durmanın, sendikanın gücünü en iyi anlatan yerlerden biridir futbol. Hayatta sendika dediğinizde size şüphe ile bakıyorlar. Ama futbolda sendika dediğinizde, size doğru söylüyorsun haklısın, diyorlar. Futbolla ilgilenen herkes futbolcuların kulüpler karşısındaki güçsüzlüğünü bilir. Tablo bu kadar netken örgütlenmemek hakikatten büyük bir zaaf.
- - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - -
DAVID BECKHAM DA FUTBOL SENDİKASI ÜYESİDİR
Futbolcu sendikaları dünyada ne durumda, ne tür bir çalışma yürütüyorlar?
Dünyanın pek çok ülkesinde futbolcu sendikaları var. Fransa’da çok kuvvetli bir sendika bulunuyor. Her ligde ödenmesi gerekli asgari ücret için toplu sözleşme masasına oturuyorlar. Bir üçüncü lig oyuncusuna şundan daha az, bir ikinci lig oyuncusuna bundan daha az, bir birinci lig oyuncusuna da şundan daha az para veremezsiniz, diyorlar.
Böylece taban ücretleri belirlenmiş oluyor. Bu çok devrimci bir uygulama. Sendikanın iyi bir şey, güzel bir şey olduğunu ispatlayacak en iyi alan futboldur. Sendikalarla mücadele etmeyi çok sevmeyen ileri endüstri toplumlarında çok gelişmiş futbol sendikaları vardır. Amerika'da bütün futbolcuların hakları toplu sözleşme ile belirlenir. Hiçbir futbolcu bireysel sözleşme imzalayamaz.
İngiltere'de bütün dünyanın tanıdığı David Beckham sendika üyesidir ve greve de gitmiştir. İngiltere Futbol Federasyonu malulen emekli olanların paralarını azaltmaya kalktı, yıllık milyonlarca Paund alan o oyuncular lig başlamadan greve gittiler.
Futbol emekçileri niye örgütlenemiyor Türkiye'de?
Türkiye' de popüler kültür alanlarında kimse örgütlenemiyor. Mesela sinema emekçileri sendikası daha yeni kuruldu ve çok güçlü değil. Müzik emekçileri de öyle. Popüler kültür alanlarında sendika öcüleştirildi. İnsanlar çok korktukları için sendika kuramıyorlar. Ayrıca futbolcular çok gençler, çok bilgisizler. Oysa fakir çocukları futbolcu olur.
Çünkü bu öğütücü sistem içinde direnebilmeniz için kaybedecek hiçbir şeyiniz olmaması gerekir. Bu çocukları birgün şöhret olacakları beklentisi yaratarak kandırmak o kadar kolay ki.
Bu şartlar altında sendikadan uzak durmaları da çok normal.
- - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - -
İşçiler futbol seyircisi olarak büyük bir kitle oluşturuyor, ama bunun dışında futbolla, futbol takımlarıyla işçi sınıfının farklı bağlantıları da var. Bu bağlantı buradan çıkabilecek olumlu işbirlikleri hakkında bir şeyler söylemek ister misiniz?
Kesinlikle söylemek isterim. En sevdiğim konulardan biridir. İngiltere'de 19. yüzyılda boş zaman faaliyeti olarak ortaya çıkmış olan futbol, yapı itibariyle işçi sınıfının sporudur. Oynayanlarla seyredenlerin aynı dünyanın parçası olduğu bir yerden palazlanmış, yerleşmiş daha sonra herkes tarafından kabul edilmiştir. İtalya'da, Almanya'da da işçi sınıfının sporudur. İspanya' da kimlik sporudur ama yine işçi sınıfına dairdir. Son 20 yılda bunu onlardan alıp başkalarına mal etmek için ciddi bir atak var.
Ne tür bir atak?
Özellikle tribünlerde seyredilen futbolu, biletleri pahalılaştırarak, belli yerlerden insanları sürerek, stat konforları adı altında her şeyi fahiş fiyata satarak işçi sınıfından almaya orta üst sınıfa mal etmeye çalışıyorlar. Televizyonda seyredileni engelleyemezsiniz ama tribün futbolunu ,işçiler gelemesin, yoksullar gelemesin, haline getirmeye çalışıyorlar. Maçlara “Formalı geleceksiniz” deniyor mesela. Kendi diktiğiniz forma olmuyor, resmi forma almanız gerekiyor. En azından 80-100 TL bu. Tek yetmez, onun üç çeşitini alacaksınız, deniyor, sonra. Tüketim kalıbına indirgeyerek futbolu, işçi sınıfından uzaklaşmaya çalışıyorlar. Buna yoksul kesimlerin, işçilerin direnç göstermesi lazım. Sendikalı, sendikasız tüm işçilerin bu alanı kaptırmaması lazım.
Direnç gösterenler var mı ?
Evet var. İngiltere'de dok işçilerinin takımı olan Liverpool'da pahalı bilet satamazsınız, mesela. Kop denilen bir kale arkası tribünü vardır. O tribüne 100- 150 yıldır işçiler gidiyor, onların ayağını oradan kesemezsiniz. En zengin klüplerden biri de olsanız bunu yapamazsınız. Sahibi Amerikalı Liverpool'un promiyer lig, tüketim kalıplarının en fazla köpürtüldüğü lig, ama onu orada yapamazsınız. Almanya'da Schalke maden işçileri takımıdır. Schalke'ye giren her yeni futbolcu yerin yedi kat dibine götürülür. Ve onlara “ Siz bu adamların, işçilerin takımısınız, bakın burada hangi koşullarda çalışıp sizin maçınıza geliyorlar. Onlara layık olacaksınız” denir. Bu, çok çarpıcı bir örnektir.
Şu anda Schalke'nin sahibi Rusya'nın ünlü doğal gaz şirketi Gasprom'dur. Sahibi kim olursa olsun, hiçbir zaman maden işçilerine yüzünü çeviremez. Bu, takımın tarihine, kimliğine yüz çevirmek demek olur ki, bu riski kimse göze alamaz.
İspanya'da kimlik sporudur demiştiniz...
Evet, mesela İspanya'da Athletic Bilbao takımı BASK bölgesinin takımıdır. BASK bölgesinde doğmuş ve o bölgede yetişmiş çocuklarla oynarlar. Dışarıdan transfer yapmazlar, bunun için bir yasak yoktur ama oynayan tüm çocuklar o bölgenin çocuklarıdır. Bunu ırkçılık olarak yapmazlar, siyah da olsa, başka ulustan da olsa o bölgede yetişen çocukları tercih ederler.
Bu bölgenin çocuğu olacak derler. Bizim Diyarbakır Spor'da bir tane Diyarbakırlı zor bulursunuz. Kendi yağları ile kavrulurlar. Belki şampiyon olamazlar ama gidin görün hayatta en zevk alınacak tribünler oradadır Futbol keyfi orada bambaşka bir şeydir. Türkiye'de böyle temel kültür yok... Türkiye'de her takım sosyal kesim olarak birbirine benziyor. Aynı aileden bir Fenerbahceli, bir Beşiktaşlı, bir Galatasaraylı çıkması çok muhtemeldir. Zaten çok da vardır. Onlar biraradalık yaratan popüler kültür takımları olarak çıkmışlardır.
Schalke örneği gibi bir işçi takımı yok bizde sanıyorum?
Buna en yaklaşan takım Karabük Spor'dur. Karabük Spor sahibi sendika olan bir takımdır. Üyelerden takım için de bir pay kesilir ve bunu üyeler kabul eder. Şu anda da birinci ligde oynuyor. Karabük bir işçi kentidir, her tarafı emek kokar.
İşçi şehrinin takımı da işçi takımı olmak durumundadır. Hakikatten tribünlerinde de bunlar yazar. Karabük'ün tribünlerindeki söylemlere baktığınızda, Avrupa takımlarından farklı olmadığını görürsünüz. Ama bunu öne çıkartmak, anlatmak göstermek lazım.
Futbolu son dönemlerde şiddetten ayrı düşünemez hale geldik, ciddi bir erkek şiddeti bu bir yandan da, futbol böyle olmak zorunda mı, böyle bir şey mi?
Futbolla şiddet arasında üç düzeyde bağlantı kurulabilir. Birincisi futbol şiddetli bir oyundur. “Kale, atak, hücum, savunma, penaltı-ceza vuruşu-, faul -bir çarpışma hali- “ bu kavramları düşünün bütün bunların hepsi şiddeti, savaşı çağrıştırıyor. Daha doğrusu futbol, şiddete alan açan bir spor. Bu objektif bir durum.
Ama asıl problem futbol içindeki subjektif şiddettir. İki subjektif şiddet biçimi var, futbolda. Bir tanesi erkek yatılı okullarında da göreceğiniz, şiddete meyil gösteren ergen erkek kültürü. 16-17 yaşında bir erkeğe anne babası bir şey söylediğinde kapı, baca çarpar, yok yere bağırır, çağırır sürekli öfkelidir. Öyle ki bu ergen erkek kitlesinden sokakta yürürken bile korkarsınız. Üçüncü bir şiddet var ki bence asıl tehlikeli olan da budur: Manipüle edilmiş şiddet. Futbol sahasını bir şiddet alanı olarak gören gruplar, grupçuklar var. Bunlar taraftar grupları, siyasi gruplar, ekonomik çıkar gözeten gruplar olabilir. Hepsinin sahalara taşıdığı bir şiddet, bir çeteleşme var. Bunların siyasi angajmanları da bulunuyor. Ciddi oranda kitle psikolojisinden beslenen yanları var ve ekonomik yanları var.
Kulüpler tarafından yönlendiriliyorlar, kimlere şiddet uygulanacağı onlara gösteriliyor. Sayıları çok az olabilir ama yarattığı bir dalga etkisi var. Ergen erkek kültüründeki şiddeti de tetikliyor bunlar. Hiçbir zaman mücadele edilmiyor. Ergen erkek kültürünü ehlileştirmek yerine o kutsanıyor. Şiddetin örgütlendiği, tolere edildiği, bir yer olarak futbolu tariflemek çok kötü bir şey. Futbol arka kapı gibi algılanıyor. Ciddi anlamda ırkçılık, şövenizm olduğunda bunu futbol sahalarında yaptığınızda gözardı edilebiliyor. Kadına, güçsüze karşı şiddet ve linç kültürü yükseldiğinde bunu futbol üzerinden yaptığınızda yine tolere edilebiliyor. Vergi kaçakçılığı bile futbol üzerinden yapıldığında tolere edilebiliyor. Futbol Türkiye'nin arka kapısı adeta, o kapıyı kapatmak, futbolu hayatın içine çekmek lazım. Kimsenin imtiyaz alanı değildir futbol. Bu kadar güzel bu kadar hayata benzeyen bir oyuna bütün kötülüklerimizi boşaltacak bir alan olarak bakamayız.
Futbol kirli bir alan olmaya başladı, diyorsunuz. Şike, yolsuzluk... bunun gibi şeyler. Hem rant hem de siyasi hesaplaşma alanı gibi sanki, futbol artık, bu konuda ne düşünüyorsunuz?
Evet güzel tanımladınız futbol bir rant ve siyasi hesaplaşma alanı olarak tarif edildiğinden beri futbol bir bataklığa doğru gidiyor. Ciddi bir yolsuzluk, ciddi bir çeteleşme var. Şöyle anlatayım meşhur Susurluk çetesinin en önemli unsurları bile bir takım kurmuşlardı. Futboldan bu adamların uzaklaşması lazım. Ama bunu bir siyasi iradenin yapmaması lazım. Siyasi irade bu insanları futbol dışına atayım derken, kalan alanı kendine göre düzenlemeye çalışıyor. Kendi şeklini vermeye başladığı andan itibaren de hukuk ve adalet ciddi bir biçimde zedeleniyor. Bu, çok önemli bir problem.
Futboldaki bütün şaibeli alanların gerçek anlamda adil bir hukuki düzen tarafından çözümlenmesi lazım. Ama bunun arkasında siyasi amaçlar varsa, tehlikeli bir şey. Gerçek adalet mi isteniyor yoksa siyasi bir düzenleme mi, bunu anlayamaz hale geliyorsunuz. Bu durum bir direnç yaratıyor. Direncin bileşenleri o kadar farklı ki. Bunların arasında ciddi anlamda tehlikeli olanlar da var, demokrasiye, özgürlüğe, özerkliğe inananlar da. Futbol şu anda mevcut iktidarın tek başına diş geçirmekte zorlandığı tek alan olarak kaldı neredeyse. Futbolun kendi dili vardır, yararlanabilirsiniz ama ona sahip olamazsınız.
Futboldan siyasi rantlar devşirildiği olmuştur, ama “futbolun patronu benim” demeye kalktığınızda futbol direnç verir. Şu çok kesin, bu oyunu karanlık kirli güçlerin sporu yapmaya çalışan bir kesim var. Bunun karşısında temiz, aydınlık daha iyi bir futbol isteyenlerin cephesini örmek lazım.
- - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - -
BAĞIŞ ERTEN KİMDİR
1973 Ankara doğdu. 1998’de İstanbul Üniversitesi Hukuk Fakültesi’nden mezun oldu. Boğaziçi Üniversitesi’nde yakın tarih yüksek lisansını tamamladı ve iki yıl araştırma görevlisi olarak çalıştı. Daha sonra İletişim Yayınları’nda editörlük yaptı. Modern Türkiye’de Siyasi Düşünce ansiklopedisinin yayın sekreteri oldu.
Uzun süredir spor yazarlığı ve yorumculuğu yapıyor. Halen bir yandan Eurosport Türkiye'nin Yazı İşleri Müdürlüğü görevini sürdürürken, Radikal Gazetesi’nde köşe yazarlığı, Ntv'de de spor yorumculuğu yapıyor.
- - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - -