Yirmi yıllık özelleştirme tarihimizde neler gördük neler. İptal edilen ihaleler, ihaleyi kazanıp da parayı ödeyemeyenler, teklif gelmeyen ihaleler. Öte yandan iyi örnekler de var. Çok başarılı halka arzlar ya da blok satışlar da yapıldı bu dönem boyunca.
Yirmi yıllık özelleştirme tarihimizde neler gördük neler. İptal edilen ihaleler, ihaleyi kazanıp da parayı ödeyemeyenler, teklif gelmeyen ihaleler. Öte yandan iyi örnekler de var. Çok başarılı halka arzlar ya da blok satışlar da yapıldı bu dönem boyunca. Başarılı bir özelleştirme uygulaması için dört doğrunun biraraya gelmesi gerekiyor. Önce doğru bir zamanlama lazım. Dünya piyasalarının krizde olduğu bir dönemde bir varlığınızı satışa çıkarmışsanız daha baştan ciddi bir yanlış yapmışsınız demektir. Varsayalım doğru zamanı buldunuz, o zaman özelleştirme için doğru yöntemi bulmalısınız. Halka arz mı yoksa blok satış mı olacağı, eğer blok satışsa ihalenin yöntemi özelleştirmenin başarısı için kritik kararlardır. Ve varsayalım doğru kararı verdiniz. Bitmiyor. İhalede doğru alıcıyı seçmek zorundasınız. En yüksek fiyatı veren her zaman doğru alıcı olmayabilir. Önemli olan itibarlı ve aldığı şirketi yaşatıp, geliştirebilecek ve ona değer katıp, yatırım yapabilecek, istihdam yaratabilecek olan yatırımcıyı bulmaktır. O’dur doğru alıcı. Doğru alıcı doğru fiyat Bu noktadan bakıldığında geçmişte yanlış alıcıya sattığımız birçok özelleştirme uygulaması olduğunu görüyoruz. Özelleştirmeye sadece satış olarak bakmamak gerekiyor. Bu noktada doğru alıcı kadar doğru fiyat da önemlidir. En yüksek fiyat her zaman en doğru fiyat olmayabilir. Burada Özelleştirme İdaresi’nin temel kaygısı satışa çıkardığı varlığı en yüksek fiyattan değil, doğru bir alıcıya mümkün olan en yüksek fiyattan satmaktır. Çok astronomik bir fiyattan yanlış bir satıcıya satılan şirketlerin ömrünün uzun olmadığını da yine geçmiş örneklerden hatırlıyabiliyoruz. Demek ki başarılı bir özelleştirme için doğru zamanlama, doğru yöntem, doğru alıcı ve doğru fiyat gibi dört temel doğrunun biraraya gelmesi gerekiyor. Şimdi soralım: Bu hafta yapılan Petkim ihalesi ideal özelleştirme tanımına uyuyor mu? Zamanlamadan başlayalım. Seçimlerin üç hafta öncesinde böylesi bir ihaleyi yapmakla İdare önemli bir risk yüklendi ama ben bu aşamaya gelmeden önce İdare yetkililerinin olası alıcılar arasında bir sondaj yaparak teklifler hakkında bir fikir edindiğini düşünüyorum. Doğrusu da budur. Daha önce Tekel özelleştirmesinde olduğu gibi ihaleye çıkıp teklif gelmediğini görerek şaşırmak da vardı, ama böylesi bir sondaj bu tür bir sürprizle karşılaşılmasını engelledi. Alıcı için şüpheler var Satış yönteminin doğruluğu konusunda benim bir şüphem yok. Ama alıcı konusunda benim olmasa da kamuoyunun şüphesi, daha doğrusu merakı var. Böylesi bir ihaleye daha çıkılmadan önce kamuoyunun alıcıların kim oldukları konusunda detaylı bilgilerinin olması gerekirdi. Burada sorumluluk alıcı adaylarından çok süreci yöneten ve düzenleyen Özelleştirme İdaresi’ne düşerdi. Görülen o ki, değil ihale öncesi ihalenin ardından bile bu bilgiler kamuoyuna sağlanmadı. Ciddi bir hataydı. O nedenle ertesi gün gazetelerin ekonomi sayfaları daha çok bu noktayı öne çıkardı. Şimdi soralım: Gazetelere bu yönüyle giren bir özelleştirme uygulamasına başarılı denilebilir mi? Medyanın bu tür yaklaşımı siyasi bir kurul olan ve son onayı verecek makam niteliğini taşıyan Özelleştirme Yüksek Kurulu’nu etkilemez mi? Alıcıları tanımadığım ya da henüz tam olarak bilmediğim için onların doğru olup olmadığı konusunda birşey söyleyebilecek pozisyonda değiliz ama bu haliyle Özelleştirme İdaresi’nin kamuoyunu bilgilendirme konusunda yavaş davranarak doğru şekilde süreci yönetmediği kanattindeyim. Ve bu yanlış nedeniyle ÖYK da karar vermekte zorlanabilir ya da doğru kararı veremeyebilir. Almanya ve ABD gibi ülkelerin son dönemde petrol ya da diğer nedenlerle zenginleşen Çin ve Rusya gibi ülkelerde ortaya çıkan zenginlerin kendi ülkelerindeki şirketleri ele geçirme girişimlerini sıkı bir denetime aldığı bir dönemde bizim gibi daha az korumasız olan bir ülkenin bu kadar rahat davranması doğru değil. Geçen haftaki yazıda dediğim gibi biz denetim ve gözetimi gerektiği gibi yaptığımız sürece yabancıdan korkmamıza gerek yok. Aksine büyüyebilmek ve istihdam yaratabilmek için bizim yabancı sermaye girişine şiddetle ihtiyacımız var.