Halil Berktay’ın 1 Mayıs 1977 günü Taksim’de yaşanan katliamın sorumluluğunu solculara yüklemesi başlıbaşına garip bir olay. Garip çünkü:
1- Bugüne kadar en anti-komünistler bile söz konusu iddiayı bu kadar açık ve rahat bir şekilde ortaya atamadı;
2- Solu zor durumda bırakmak için elinden geleni yapan devlet de bu iddiayı doğrulayacak herhangi bir adım atmadı, atamadı;
3- Devlet, tam tersine, kanlı 1 Mayıs’ın arkasında derin odakların bulunduğu yolundaki güçlü iddiaları örtbas etmek için elinden geleni yaptı;
4- Berktay, bu kadar emin olduğu bu iddiayı nedense 35 yıl sonra bu kadar açık bir şekilde telaffuz etti;
5- Ama bu iddiayı dillendirirken de elle tutulur somut bir delil ortaya koymadı. Tezini o dönem sosyalist solda egemen olan iç çatışma ortamı üzerinde temellendirmekle yetindi.
Sol içi çatışma gerçeği
Berktay’ın (ve onun gibi düşünenlerin) sol içi çatışmayı yıllar sonra böyle bir bağlamda dile getirmiş olması da garip, çünkü:
1- Evet 1970’li yılların ikinci yarısında sol içi çatışma bir gerçekti. Bunun ana nedeni Türkiye Komünist Partisi’nin (TKP) başını çektiği Sovyetler Birliği Komünist Partisi, yani Moskova yanlılarıyla, Aydınlık grubunun başını çektiği Çin Komünist Partisi, yani Pekin yanlıları arasındaki kutuplaşmaydı. Çoğu Dev-Genç geleneğinden gelen “ortayolcu” gruplar da sol içi çatışmalara bir şekilde bulaşıyordu ama esas gerilim, birbirlerine yakıştırdıkları isimlerle konuşacak olursak “sosyal faşistler” ile “Maocu bozkurtlar” arasında yaşanıyordu. Dolayısıyla Aydınlık grubunun lider kadrosunda yer alan Halil Berktay ile ona ve gazetesinin bu konudaki yayınlarına tepki gösterip Taraf’ı terk eden TKP Genel Sekreteri Nabi Yağcı da bu çatışmanın birinci derecede sorumluları arasında yer alıyorlardı.
2- Süreç içinde solda bazı yollar ayrıldı, bazı yollar da birleşti. Örneğin Berktay ile Yağcı aynı gazetede yazmaya başladılar. Ama bu süre zarfında sosyalist solun bütün enerjisini tüketen sol içi çatışmalar üzerine bireysel ve kolektif olarak çok ciddi yüzleşme, tartışma ve özeleştirilere tanık olmadık.
3- Çok kişi 1 Mayıs 1977’yi sosyalist solun çıkmış olduğu zirveden inişe geçişinin miladı olarak görür ki ben de aynı kanıdayım. Dolayısıyla sol için böylesine önemli bir anın değerlendirmesini, tek başına, bir televizyon ekranında keyfine göre ve muhtemelen irticalen yapmak tek başına büyük bir sorumsuzluk olsa gerek.
O kadar da değil!
Her ne kadar daha sonraki tartışmalar, özellikle Dev-Genç geleneğinden bazı isimlerin katılımıyla daha hakkaniyetli bir şekilde gelişmiş olsa da sonuçta Berktay’ın iddiaları daha baskın çıktı, çünkü:
1- Ülkede her alanda iktidarı ele geçirmiş olmalarına rağmen hâlâ sol karşısında eziklik yaşayan kesimler onun iddialarına dört elle sarıldılar;
2- Yıllardır “komünizm öldü” diyerek solu aşağılamaktan ziyade kendilerini teskin etmeye çalışanlar, Berktay’dan aldıkları cesaretle Soğuk Savaş dönemini aratmayacak ölçüde bir anti-komünizmi yeniden sahneye koydular. Medya büyük ölçüde onların denetiminde olduğu için sesleri doğal olarak daha çok ve daha gür çıktı;
3- Sosyalist solun Türkiye’deki durumunu tarif etmek için “marjinal” sıfatı bile yetersiz kalabilir. Bunun dışında paramparça olma durumu da aynen sürdüğünden, sosyalist solun Berktay’a ve onun iddialarını dolaşıma sokanlara karşı mücadele etmesi hiç de kolay bir şey değil.
Bununla birlikte, birtakım şişik egoluların ve Soğuk Savaş kaçkınlarının, kaybettiğimiz arkadaşlarımızın mezarlarının üzerinde tepinmelerine izin vermemek gibi bir vazifemiz, her ne kadar ahımız gidip vahımız kalmış olsa bile, bunu yerine getirmeye yetecek dermanımız var. Çok şükür.