Ülkemizdeki kamu mallarının gerçek sahipleri geçmişte ödemiş oldukları vergiler ve kamu tüzel kişiliğine terk ettikleri maddi-manevi varlıkları ile bu ülkenin belki artık aramızda olmayan yurttaşlarıdır. Bir ülkenin zenginliğinde geçmişte yapılan kişisel ve toplumsal fedakarlıklar vardır.
Ülkemizdeki kamu mallarının gerçek sahipleri geçmişte ödemiş oldukları vergiler ve kamu tüzel kişiliğine terk ettikleri maddi-manevi varlıkları ile bu ülkenin belki artık aramızda olmayan yurttaşlarıdır. Bir ülkenin zenginliğinde geçmişte yapılan kişisel ve toplumsal fedakarlıklar vardır.
Gerçekte herhangi bir kamu malının ediniminde yararlanılması gereken tek kaynak vergi gelirleridir. Bu bağlamda kamusal malların edinimde yabancı kaynak kullanılsa bile, bu nedenle ortaya çıkan kamu borçlarının ödenmesinde vergi gelirleri öncelikli finansman kaynağı olmaktadır.
Kamusal nitelikteki borçlanmadan kaynaklanan faiz borçlarının ödenmesi için gerek duyulan gelir kaynaklarının başında vergi gelirleri gelmektedir. Kamu borçlarından kaynaklanan faiz ödemeleri bütçe harcamasıdır. Anayasal buyruk gereği "Herkes kamu giderlerini karşılamak üzere mali gücüne göre, vergi ödemekle yükümlüdür." Bu yükümlülük gecikmeli olarak yerine getirilmiş olsa bile kamu harcamalarını sonuçta bu ülke halkı paylaşmakta, daha doğrusu yüklenmekte ve ödemektedir.
Geçmişte bir kuşağın fedakarlığı sonucunda oluşan kamusal zenginlikleri sonraki kuşakların dilediği gibi tasarruf etmesi ve hatta yurttaş olmanın yükümlüklerini yerine getirmeyenlerin bu davranışları nedeniyle yok etmesi veya satması doğru mudur?
Kısaca "özelleştirme" kelimesi ile ifade edilmeye çalışılan olay kamu mallarının satışına yönelik bir eylemdir. Bu eyleme yönetimleri zorlayan nedenler kadar, "özelleştirme" eyleminin sınırlarını kamu çıkarları doğrultusunda belirlemeyenlerin de sorumluluğu vardır.
Özel konumları nedeniyle bir yandan stratejik bir değer niteliğinde olan, diğer yandan kamuya yük olmaları bir yana, adeta fon aktaran kurum ve kuruluşların özelleştirilmesi veyahut da ülkemizde olduğu gibi aceleye getirilen ve örneğin çok az olabilecek yöntemlerle tam anlamı ile ekonomik intihar niteliğinde olan satış kararları karşısında duyarsız kalmak mümkün değildir.
Geçmişte SEKA'yı ekonomik yıkıma sürükleyen nedenlerin önemli bir bölümü halktan saklanmıştır. Öncelikle SEKA ürünlerinin daha çok kamu kurumlarına satışı nedeniyle ortaya çıkan borç-alacak ilişkisinde SEKA alacağı ödenmemiş bu nedenle ülkemizin bu çok önemli kuruluşu telkinlerle faizlerin en yüksek olduğu dönemlerde adeta tefeci piyasasına teslim edilmiş, yatırım yapma olanakları kesilmiş, borç sarmalına itilmiş ve sonra da en azından milli bir kültür özelliği taşıyan bu kurumun faaliyetine son verilmiştir.
Milli ekonomimizin temel taşları birer birer yok edilirken sıra birden bire TÜPRAŞ'a gelmiştir. Üzerinde değişik satış planları oluşturulan TÜPRAŞ 16.1 milyar dolar cirosu, 491 milyon net kârı, 8.2 milyar dolar Hazine katkısı, Avrupa Birliği ülkeleri ile rekabet edebilen teknoloji ve nitelikli iş gücü ile Avrupa'nın en büyük 5 rafineri şirketinden biridir. İşin en ilginç yanı yatırım ve personel giderleri dahil tüm harcamalarını da devlete yük olmadan kendi özkaynakları ile karşılayan bu kuruluşun kamu hisselerinin satışı gelecek açısından telafisi mümkün olmayan bir kaybın ortaya çıkmasına neden olacaktır.
Beş yıllık geliri ile Türkiye'nin IMF'ye olan borcunu kapatabilecek bir kurumun satışını gündeme getirmek, kanımızca üzerinde toplumsal duyarlılığımızın en üst düzeye çıkmasına neden olabilecek bir olay olarak kabul edilmemelidir.
Türkiye'nin coğrafi konumu ve yüz yıllarla ifade edilen dünya devleti olma özelliği dikkate alındığında, stratejik kurumlarının elden çıkarılması siyasi tercihler açısından doğru bir davranış biçimi değildir.
Bu gün yüzde 51'i kamu mülkiyetinde olan ve Türkiye'nin tek rafineri şirketi olan TÜPRAŞ, toplam 27.6 milyon ton/yıl ham petrol işleme kapasiteli İzmit, İzmir/Aliağa, Kırıkkale ve Batman'da kurulu 4 rafinerisiyle faaliyetini sürdürmektedir.
Ayrıca, 153 bin ton kapasiteli Körfez Petrokimya ve Rafineri Müdürlüğü'ne bağlı 5 petrokimya fabrikası ile yüzde 89'una sahip olduğu Ditaş'tan oluşan varlıklarıyla petrol sektöründe üstün bir konuma sahiptir. Bu bağlamda Türkiye'nin petrol ürünleri depolama kapasitesinin yarısına sahiptir. Ocak 2005 tarihinde yürürlüğe giren Petrol Piyasası Yasası'nın sağladığı dağıtım şirketi kurma yetkisini kullanarak kapısını daha da güçlendirme olanağı vardır.
Doğal tekel niteliğini kamu yararı doğrultusunda çevre, insan sağlığı ve toplumsal çıkarlar doğrultusunda kullanan örnek bir kurum özelliğini taşımaktadır.
Türkiye'nin en büyük sanayi kuruluşudur. 2003 yılında yarattığı brüt katma değerin ülkemizde yaratılan toplam katma değere oranı yüzde 3.3 olmuştur. Toplam imalat sanayii içersinde ise bu oran yüzde 13.6'dır.
TÜPRAŞ Avrupa'nın beşinci büyük rafineri şirketidir. Türkiye'nin bulunduğu bölgede faaliyet gösteren rafineriler, teknolojik yatırımları açısından yeni çevre yükümlülüklerine ve mevzuatına uyum sağlayamadıklarından kapanmak zorunda kalmaktadırlar. Oysa bu olumsuzluk TÜPRAŞ için söz konusu değildir.
Yeni rafineri kurulması, en azından kuruluş maliyetinin finansmanı açısından sorun yaratmaktadır. Kaldı ki bir rafinerinin kurulmasında karşılaşılan sorunlar ve yatırım süresinin uzunluğu dikkate alındığında, dünya üzerinde var olan rafineri yetmezliği, TÜPRAŞ'ın önemini her geçen gün artırmaktadır.
2004 yılında rafineride toplam 24.5 milyon ton ham petrol işlenmiştir.
Dünya petrol sektöründe olduğu gibi, Türkiye'de de rafineri-petrokimya entegrasyonunun sağlanabilmesi için, güçlü yapılara sahip kamu kuruluşlarının başında gelen TÜPRAŞ ve Petkim'in varlığı ülkemiz açısından ayrı bir önem arz etmektedir.
Tam anlamı ile TÜPRAŞ yatırım, personel giderleri dahil bütün işletme harcamalarını devlete yük olmadan kendi öz varlıkları ile karşılamaktadır. Faaliyetlerini kurum kültürü ile en iyi bir biçimde sürdüren TÜPRAŞ devlete mali katkı sağlamaktadır.
TÜPRAŞ; milli şirket olarak ülkemizin ekonomik zenginliğini temsil etmektedir. Böyle bir kuruluştan kurtulmaya yönelik proje geliştirmek kanımızca doğru bir yaklaşım olmadığı gibi Anayasal açıdan da üzerinde durulması gereken bir konudur.
TÜPRAŞ ekonominin gereklerine uygun çalışmaktadır. Kadro yeterliliği ve verimliliği dikkate alındığında bu kuruluşun Türkiye açısından önemi bir kat daha öne çıkmaktadır. Yönetiminin yabancılaştırılması doğru bir yaklaşım değildir.