Petrol ülkesi değiliz, ihtiyacımızın yüzde 93'ünü ithalatla karşılıyoruz. Ama bu demek değildir ki, petrole dayalı ne varsa ithal edeceğiz.
Petrol ülkesi değiliz, ihtiyacımızın yüzde 93'ünü ithalatla karşılıyoruz. Ama bu demek değildir ki, petrole dayalı ne varsa ithal edeceğiz.
Petrol, bir yakıt olmanın yanında pek çok sanayi sektörünün de hammaddesi. Ve bunun için petro-kimya tesislerinde işlenmesi gerekiyor. Bu işi yapan tesisler, sanayi içinde önemli bir yere sahip. Bilhassa plastik sanayiinde.
Geçtiğimiz hafta özelleştirme ihalesi yapılan Petkim de bu tür tesislerden biri. En önemli üretimi, ham petrolden elde edilen naftayı plastiğe dönüştürmek. Plastik, bilhassa inşaat, otomotiv, elektrik, elektronik ve ambalaj sektörlerinin vazgeçilmezleri arasında. Uzun araştırmaya gerek yok, etrafımıza şöyle bir baktığımızda bile bu maddenin ne kadar önemli olduğunu, hayatın her alanına girdiğini görebiliriz.
Türk Plastik Sanayicileri Araştırma, Geliştirme ve Eğitim Vakfı'nın (PAGEV) verilerine göre, plastik en fazla katma değer üreten sanayi sektörlerinden biri. 300 dolarlık ham petrolün değeri, plastik ürününe dönüştüğünde 1900 dolar oluyor.
Böyle bir sektörün önündeki en büyük sıkıntı ise ithalat. Sektör ihtiyacının sadece yüzde 15'ini Petkim'den karşılayabiliyor. Gerisi ithalat. Mesela PVC hammaddesi. Geçen yıl 135 bin tonluk yerli üretime karşılık 608 bin tonluk ithalat yapılmış bu alanda. Dahası Petkim'in üretemediği, tamamıyla yurtdışından ithal edilen pek çok madde var.
O sebeple PAGEV, sektörün gelişimini de hesaba katarak Türkiye'nin Petkim'in 10 katı büyüklükte yeni petro-kimya üretim kapasitesine ihtiyaç duyduğunun altını çiziyor.
Yıllardır bu alanda yatırım yapılmaması, plastikçilerin ithalata bağımlı olması, sektörün rekabet gücünü olumsuz etkiliyor. Ne yazık ki, hükümetlerin bugüne kadar petro-kimya politikası olmamış. Nispi olarak ham petrolde dışa bağımlılık arttığı gibi petro-kimyada da artmış. Petrolde belki yapacak bir şey yoktu ama petro-kimyada yapılması mümkün olanlar yapılmamış.
Bugün plastik sektöründeki hammadde ve mamul ithalatı 6,7 milyar dolar. Buna karşılık ihracat 2,2 milyar dolar. Sektörde ihracatın ithalatı karşılama oranı yüzde 30 dolayında. Dün iyiydi de, bugün kötü değil. Oran 1990'lı yıllarda, 2000'de ne ise bugün de o. Çünkü petro-kimya yatırımı yok.
Peki neden yapmadık? Şimdi haklı olarak, Petkim'in satışını ve alıcı yabancı konsorsiyumun hâlâ netleşmemiş olan ortaklık yapısını tartışıyoruz. Çünkü bu konuda hassasız. Ekonomimizde şu an için "tek" ve "tekel" konumunda.
Evet, bugüne kadar pek çok konu gibi petro-kimyaya da eğilmemişiz. Ama enerji piyasasındaki düzenlemelerle birlikte, son zamanda atılan bazı adımlar ümit verici. Petro-kimyadaki üretim açığının kapatılmasına dönük iki önemli gelişme var. Birincisi, Petkim ihalesine de katılan Çalık Holding'in projesi. Çalık'ın Hindistanlı ortağı IOC ile birlikte Ceyhan'da rafineri ve petro-kimya kompleksi kurmak ve işletmek için EPDK'ya yaptığı lisans başvurusu bir süre önce onaylandı. 15 milyon ton kapasiteli entegre tesis 4,9 milyar dolara mal olacak. İkinci bir Petkim demek bu.
Diğer gelişme ise, yine ihalede verdiği 2 milyar 40 milyon dolarlık fiyatla ikinci olan Azerbaycan Devlet Petrol Şirketi (Socar) ile Turcas Petrol'ün birlikte kurmayı planladığı entegre tesis. Onlar da lisans için EPDK'ya başvurdu.
Bir yanımızda Hazar ve Rusya, diğer yanımızda Ortadoğu petrolleri. Hayata geçen ya da geçecek olan boru hattı projeleri, köprü olmanın yanı sıra, Türkiye'nin petrole ulaşmasını kolaylaştırmış, diğer ithalatçılar karşısında avantajlı konuma geçirmiş bulunuyor.
Petrol fakiri Türkiye'nin ham petrol ithalatına ödediğinden daha fazlasını kazanması, "petro-kimya zengini" bir ekonomi olması zor değil.