YUNANİSTAN'ın uluslararası banka lobileri ve piyasalarla ilgili deneyimi:
İşçilerin ve sendikaların gerçek durumu
Son iki yıldır, “yönetim-aşırı borçlanma-maliyesi zayıf ve aşırı borçlu ülkelerin (özellikle Avrupa'nın güneyindeki ülkelerin) krizi” olarak sunulan eşi görülmemiş bir küresel kriz yaşıyoruz.
Krizin resmi başlama tarihi, Lehman Brothers'ın 15 Eylül 2008'de iflasıyla aynı zamana rastlıyor, ama ne zaman biteceği bilinmiyor.
Avro ve Avrupa'nın uyumu açısından da sonuçlar doğuran krizin kurbanları Avrupa'nın ve özellikle Güney Avrupa'nın aşırı borçlu ülkeleri.
Niyetimiz ne krizin nedenlerini yorumlamak ne de üstesinden gelecek önlemler önermek. Soruna krizin darbesini doğrudan yiyen işçiler ve onların örgütleri açısından yaklaşmak istiyoruz.
Kriz bahanesiyle işçilere ve onların sendikalarına yönelik bu saldırıdan önce yıllar süren bir ideolojik hazırlık yapıldı. Bu saldırıda, başta elektronik basın, imaj oluşturma ve popülist propaganda olmak üzere, en modern teknolojik araçlar kullanıldı. Amaç, işçileri bölmek, aşırı borçlu ülkelerin işçilerini “zararlı”, “ayrıcalıklı” ve krizde sorumluluk payı olan insanlar olarak damgalayacak bir kamuoyu oluşturmak.
Aynı zamanda, özel ve kamu sektörü işçileri arasında, sürekli işlerde çalışan işçilerle esnek ve düşük ücretli işlerde çalışanlar arasında, çalışacak işi olanlarla işsizler arasına kama sokmaya çalışıyorlar.
Böylece, işsizliğe ve rekabet gücünün düşüklüğüne yol açtığını öne sürdükleri ücretlere ve iş yasasına yönelik ağır bir saldırının koşullarını yaratıyorlar. Aynı zamanda, -daha fazla koruma altındaki- kamu sektöründeki çalışma koşullarının kötüleşmesi, ekonomik yelpazenin bütününde çalışma ilişkilerini (endüstri ilişkilerini) zaafa uğratıyor.
Bu krizi bütün ağırlığıyla Yunanistan ve Güney Avrupa işçileri yaşamasına rağmen, bunun dünyanın her yerindeki işçilerin ortak sorunu olduğu kanısındayız.
Belirtmek isteriz ki krizden önce Yunan işçilerinin yıllık geliri, AB'nin 15 üyesinin ortalamasının ancak yüzde 68'i, AB'nin 27 üyesinin ise yüzde 97'si kadardı.
Öte yandan, -onların deyimiyle- “tembel” Yunan işçileri, tamgün istihdam koşullarında, AB'nin 15 üyesinin ortalamasından yılda toplam 150 saat (haftalık yasal çalışma saatleri, ücretli yıllık izin günleri ve tatil sayısı dahil) daha fazla çalışıyordu.
Üstelik, Yunan işçilerin fazla mesai bakımından Avrupa'da ikinci geldiği düşünülecek olursa, çalışma saatlerinin gerçek sayısı çok daha yüksektir.
Eurobarometer'a göre, sözümona “aşırı tüketen” Yunan işçilerinin aynı malları alabilmek için Alman meslektaşlarına oranla iki kat daha fazla çalışması gerektiğini vurgulamalıyız.
Yunanistan'da hükümetlerin Avrupa Birliği ile IMF'nin talimatıyla geçmişten bu yana uygulayageldiği işveren dostu mevzuat çerçevesinde iş yasası -geçmişte olduğu üzere ve hatta bugün daha da fazla- sürekli ihlal edilmektedir. Bu olgu çalışma ilişkilerinin içeriğini daha da kötüleştiriyor.
Yukarıda değinilen saptamalar, krizi yaratmakla suçlanan ve krizin faturasını ödemesi istenen Yunan işçileriyle ilgili gerçeği ortaya koymayı amaçlıyor.
Kamu açıklarının ve ulusal borçların yükü, sanki büyük politik ve mali rezaletlerden onlar sorumluymuş gibi, işçilerin sırtına yıkılıyor. Ekonominin rekabet gücünün düşüklüğü işgücü maliyetinin yüksekliğinden kaynaklanmıyor. Açıkladığımız gibi, bu doğru değil. Asıl neden, nitelikli büyüme göstergelerinin (sözgelimi yeni teknolojiler, işçilerin eğitimi, etkin kamu yönetimi) yokluğudur. Ulusal ve Avrupalı işletmeler, Avrupa ortalamasının iki katı kâr etmelerine rağmen, üretken yatırımlara yönelmemektedir. Onun yerine, kârlar, kazanç getirici ama üretken olmayan başka işlerin yanı sıra İsviçre veya diğer Avrupa bankalarındaki hesaplara yatırılmaktadır. Bu bankalar ise o parayı muazzam faiz oranlarıyla Yunanistan'a ödünç olarak vermektedir.
Ne var ki patlayan kriz ve Yunanistan ile TROYKA (IMF, AB ve Avrupa Merkez Bankası) arasında imzalanan anlaşma, işçilere ve sendikalara karşı en ağır saldırıya fırsat sağladı.
İki yıl içinde ücretler yüzde 10 ila yüzde 50 arasında düşürüldü. Buna karşılık, işsizlik yüzde 9'dan yüzde 18,4'e, yoksulluk oranı yüzde 21'den yüzde 26'ya fırladı. Yaşam standartları ise sadece bir yıl içinde 15 AB üyesinin ortalamasından yüzde 10'luk bir sapma gösterdi.
Toplu sözleşme sistemi, işkolu sözleşmeleri başta olmak üzere, kaldırılıyor. İşkollarında asgari ücretler yürürlükten kaldırılıyor, buna karşılık bireysel iş sözleşmeleri teşvik ediliyor.
Ödenen meblağ (hak edilen son ücret dikkate alınmaksızın asgari ücretin yüzde 56'sı) ve ödeme süresi bakımından (azami 12 ay) en düşük işsizlik ödeneğinin uygulandığı bir ülkede bireysel ve toplu işten çıkarmalar son derece kolaylaştırılıyor.
Esnek ve güvencesiz çalışma biçimlerinin uygulanmasını teşvik ediyorlar, kısmi süreli çalışmanın çeşitli biçimlerini düşük maliyetli hale getirerek kolaylaştırıyorlar, geçici sözleşmelerin üç yıla kadar uzatılmasına ve hatta sınırsız bir şekilde yenilenmesine olanak sağlıyorlar.
Kamu sektörünün daraltılması ve dağıtılması, ücretlerin zorla aşağı çekilmesi, yaygın işten atmalar ve işçi haklarının baskı altına alınması, Yunanistan'da zaten yetersiz olan sosyal devletin ve çalışma ilişkilerinin tümden kuralsızlaştırılmasına yol açıyor.
Karşı karşıya kaldığımız bu gelişmeler ve baskılar, genelde Avrupa'nın Güney'ini oluşturan ülkeleri ve Güneydoğu Avrupa ülkelerini gelişmiş ülkelerin belli bir şekilde himayesi altına sokma eğilimini taşıyor.
Avrupa Paktı çerçevesinde öngörüldüğü üzere, Avrupa'nın bütününe yönelik yakın gelecekteki değişim açısından Yunanistan'ı “kobay” olarak kullanıyorlar. Bu değişim, işgücü maliyetinin aşağı çekilmesi ve baskı altında tutulması politikalarının uygulanmasını daha da kolaylaştırmayı amaçlıyor.
Yunanistan işgücü piyasasıyla ilgili bu bilgi, çeşitli güç merkezlerinin kara çalmaya uğraştığı Yunan işçisinin imajının bazı yönlerini aydınlığa kavuşturmayı amaçlıyor. Bu güç merkezleri zenginliğin esas olarak işçilerin ve emeklilerin aleyhine eşi görülmemiş ve acımasız bir şekilde yeniden dağılımını sağlamaya yelteniyor.
Bu bilgi, ayrıca, Yunanistan'da işçilerin karşılaştığı sorunların, yoğunluğu ve derecesi ne olursa olsun, öbür ülkelerdeki işçilerin karşılaştıklarından farklı olmadığını göstermeyi amaçlıyor.
Aynı çerçevede, enerji gibi gelecek vaat eden sektörler, sermaye yoğun sektörler, ülkenin gelişmesi için gerekli sektörler kasırganın merkezinde yer alıyor.
Yunanistan'daki petrol sektörünün durumu budur. 13 milyar avro yıllık ciroyla, 2,7 milyar avro tutarında yatırım programıyla ve muazzam büyüme potansiyeliyle sektör kasırganın merkezine çekildi.
CO2 emisyonları ya da düşük üretkenlik bahane edilerek Avrupa rafinaj endüstrisi üzerinde kuşku yaratılıyor. Büyük enerji üretim tesislerinin ticari işletmelere dönüştürülmesi tehdidi sandığımızdan daha yakın.
Küresel düzeyde ilk adım tesislerin yönetiminin bankerlere devredilmesi oldu. Böylece, enerji şirketlerinin üretiminin yeniden yapılanması ve teknolojinin geliştirilmesi gibi sorunların yerini faiz oranları, hisseler, risk primleri ve borsa oyunları gibi sorunlar aldı.
Reel üretime yönelik para fikri ve reel ekonomi yavaş yavaş gözden kayboldu. Enerji ürünlerine yönelik tek üretim ve ticaret sisteminin yerini üretim, dağıtım ve ticarete yönelik ayrı sistemler aldı.
Simsarlar miktarlardan, fiyatlardan ve “hava”dan söz ediyorlar, böylece sanal para ve “balonlar” üretiyorlar, yapay sermaye kârları, büyüme rakamları ve cömert bonuslar yaratıyorlar. Reel üretimi/ürünü tümüyle göz ardı ediyorlar.
Reel ekonominin banka/finans ekonomisinden çok daha küçük olduğu görüldüğünde ise şirketlerin değerinin çok altında fiyatlarla elden çıkarılması vakti gelmişti. Bir örnek:
7,7 milyar avroluk cirosu ve 2,7 milyar avroluk yatırım programıyla bir Yunan petrol şirketinin piyasa değerinin bugün 2 milyar avrodan ibaret olduğuna kim inanır?
Krizin yönetimini onu yaratanlar üstlenmiş bulunuyor. Çünkü onlar hiç kimseye güvenmiyorlar. Böylece, şunları hedefliyorlar:
İşçilerin ideolojik ve örgütsel yönden silahsızlandırılması
Krizin işçilere yıkılması
Son olarak, krizin “aşılması” için her tür önlemin benimsenmesi
Buna izin verecek miyiz?
Yeryüzünde -candan ve konuksever halkından ya da uygarlığından ötürü değil, İkinci Dünya Savaşı'nın tarifsiz yaralarından ve onca dış müdahaleden sonra ayakta kalmayı başarmasından ötürü de değil- her ülkeden daha fazla tartışılmakta olan ülkemiz, -onların aşağılayıcı deyimiyle- “disiplinsiz tembel işçilerinden” ötürü kasırganın merkezine çekildi. Çünkü:
Geleceğin bankerlere, muazzam bonusları cebe atan “Altın Çocuklar”a, acımasız şirket yöneticilerine ve kuklalara ait olmadığına inanmaya devam ediyoruz.
Emek insanlarını ve bilgiyi her şeyin merkezine koyan bir toplumu düşlemeye devam ediyoruz.
Sendikaların daha iyi bir hayat için mücadele veren -adil gelişme faktörü- örgütler olduğuna inanmaya devam ediyoruz.
Bugün Yunanistan'da “piyasalar”ın bütün işçilerle ilgili “kostümlü provası” yapılıyor.
Toplumun bütün kesimlerine gitmeli ve onları bir bütün olarak bu yönetim modelinin böyle devam edemeyeceği ve ekonomilerimizin üretime yönelik bir yeniden yapılanmaya ihtiyacı olduğu konusunda ikna etmeliyiz.
Finans balonlarına değil, gerçek çalışmanın ürünü olan paraya ihtiyacımız var.
Onların daha da zenginleşmesinin bedelini ödemek için borçlanmayı kabul etmiyoruz.
Kazanımlarımızdan hiçbirini pazarlık konusu etmeyeceğiz, aksine kazanımlarımızı savunmaya ve genişletmeye kararlıyız.
Sendikalarımız ailemizdir, onlara güveniyoruz ve sorunlarımız varsa, onları kendimiz çözeceğiz. Onların krizinin küreselleşmesinin karşısında bizim eylemimizin küreselleşmesini bulacaklar.
Sizlerden sadece dayanışma istemiyoruz, sorunlarımıza ve eylemimize müdahil olmanızı da istiyoruz. Sendikalarımızın piyasalara karşı eyleminin koordinasyonunu istiyoruz.
SENDİKALARIMIZ GÜCÜMÜZDÜR
HÜKÜMETLERE EMİRLER DAYATAN VE ULUSLARI AŞAĞILAYAN PİYASALARA KARŞI ÇIKIYORUZ