Özelleştirme adı altında yapılmakta olan satışlara geçtiğimiz günlerde bir yenisi daha eklendi. Sahiplerinin kimler olduğu çok da iyi anlaşılamayan bir yabancı ortaklık en yüksek parayı bastırarak Petkim'i satın aldı. 'Satışın galipleri, televizyon ekranlarında görmeye alıştığımız şekilde birbirlerini kucaklayarak mutluluk sahneleri sergilediler'.
Özelleştirme adı altında yapılmakta olan satışlara geçtiğimiz günlerde bir yenisi daha eklendi. Sahiplerinin kimler olduğu çok da iyi anlaşılamayan bir yabancı ortaklık en yüksek parayı bastırarak Petkim'i satın aldı. 'Satışın galipleri, televizyon ekranlarında görmeye alıştığımız şekilde birbirlerini kucaklayarak mutluluk sahneleri sergilediler'.
Beni en fazla etkileyen de şirketin yeni sahiplerinin Petkim'i Kazakistan Cumhurbaşkanı Nazarbayev'e hediye etmek için aldıklarını söylemeleri oldu.
Görünüm olarak, babalarından miras kalan, eski deyimiyle tevarüs edilen malları satışa çıkaran müflis ailelere benziyoruz. Sanki çevremizdeki zenginler 'Türkler yine paraya sıkıştı, bir şeyler satsalar da alıp, sevdiğimiz birisine hediye etsek' diye bekliyorlar.
Ya da şimdi birkaç kuruluşu alırlarsa, birkaç yıl sonra çok daha yüksek fiyata satıp havadan para kazanmayı umuyorlar.
Toplumun geçmişte dişinden tırnağından artırarak sağladığı birikimin ürünü kuruluşları sattığımızda aldığımız parayla bari borçlarımızı kapatabilsek veya hiç olmazsa azaltabilsek. Gerçekte bütün bu satışlara rağmen iç ve dış borçlar büyüklük olarak artmaya devam ediyor.
Pekiyi özelleştirmeden gelen para ne işe yarıyor? Ekonomi için önem taşıyan altyapı yatırımlarına mı gidiyor? Bazı güç reformların yapılmasına mı destek oluyor? Bunların hiçbirisi söz konusu değil. O parayla daha fazla ithalat yapıyoruz; daha büyük cari açıkları kapatıyoruz. Buna bağlı olarak da yüksekçe bir büyüme hızını devam ettiriyoruz. Bu da iktidara ekonomiyi büyüttük diye övünme fırsatı veriyor. Bari büyümeyle birlikte istihdamı da artırabilsek. Onu ise beceremiyoruz.
Gerçek anlamda 'özelleştirme' olgusuna karşı olmadığımı yakından tanıyanlar bilir. Çok sayıda ülkede uygulandığı şekliyle, özelleştirmede ana amacın söz konusu işletmelerin daha verimli çalışarak ekonomiye yaptıkları katkıyı artırmak olması gerekir. Kuşkusuz bu amaca yönelik olarak yalnız ziyan eden değil, kâr eden kuruluşlar da özelleştirebilir. Yeter ki amaca hizmet etsin.
Oysa, bizde özelleştirme kararlarını verenlerin böyle bir amacı olduğunu sanmıyorum. Zaten iktidardaki yöneticilerin çoğunluğunun ticaret dışında bir deneyimleri yok. O yüzden önlerine gelen her şeyi 'babalar gibi' satıyorlar. Petkim satışından sonra Bakan Kürşad Tüzmen, marifetmiş gibi "Petkim'i satıp ülkeye para kazandırdık" diyebiliyor. Sanırsınız ki özelleştirme basit bir alışverişten başka bir şey değil.
Elde avuçta ne varsa satarak 'para kazanmak' en kolay şey. Onu herkes yapabilir. Zor olan yeni tesisler kurarak ekonomiye kazandırmak. İnsanlara iş olanakları sağlamak.
Kimileri olaya yalnız cari açığın yönetilmesi yönünden bakıyor. Özelleştirme ile elde edilen geliri doğrudan yabancı sermaye girişi olarak değerlendiriyor. "Cari açık büyük olabilir ama, eskiden olduğu gibi bu açık sıcak paradan çok doğrudan yabancı yatırımla finanse ediliyor.
O yüzden de korkulacak bir şey yok. Her şey sağlıklı" diyenlerin sayısı az değil.
Gerçekten de doğrudan yabancı sermaye yatırımlarının rakamlarına bakıldığında, kamu ve özel sektörün elindeki kuruluşların yurtdışındaki firmalara satışından sağlanan paraların hiç de küçük bir yer tutmadığı gözden kaçmıyor. Ancak bunun da bir sonu var. Satılacak bir şey kalmayınca ne yapılacağını bugünden düşünmek lazım.
Satış yoluyla dışarıdan para girişi söz konusu olduğunda yalnız kamu değil, aynı zamanda özel sektörün yabancı kuruluşlara satışlarını da unutmamak lazım. Son birkaç yıldır, özellikle dışarıya banka satışları büyük rakamlara ulaştı. Son olarak Oyak Bankası'nın satışı ile bankacılık sisteminde yabancıların payı yüzde 42'ye yükselmiş bulunuyor. Bu rakama yabancıların sermaye piyasasından aldıkları banka hisse senetleri dahil değil. O da dikkate alınacak olursa yabancı sermayenin bankalardaki payı rahatlıkla yüzde 50'nin üzerine çıkıyor.
İktidarın ekonominin en önemli sektörlerinin yabancı şirketlerin denetimine geçiyor olmasından rahatsızlık duymadığı açık. Oysa, pek çok ülke yabancıların finans kesimine girmesi konusunda fazlasıyla duyarlı bir tutum içindeler. Finans kesiminde denetimi daha önce yabancılara kaptırmış olan ülkeler ise bunun sıkıntısını şimdi çekiyor.
Her şeyi satarak bir yere varılamayacağını anlamak zorundayız.