Petrol-İş Sendikasının şubat ayı ortalarında toplanan Genişletilmiş Başkanlar Kurulu yayımladığı sonuç bildirgesinde, çalışma yaşamına yönelik baskıların yanı sıra, Türkiye’nin Suriye politikasına ve Kürt sorununun çözümü konusuna da yer vererek, ‘silahların susması ve akan kanın durmasını sağlayacak her türlü çabanın güçlendirilmesi gerektiğinin’ altını çizdi. Bu vurgu şüphesiz önemli, ancak yeterli mi? Petrol-İş, sendikalardan çok fazla görmediğimiz bu tutumun altını nasıl dolduracak? İşçi ve emekçiler barış sürecini nasıl değerlendiriyor? Kürt sorununun her aşamasında görüş bildiren TÜSİAD, MÜSİAD gibi patron örgütleri yeni sürece de müdahale etmekten geri durmazken, işçi örgütleri sessizliğini neden koruyor? Sendikalar Kürt sorununa neden uzak duruyor? Türkiye’nin mücadeleci geleneğe sahip sendikalarından Petrol-İş’in Genel Başkanı Mustafa Öztaşkın’la Kürt sorununun çözümüne emek cephesinden bakmaya çalıştık.
SERPİL İLGÜN / EVRENSEL GAZETESİ
Petrol-İş Sendikasının şubat ayı ortalarında toplanan Genişletilmiş Başkanlar Kurulu yayımladığı sonuç bildirgesinde, çalışma yaşamına yönelik baskıların yanı sıra, Türkiye’nin Suriye politikasına ve Kürt sorununun çözümü konusuna da yer vererek, ‘silahların susması ve akan kanın durmasını sağlayacak her türlü çabanın güçlendirilmesi gerektiğinin’ altını çizdi. Bu vurgu şüphesiz önemli, ancak yeterli mi? Petrol-İş, sendikalardan çok fazla görmediğimiz bu tutumun altını nasıl dolduracak? İşçi ve emekçiler barış sürecini nasıl değerlendiriyor? Kürt sorununun her aşamasında görüş bildiren TÜSİAD, MÜSİAD gibi patron örgütleri yeni sürece de müdahale etmekten geri durmazken, işçi örgütleri sessizliğini neden koruyor? Sendikalar Kürt sorununa neden uzak duruyor? Türkiye’nin mücadeleci geleneğe sahip sendikalarından Petrol-İş’in Genel Başkanı Mustafa Öztaşkın’la Kürt sorununun çözümüne emek cephesinden bakmaya çalıştık.
Barış süreci, Ocak ayının başından bu yana, Türkiye’nin en önemli gündemini oluşturuyor. Petrol-İş olarak bu yeni süreci nasıl değerlendiriyorsunuz?
Kürt sorununun çözümü konusunda tarihi bir süreçten geçtiğimiz tespitine katılıyorum. 30 yıldır bir sorun yaşıyoruz, 30 binin üstünde insanımızı kaybettik, çok acı çektik, çok gözyaşı döktük. Dolayısıyla acının durması ve toplumsal barışın sağlanması için Kürt sorununun çözümünü savunmak durumundayız. Çözümü savunmayanlar ya insanlıktan nasibini almayanlar ya da bu sorundan çeşitli biçimlerde rant sağlayanlardır.
“Çözülsün ama nasıl” sorusu bu yeni sürecin öne çıkarılan başlıklarından biri. “Nasıl bir barış” sorusuna Petrol-İş’in yanıtı ne?
Birkaç noktadan olaya bakmak istiyorum. Öncelikle bu sorunun çözümünde temel şartımız, ülkemizin birliğinin ve bütünlüğünün korunmasıdır. Bu öncelikli temel şartımızdır. İkincisi, demokratik ve barışçıl yollarla çözülmesidir. Çözümün, bu topraklar üzerinde yaşayan herkesin dil, ırk, cinsiyet, inanç ve felsefi düşünce farkı gözetmeksizin eşitliğini, özgürlüğünü ve kardeşliğini hedefleyen bir çözüm olmasıdır. Dördüncüsü, kalıcı barış için toplumsal mutabakat olmalıdır. Toplumsal mutabakat için de siyasi uzlaşma hedeflenmelidir.
Birlik ve bütünlükle ne kastediyorsunuz? Federasyona hayır mı, özerkliğe hayır mı? Altını nasıl dolduruyorsunuz?
Kastettiğim 82 Anayasa’sıyla getirilen, sendikalara da dayatılan “tüzüklerinize koyacaksınız” denen ülkenin bölünmez bütünlüğü değildir. Bizim birlikten kastımız bu topraklar üstünde yaşayan herkesin, farklı inançların, kültürlerin bir arada yaşamasıdır. Misak-ı Milli diye tanımladığımız sınırların, herkesin ortak vatanı olmasıdır. Ve devletin de herkesin ortak devleti olmasıdır. Federasyon, özerklik tartışmalarına şu an için girmenin çok doğru olmadığını düşünüyorum. Ortak vatan ilkesi üzerinde uzlaşma sağlandıktan sonra gerisinin detay olduğunu düşünüyorum. Toplumu rahatlatacak en önemli argümanın bu olacağını düşünüyorum. Çünkü toplumda “Bu işin sonu ayrışmaya, bölünmeye gider” gibi korkular var. Elbette toplumun korkularını ve kaygılarını da gidermek gerek. Giderilmesi de ülkenin birliği ve bütünlüğü ile olur.
Peki, sözünü ettiğiniz siyasi uzlaşma nasıl olacak?
Siyasi uzlaşma elbette öncelikli olarak parlamentoda temsil edilen partiler arasında olmalı. Ama aynı zamanda parlamento dışındaki bütün siyasi partiler, sendikalar ve demokratik örgütler de çözümün bir parçası haline getirilmeli. Yine, çözüm süreci açık ve şeffaf olmalı. Toplum bilgilendirilmeli. Ve sorunun çözümü aynı zamanda Türkiye’nin demokratikleşmesinde de bir araç olarak görülmeli.
Gelişmelere baktığınızda, sıraladığınız çerçevenin karşılandığını görüyor musunuz?
Şu an için görmüyoruz. Eğer biz bu çözüm sürecine bir katkı koyacaksak, tabii ki ne olup bittiğini bilmemiz gerekir ki ona göre bu katkıları koyalım. Şu an için böyle bir süreçten bahsedemeyiz. Sürecin devletle, hükümetle ve Kürt siyasetinin de çok dar bir kesimiyle yürütüldüğünün farkındayız. Kalıcı bir barışı hedefliyorsak, bunu için sürece dahil olmak gerekir. Tabii ki, “Bu görüşme masasında bizler de olalım” demiyoruz. Biz bu sürecin şeffaf yürütülmesi ve örgüt olarak çözüm iradesinin pekiştirilmesi ve toplumda çözüme ilişkin kamuoyu desteğinin oluşması için katkı koymak istiyoruz. Üyelerimizi bu şekilde yönlendirmek, üyelerimizin de iradesinin bu yönde olmasını sağlamak istiyoruz.
Katkıya geçmeden önce; yaşadığımız günler aynı zamanda, milliyetçilik vurgusunun öne çıkarıldığı, bölünme fobisinin kışkırtıldığı günler. Bu propaganda işçi ve emekçilere nasıl yansıyor?
Milliyetçiliğin ön plana çıkarılması, sorunun çözümünü bir hayli zorlaştırır ve çözüm sürecine zarar verir. Biz meseleye insan hakları, özgürlükler, demokratikleşme açısından, eşit vatandaşlık tanımları üzerinden, kültürel haklar üzerinden bakmak durumundayız. 30 yıldır bu ülkede bir savaş yürütülüyor, bir çatışma ortamı var. Bu anlamda Türkiye’nin bütçesinin önemli bir miktarı buraya harcanmakta. Sorun çözüldüğü zaman çatışmalara harcanan miktar, belki yatırımlara dönüşecek. Bu, Türkiye’de sürdürülebilir adil bir ücretin sağlanmasında, asgari ücretin yükseltilmesinde, gelir dağılımı adaletsizliğinin ortadan kaldırılmasında ciddi bir etken olabilir. Dolayısıyla, kişilerin bireysel ekonomik durumuyla barış arasındaki ilişkiyi de kurmak gerekiyor.
Ama genel olarak emek örgütleri salt ekonomik boyutu üzerinden bile olsa bu ilişkiyi kurmadı ve Kürt sorununu işçi ve emekçilerle tartışmaktan hep kaçındı. Sendikalar, Kürt sorunuyla aralarına neden mesafe koydu?
Yıllardır sürdürülen politikaların işçi ve emekçilere yansımasıdır bu dediğiniz. Ayrıştırıcı politikalarla, insanlarda ciddi yanılsamalar meydana getirildi. Şimdi yapılması gereken, çözüm sürecinin yarattığı olumlu havayı da dikkate alarak, bu yanılsamaları ortadan kaldırmak, bölünme fobisi gibi düşüncelerin gerçekçi olmadığını ifade etmek, kimlikler üzerinden tartışmaların hiç kimseye bir şey kazandırmadığını anlatmaktır. Sanırım şu an bunları söylemek için elimiz bir hayli güçlü. Ortam uygun. Bugünkü ortamda bunların karşılık bulacağını, işçilerin, emekçilerin de daha ziyade bu düşünce çerçevesinde çözüm sürecine katkı koyacaklarını düşünüyorum.
Bugün Başbakan için dillendirilen “Risk alıyor” yorumundan hareketle soralım; risk mi almak istemedi sendikalar?
Bu sendikacıların genel anlamda dünyaya bakışlarıyla da ilgili bir durum. Ama aynı zamanda çatışma süreci, gençlerin ölmesi, şehit cenazeleri bizlerin bu anlamda elini zayıflatıyordu. Daha güçlü söylemlerle kitlelerin karşısına çıkmakta zorlanıyorduk. Çıktığımız takdirde de tepki görüyorduk. Dolayısıyla her sendika için bunu söylemiyorum ama zaman zaman bu konuda kendimiz de dahil dengeli birtakım politikalar yürütmek zorunda kaldık. Öyle dönemler oldu ki, Kürt sorunuyla yakından ilgilenen, kendini Kürt sorunu içinde fazlaca bulan sendikacı arkadaşlarımız sendikalarında seçilme şansı bulamadı, seçimleri kaybetti. Güneydoğu’da ise tam tersi oldu. Kendisini Kürt sorunuyla ilişkilendirmeyen kişiler orada barınamadı. Dolayısıyla bu, biraz da ülkede yaratılan iklimle doğrudan ilişkili bir durumdu.
SENDİKALAR TAŞIN ALTINA ELLERİNİ KOYMAK ZORUNDA
Barış sürecine ilişkin desteğiniz önemli ama görünür değil. Desteği daha görünür kılmak için hem Petrol-İş hem de bileşenlerinden biri olduğunuz Sendikal Güç Birliği olarak, neler yapacaksınız?
Petrol-İş olarak Başkanlar Kurulu’nda bu konuyla ilgili iç tartışmalarımızı yaptık, görüşlerimizi oluşturduk, yavaş yavaş kamuoyuna aktaracağız. Sizinle yaptığımız bu söyleşiyi de bunun bir aracı olarak görüyoruz. Bundan sonra Petrol-İş olarak daha güçlü bir şekilde görüşlerimizi dile getireceğiz. Örneğin pazar günü bir şubemizin genel kurulu var, bu düşüncelerimizi delegelerimize, kendi tabanımıza anlatacağım. Güç Birliği’nin bu konuya ilişkin ortak bir açıklaması kısa bir süre içinde olmaz, gerçekçi olalım. Ama Güç Birliği’nin temel yaklaşımı elbette barış ve çözümden yanadır. Çözüm yöntemleri üzerinde Güç Birliği içinde farklı düşünen arkadaşlarımız vardır, onların da düşüncelerine saygı duyuyoruz.
Ortamın düne göre uygun olduğunu söylediniz, olumlu havaya rağmen hâlâ görüş birliğinin sağlanamıyor olmasını nasıl açıklamak lazım?
Çok ciddi bir görüş farklılığı yok. Sendikal Güç Birliği gönüllü bir birliktelik olduğu için, her konuda ortak düşüncenin oluşmasını zorlamak çok doğru bir şey değil. Bugün 600 bin üyeli bir konfederasyon olarak Türk-İş bu konuda hiçbir söz söylemiyorsa, Güç Birliği’nin “Barışı ve çözümü destekliyoruz” sözü bile bence çok önemlidir. Kitlelere önemli bir mesajdır. Bu mesajları hangi sendika ne kadar güçlü şekilde dile getirebilir, kendi tabanına iletebilir, bu o sendikanın iç dinamikleriyle bağlantılı bir şeydir. Ben Güç Birliği içindeki bütün arkadaşların kendi sendikalarında bunları dile getirecek zeminleri buldukları andan itibaren aynen bizim gibi söylemlerde bulunacaklarını düşünüyorum. Emek hareketi ve sendikalar daha cesur bir söylemde bulunmak durumunda, bu konuda daha yapıcı ve katkı koyucu bir tutum izlemek durumunda. Bu, sendikaların tarihi bir sorumluluğu. Bu aynı zamanda elimizden alınan haklarımızın geri alınması, yeni kazanımların elde edilmesi, refah düzeyimizin artmasıyla da doğrudan ilintilidir. Onun için sendikalar bu anlamda taşın altına ellerini koymak zorunda.
SÜREÇ PAZARLIK KONUSU OLURSA BARIŞA ODAKLANMAK ZORLAŞIR
Çözüm süreci işyerlerinde nasıl karşılanıyor? Örneğin, Türkiye vatandaşlığı tanımına nasıl tepkiler veriliyor?
Türkiye vatandaşlığı tanımı kabul edilebilir bir tanımdır. Ama anlatmanın o kadar kolay olmadığının farkındayız. Bu işler tabii ki zaman alacak, emek alacak, çeşitli zorlukları olacak.
Taleplerin anayasada yer alması barış sürecinin kilit noktalarından biri. Ancak uzlaşı sağlanması zor görünüyor. Anayasa tartışmalarını siz nasıl değerlendiriyorsunuz?
Çözüm sürecini yeni anayasaya ve anayasaya bağlı çıkarılacak yasalarla da ilişkilendiriyoruz ve emeğin çıkarlarının korunduğu, siyasi düzenlemelerin, ekonominin, toplumsal ve sosyal yaşamın emeğin çıkarları doğrultusunda düzenlendiği bir anayasa talep ediyoruz. Ancak, çözüm sürecinin, iktidarın oluşturmaya çalıştığı yeni yönetim anlayışıyla pazarlık konusu yapılmaması gerekir.
Başkanlık sistemini mi kast ediyorsunuz?
Evet. İktidarın başkanlık sistemi gibi düşünceleri olabilir, bunun karşıt görüşleri de vardır. Bunun tartışmasının çözümle ilişkilendirilmeden yapılması gerekir.
Aldığınız intiba ilişkilendirildiği yönünde mi?
Evet, bu ikisi birbiriyle ilişkilendirildiği zaman al-ver pazarlığının olduğu algısı insanların kafasında yer alıyor. O zaman insanların çözüme ve barışa odaklanmaları zorlaşıyor.
TÜRK-İŞ'TE FARKLI ANLAYIŞLARI TEMSİL EDEN BİR YÖNETİM İSTİYORUZ
Türk-İş ülkenin en büyük konfederasyonu olarak Kürt sorununun çözümü konusunda değil ortak tavır almak, toplanamıyor bile. Sendikal Güç Birliği olarak Başkanlar Kurulu’na toplanma çağrısı yaptınız, son gelişmeler neler?
Türk-İş’te ciddi bir yönetim krizi var şu anda. Yönetim kendi içinde bölündü ve Türk-İş yönetilemiyor. Yönetim bir araya gelip karar dahi alamıyor. Son 3-4 yıl içinde Türk-İş’in ciddi bir eylemlilik içinde olduğunu söyleyemeyiz, bırakın eylemliliği, hiçbir toplumsal sorunla ilgili ciddi bir söyleminin veya tavrının olduğunu da söyleyemeyiz. Artık Türk-İş’te değişimin ve dönüşümün tam zamanıdır. Sendikal Güç Birliği de bu anlamdaki tavrında haklı çıkmıştır. Biz Türk-İş’in bir an önce kongreye gitmesini istiyoruz. Türk-İş’te çoğulculuk anlayışı temelinde farklı sendikal anlayışların temsil edildiği bir yönetim oluşmasını savunuyoruz. Böyle bir yönetim oluşması için Güç Birliği olarak her türlü katkıyı sunmaya hazırız. Böyle olmadığı takdirde de elbette güç birliği olası bir kongrede alacağı tutumu yeniden değerlendirecektir.
Yakın zamanda bir gelişme bekliyor musunuz?
Türk-İş genel kurula gidiyor. Zaten genel kurulun iptaline ilişkin bir mahkeme kararı var. Karar birkaç gün içinde çıkacak. Davanın gerekçesi, sendikaların gerçek üye sayılarına göre adil bir şekilde delege sayıları bakımından temsil edilmediklerine yönelikti. Karar da bu yönde geliyor. Bunu da dikkate aldığımızda Türk-İş’in tüzük değişikliğini yapması, adil bir delege sistemini oluşturarak genel kurula gitmesi bir zorunluluk olarak gözüküyor. Sanırım artık ikisi birlikte olacak ve bu süreç çok yakınlaşıyor.
MUSTAFA ÖZTAŞKIN
1958 yılında Bodrum’da doğdu. Endüstri Meslek Lisesi’ni bitirdi. 1975 yılında metal sektöründe işe başladı. 1978-79 yılları arasında DİSK’e bağlı T. Maden-İş Sendikası’nın işyeri temsilciliğini yaptı. 1985-88 yılları arasında Petkim’de baştemsilcilik, 1988-97 yılları arasında Petrol-İş Sendikası Aliağa Şube Başkanlığı görevlerini üstlendi.1999 yılında Petrol-İş Sendikası Genel Başkanlığı’na seçildi. 8-11 Aralık 2011 tarihinde yapılan Türk-İş Genel Kurulu’nda, Sendikal Güç Birliği tarafından genel başkan adayı olarak gösterildi.
http://www.evrensel.net/news.php?id=50539
Fotoğraflar: Çiğdem Nasuhbeyoğlu