Türk-İş’in 21. Kongresi bitti. Ve ilk bakışta “Türk-İş cephesinde yeni bir şey yok!” denebilir.
Peki, gerçekten öyle midir?
Öyle değildir. Hem de iki taraflı öyle değildir.
Burada artık dünden farklı olan birinci taraf, en değişmemiş görünende, yani Türk-İş yönetimindedir.
Türk-İş yönetimindeki değişimden kasıt yönetime giren “iki yeni kişi”, Teksif ve Yol-İş başkanları değildir. Bunlar, Kumlu çizgisinin dolgu maddesi olmayı aşan bir tutuma sahip değildir çünkü.
Burada “değişim”, hayatın, mücadelenin Türk-İş’ten düne göre daha büyük bir dinamizm beklediğidir. Ancak bu beklentinin aksine Türk-İş’in dünkü kadar bile bir dinamizm gösterecek enerjiye sahip olmadığıdır. Bu da elbette Türk-İş yönetimini hükümete ve patronlara daha bağımlı hale getirecek, işçiler ve sendikal camiada Türk-İş yönetimini daha itibarsız hale getireceği gibi bu yönetime karşı tepkileri de artıracaktır.
Kısacası Türk-İş yönetimi açısından değişiklik, geriye doğru bir değişikliktir!
Ama Türk-İş’teki asıl değişiklik, Türk-İş’in 21. Kongresiyle artık kendini Türk-İş’in kongresindeki sonuçlara bağlı göremeyen, bir muhalefete sahip olmasıdır. Bu muhalefet; önceki Türk-İş muhalefetlerinden farklı olarak, Türk-İş yönetimini faaliyetini bir sendikacılık anlayışı çizgisinden eleştiren, giderek kendi aralarında daha mücadeleci bir sendikacılık anlayışında birleşeceği görülen (umulan) bir sendikacılık çizgisinde birleşmiş bir muhalefettir. Son altı aydır faaliyet gösteren bu muhalefet, Sendikal Güç Birliği Platformu (SGBP) adını almış, sendikal camiada ne dediğine bakılan bir sendikal odak da olmuştur.
Türk-İş Kongresi’ndeki seçimden sonra Petrol-İş Genel Başkanı Mustafa Öztaşkın, SGBP’nin devam edeceğini açıkladı.
Ancak burada sorun SGBP’nin devam edeceğinin ötesinde, nasıl devam edeceğidir!
Şunu söylemek gerekir ki SGBP, Türk-İş seçiminden önce olduğu gibi, bir gözü Türk-İş’in delegelerinde (SGBP içende olmayan sendikaların delegeleri) öteki gözü Türk-İş yönetiminde olan bir muhalefet olmak durumunda değildir.
Tersine bu muhalefet;
1- Öncelikle SGBP, Türk-İş yönetiminde ifadesini bulan sendikacılık anlayışını işçi yığınları arasında tartışmaya açmak, “Nasıl bir sendika, nasıl bir Türk-İş istiyoruz?” etrafında işçi yığınları içinde sendikal anlayışta bir değişimi amaçlamak durumdadır. Ancak böylece Türk-İş yönetiminde de sağlıklı bir değişimin yolu açılmış olur.
2- Bu çabalar SGBP’nin, konfederasyon ve sendika farkı gözetilmeksizin tüm sendikalar içinde mücadeleci sendikacılık eğilimlerini dikkate alan bir çabayla birleştirdiği ölçüde anlamlanır.
3- SGBP, yerel sendikal platformlarla (şubeler ve temsilcilikler platformları) bir dayanışma ve karşılıklı destek ilişkisi içine girdiği ölçüde yaygınlaşıp ilerleme şansına sahip olabilir. Egemen, Türk-İş’te sivrilen sendikacılık anlayışlarına tepkiler de ancak böyle birleştirilebilir.
4- Sendikasız işyerlerinde sendikal örgütlenmelerin teşvik edilmesi ve buralardaki sendika mücadelelerinin daha baştan mücadeleci bir çizgide biçimlenmesi sendikal hareketin geleceği bakımından da önemli olacaktır. Çünkü bugün sendikal hareketin en önemli sorunu genç işçilerin sendikalara üye yapılmaması (yapılamaması değil) sorunudur.
5- Sendikal mücadele ve sendikal mücadelenin sorunlarını üniversite ve emek mücadelesi ile ilgili tüm alanlarda tartışmaya açmak ve bu tartışmada taraf olmak, patron ve hükümetlerle uzlaşma temelindeki sendikacılık anlayışlarını kuşatmak, ideolojik olarak da mahkum etmek pek çok bakımdan önemlidir.
6- SGBP, sadece Türk-İş’in işçi haklarına ne ölçüde sahip çıkıp çıkmadığı ötesine geçerek, gerçek bir işçi sendikasının yapması gereken, demokrasi ve özgürlüklerin geliştirilmesi, Kürt sorununun demokratik çözümü, Suriye sorunu, NATO, Füze kalkanı ve Kürecik’te üs verilmesi gibi iç ve dış politika konuları elbette sendikaların taraf olması gereken konulardır. Ve yine elbette kentsel dönüşüm, çevre sorunları, sağlık, eğitim, kitle ulaşımı vb. hizmetlerin nasıl verilemesi gerektiği; vergiler, zamlar karşısında SGBP’nin alacağı tutum, “İş lafla mı geçiştiriliyor yoksa bir sendika merkezi olarak gerçek bir taraf gibi mi hareket ediliyor?” sorusunun yanıtı da önemli olacaktır.
Örneğin, hekimlerin ve sağlıkçıların (TTB, SES) 21 Aralık grevi (KESK de ayın gün greve gidecek) karşısında SGBP’nin alacağı tutum, bundan sonra izleyeceği sendikacılık çizgisi bakımından da bir gösterge sayılacaktır. Ama bu grevin desteklenmesi için Türk-İş Kongresi’nde neden bir önerge verilmediği de elbette burada soru işaretidir.
Elbette SGBP’nin elinde bir sihirli değnek yok. Ama SGBP’nin elinde tüm emekçilerin, hatta tüm halkın etrafında birleşebileceği bir güç odağı olmak için bir imkan var ki, bu sihirli değnekten bile önemli bir değiştiricidir. Hal böyle olunca işçiler dört yıl daha bu Türk-İş yönetimine katlanmak zorunda mıdır?
Elbette hayır!
Sendikal hareketin durumu, hükümet ve patronların girişimleri ortadayken, eğer SGBP ve işçilerin, emekçilerin ileri kesimleri mücadelenin gereğini yaparlarsa, destek verenlerin bile “Kerhen destek verdiği” bu Türk-İş yönetiminin bırakalım dört yılı, iki yılı tamamlaması bile sürpriz olur.