• industriAll global
  • industriAll europe
  • Retun See
  • Petrol-İş Kadın Dergisi
Belgesel: Petrol-İş Tarihi

Erhan Kaplan / Petrol-İş Dergisi

Süleyman Hocamızı meselleriyle anıyoruz: Değiştirmek için kayabalıkları olmalıyız

Süleyman Hoca'yı kaybedeli 8 yıl oldu. O yalnızca Petrol-İş Sendikası eğitimcisi değildi.  İşçi sınıfının bilgi edinmesi, edindiği bilgilerle, güçlenerek başta kendi yaşamı olmak üzere tüm sınıf kardeşlerinin yaşamını dönüştürme mücadelesi, Süleyman Hoca'nın hayatıydı. Bunun için çok bedeller ödedi. Sınıfın vicdan sahibi evlatları onu unutmadı. Her sene mezarı başında anıyor.

12.05.2015

Sendikamız eğitimcilerinden, işçi eğitimcisi, 1927 yılında doğan Süleyman Üstün'ü 2007 yılında, 19 Mayıs günü kaybetmiştik. Ömrü boyunca eğitimcilik yapan, 1970'lerin başında sendikalarda çalışmaya başlayarak Süleyman Hoca haline dönüşen bir insandan bahsediyoruz. Ölümünden bir hafta öncesine kadar eğitimlere devam eden, işçi sınıfına aşık, ömrünü işçilerin eğitimine adamış bir güzel insan.

Sendikamız, çok önem verdiği kimya, metal işçileri, temsilciler, yöneticiler, gençler, kadınlar, yol arkadaşları, dostları, öğrencileri, elbette saygıdeğer eşi Fatma Hanım ve ailesi her 19 Mayıs'ta, Zincirlikuyu'da mezarı başında buluşmaya devam ediyorlar.

Her 19 Mayıs'ta Süleyman Hoca'nın mezarı her görüşten, her inançtan emekçiyle dolar. Kimisi ellerini göğe kaldırır sessizce dua eder; kimisi yumruğunu sıkar, saygıyla havaya kaldırır. Hepsinin de Süleyman Hoca'yla bir anısı, bir anlatacağı vardır.

Anlatırlar. Anarlar. Güzel insanların eksiğini duyarlar. Dünyamızı zenginleştiren, dünyamızı rengarenk hale getiren güzel insanların giderek nasıl da azaldığından yakınırlar.

Ama, sonuçta, hayatta er ya da geç alınterinin, iyi insanların kazanacağını, güzelliklerin, eşitliğin, kardeşliğin, özgürlüğün kazanacağını bilen insanların huzuruyla oradan ayrılırlar.

Süleyman Üstün'ü bu yıl anlattığı öykülerden birini -aklımda kaldığı şekliyle- yazarak anmak istedim.

Aklımda kaldığı şekliyle diyorum, çünkü, o Anadolu'nun sözlü geleneğini sahiplenen bir kuşağı temsil ediyordu. Anlattığı öykülerin bir çoğu yazıya dökülmeden kalmıştı. Çok anlattı, ama az yazdı. Bu nedenle, ne yazık ki, yazdıkları, anlattıklarının karşısında ancak denizde bir damla ile tasvir edilebilir.

KAYA BALIĞININ ÖYKÜSÜ'NÜ BİR DE
SÜLEYMAN HOCA'DAN DİNLEYİN.

Urfa'da Balıklı Göl vardır. Bilenler bilir. Hazreti İbrahim'le birlikte anılan bir öykünün merkezindeki bir göldür burası. Bu gölde “kutsal” sayılan binlerce balık yaşar. Kutsal sayıldığı için avlanmaları, yenilmesi yasaktır bu balıkların. İnsanlar gelirler. Balıkları beslerler. Kimi zaman ekmek, kimi zaman simit atarlar balıklara.
Balıklar her zaman yiyecek bulurlar bu gölde. Rahatları yerindedir. Kavga yoktur. Didişme, huzursuzluk yoktur.

Fakat günlerden bir gün Belediye gölde bir değişiklik yapar. Gölün sularında azalma olduğu için göldeki fiziki yapıyı değiştirir. Gölü kıyıdan derinlere doğru gittikçe daha taraçalı, daha kademeli, bir kısmını da küçük şelâlelerden oluşan bir yapıya benzetir. Yani, gölün kenarı sığ, ortasına doğru giderek derinleşen bir şekil alır.

Yeni şekil göl için iyi olur. Gölün suyu artar.

Ama balıkların hayatı olumsuz değişir.

Gölün yeni haliyle derinlerdeki, gölün ortasındaki bir balığın kıyıya ulaşması giderek zorlaşır. İnsanların yakın teması engellenir. Artık insanlar ellerindeki ekmeği, simidi hemen oracığa bırakarak balıkların almasını sağlayamaz olur. Ancak güçlü, kuvvetli insanlar... Ekmeği, simidi uzağa atabilenler balıklara ulaştırır olur ondan sonra.

Bu durum göldeki balıkların hayatında büyük zorluklara yol açar. Çünkü çok az kişi yemekleri gölün ortasına kadar atmaktadır, atabilmektedir. Çoğunlukla kıyıya, taraçaların, şelalelerin üzerine şöylesine bırakıverip gitmektedir insanlar.

Hele de çocuklar...

Hele de mini minnacık çocuklar...
Onlar yaşar en büyük zorluğu...

Küçücük elleriyle güçleri yetmediği için hemen ayacıklarının dibine atabilirler o ekmekleri. Ağlamaklı gözlerle balıkların simit parçalarını, ekmek kırıntılarını yiyemediklerini anlatırlar annelerine.

Yemek için mücadele bilmeyen, yemek bulmak için bu yollardan hiç geçmemiş balıklar, kaderlerine razı bir şekilde yorgun, bezgin, aç biilaç gayesizce gezmektedirler. Giderek zayıflamaya, güçten düşmeye başlarlar.

Bütün balık topluluğuna kasvet ve ölüm sessizliği hakim olmuştur.

Tek tek ölümler başlar...

Her geçen gün daha da zavallı hale gelir ve acizleşir balık topluluğu... Hepsi sonlarını beklemeye başlamış gibidirler...

Fakat bir gün bir şeyler olur!
Bir şeyler değişir!

Bir gün belediye, balıkların arasına bir grup Kaya Balığı dahil eder. Dışarıdan getirmiştir Belediye bu kaya balıklarını.

Kaya Balıkları diğerlerine benzemez.

Bunlar yerinde duramayan... Kıpır kıpır gezinen... Gözü sürekli insanlarda, insanların elindeki ekmekte, simitte olan...

Taraçayı, çukurları, derinleri, şelaleleri gözleyen dipdiri balıklar imiş...

Kıyıdan bir kadın. Kıyıdan bir genç. Kıyıdan bir çocuk. Kıyıdan bir bebek.

Elindeki ekmek olsun, simit olsun.

Daha bir parça kopartıp suya atar atmaz, kaya balığı sıyrılıverip olduğu yerden, yayından atılmış bir ok gibi ileriye fırlar.

O miskin, o uyuşuk balıkların arasından, onların gövdesini yalayarak taraçadır, şelaledir demeden zıplayıp ekmeği, simidi kapar.

Sonra bir daha zıplar. Yine kapar.
Sonra bir daha.
Bir daha.
Bir daha.
Önceleri, şimşek gibi fırlayıp gidip yemeğini alan kaya balıklarına korkuyla, garipseyerek, şaşkınlıkla bakan ölgün göl balıkları arasında her seferinde kıpırdamalar olur.

Yılgın balıklarda önce ufaktan başlar kıpırdamalar.

Miskin topluluk kaya balığı gibi zıplamaya çalışır. İleriye atılmaya çalışırlar hep birlikte.

Acemice başlarlar. Gayretleri vardır amma ha.

Bir tanesi. Sonra bir tanesi daha. Sonra bir diğeri. Sonra birkaçı birden.

Kaya balıkları gibi mahirce yapamasalar da sıyrılırlar uyuşuk hallerinden.

Sonunda bütün göl balıkları bir o yana bir bu yana koşturup duran dinamik, cevval bir topluma dönüşür.

Bütün göl balıkları, bütün kaya balıkları, insanların elindeki en küçük bir ekmek kırıntısını bile görmeye başlarlar.

Çukur demez, taraça demez, şelale demez, daha suya değmeden bütün gövdeleriyle ileriye atılıp kaparlar ekmeği de, simidi de.

Toplum değişir.

Bundan sonra hiçbir göl balığı, hiçbir göl balığının çoluğu çocuğu aç kalmaz. Ekmek bir kovuğun içine bile girse, elinden kurtulmaz, çeker alır oradan.

İşte benim güzel üye, temsilci, yönetici işçi arkadaşlarım!

Sizler bu toplumun KAYA BALIKLARISINIZ.

Sizler en öne atılacaksınız. Sizler miskinleşmiş bu toplumu değiştireceksiniz.

Yolunuz açık olsun.

Petrol-İş Dergisi/ Nisan-Mayıs 2015