''Buraya Türkiye’ye gelmek için ilk davet edildiğimde, konuşmamın konusunun özelleştirme olması gerektiği söylendi. Hemen bu daveti kabul ettim, çünkü Türkiye’yi görmek istiyordum ve özelleştirme çok ilgilendiğim bir konuydu. Ardından ABD’nin Irak’a saldırısı da başlamıştı ve Türkiye’de herhangi bir konunun savaşla olan ilgisinin kurulmadan tartışılamayacağını düşündüm. Böylece konu Özelleştirme ve Savaş haline geldi. İkisi arasında açık bir bağlantı vardır.
''Buraya Türkiye’ye gelmek için ilk davet edildiğimde, konuşmamın konusunun özelleştirme olması gerektiği söylendi. Hemen bu daveti kabul ettim, çünkü Türkiye’yi görmek istiyordum ve özelleştirme çok ilgilendiğim bir konuydu. Ardından ABD’nin Irak’a saldırısı da başlamıştı ve Türkiye’de herhangi bir konunun savaşla olan ilgisinin kurulmadan tartışılamayacağını düşündüm. Böylece konu Özelleştirme ve Savaş haline geldi. İkisi arasında açık bir bağlantı vardır. Birkaç gün sonra, konu biraz daha genişledi. Ve Özelleştirme, Savaş ve İmparator oldu. Bu konuda da hiçbir sorunum olmadı. Gerçekte işim daha da kolaylaşıyordu, çünkü bu üç başlık arasında da açık bir bağlantı vardı ve bu bugün tartışacağımız şeydir.
Öncelikle, savaş hakkında birkaç şey söylemek istiyorum. Washington’daki arkadaşlarıma ve meslektaşlarıma Türkiye’ye gideceğimi söylediğimde, hepsi “Oradaki insanlara ülkelerini Irak’a saldırı için bir sıçrama noktası olarak kullanılmasına izin vermedikleri için teşekkürlerimizi ilet” dediler. Şimdi, ABD’deki ilerici güçler adına, ülkenizi Amerika Birleşik Devletleri tarafından iğfal edilmesine izin vermediğiniz için sizlere teşekkür ederim. Ülkenizin mali durumunun kötülüğünün veri olması ve Irak’taki savaşın sonuçlarından dolayı gerçekten sıkıntı çekecek olduğunuz düşünülürse, 30 Milyar Dolara sırtınızı çevirmeniz çok etkileyicidir.
Birkaç hafta önce, Bush yönetimi “koalisyon tarafları” olarak adlandırdıkları şey için umutsuzca araştırma yaparken ABD’de radyodaki bir komedyen bu günlerde her şeyin “tele-pazarlama” aracılığıyla yapıldığına dikkati çekiyordu. Konuşmasında isimsiz bir ülkeyi arıyormuş gibi rol yapıyordu: “Merhaba, Beyaz Saray’dan arıyorum ve sizi koalisyonumuza davet ediyoruz. Şu anda Fransızlarla ilişkiye girdiğinizi biliyoruz, fakat biz size Fransızların teklif etmediği bir şey teklif ediyoruz. Bu da Dış Yardım. Evet doğru, nakit olarak hemen ödüyoruz. Ve ülkeler gerçekten Koalisyonumuza katılmak için sıraya giriyorlar. Şimdiden İngiltere, Büyük Britanya ve Birleşik Krallık bize katıldı.
Gerçekte bu bir ABD savaşıdır. Herhangi bir koalisyon yoktur ve dünyanın her tarafındaki insanlar, buna karşıdırlar. Bu savaş için özelleştirme ve imparatorluk haricinde herhengi bir neden yoktur.
Özelleştirme çünkü, öyle olmadığına ilişkin itirazlarına rağmen petrol, ABD eylemlerinin arkasındaki ana bir unsurdur. Irak’ın petrol alanları ele geçirilecektir ve ABD şirketleri tarafından işletilerek özelleştirilmiş olacaktır. ABD’nin devlet ordusu savaşıyor olsa da Savaşın kendisi, Bush yönetimi tarafından desteklenen özel şirketlere yönelik büyük bir nimettir. Tanesi 1 Milyon Dolardan fazla bir rakama malolan bombaları ve Cruise füzelerini yapanlar onlardır. Bizlere bu bombaların “akıllı” olduğu söylenmekte. Eğer onları yöneten kişiler akıllıysa bunlarda akıllı olurlar.
Hazır bombalar konusundayken bütün bu bombalamaların bir “savaş suçu” olduğunu söylemek isterim. Birinci Dünya Savaşının bitiminin hemen öncesinde uçaklardan bomba bırakılmasının icat edilmesinden önce savaşta askeri ölümlerin sivil ölümlere oranı 8’e 2’idi. Diğer bir deyişle, savaştaki kayıpların yüzde sekseni asker, yüzde yirmisi sivildi. Bombalamanın icat olmasıyla birlikte 2. Dünya savaşından bu güne kadar bu oran tersine dönmüştür. Savaş kayıplarının yüzde 80’i siviller ve yüzde 20’si askerdir. Bombalama yasaklansın!
Eğer özelleştirmeye geri dönecek olursak, Bush rejimi yardım ve yeniden inşaa girişimlerini bile özelleştirmeyi planlamaktadır. Irak’ı harap etmeyi bitirdikten sonra yeniden inşaa etme görevini destekledikleri beş ABD şirketine vereceklerdir. Geçen hafta, Uluslar arası Kalkınma Bürosu, sözleşmesi olduğu Bechtel Group, Flour Şirketi, Haliburton’ın Taşeronu Kellog Brown and Root, Parsons Şirketi ve Louis Berger Group’a 900 milyon Dolar verdi. Bu beş şirketin Yardım Sözleşmelerinde yeralmaları hususunda gizlice önerilerde bulunuldu. Süreç, Birleşmiş Milletler ve Sivil Toplum Örgütleri gibi doğal afet yardımı ve yeniden inşaasının geleneksel yöneticilerini tamamen dışladı.
Bu el altından yapılan pazarlığın bazı detayları Internette bulunabilecek belgelerde görülebilmektedir, konuşmadan sonra isteyen kişilere bunların adreslerinin nerede olduğunu söyleyebilirim. Mevcut Savunma Bakanlığının sözleşmelerinin oldukça uzun olan bir listesi de ayrıca ABD tarafından başka ülkelerde olduğu iddia edilen “kitlesel imha silahları”nın varlığına dair silahlanmayı göstermektedir. Örneğin 1040 Nolu Kategoride , “kimyasal silahlar ve techizat” için 6,6 milyon dolar yazılmıştır. 1140 Nolu Kategoride “Nükleer parçalar” için 672 milyon dolar yazılmıştır.
Bush yönetimi, Birleşmiş Milletleri, içerde ve uluslar arası düzeyde dışlamaya çalışırken aslında ABD hükümetini yıkmaya çalışmaktadır. Çalıştığım Ekonomik Politikalar Enstitüsü’nde (Economic Policy Institute) iktisatçılar Bush’un, askeri harcamaları artırması ve vergileri kısmasının, açıkları artırmasının sonucunun ve kamu hizmetlerine yönelik fonları kesmesinin arkasında ve yine gördüğümüz gibi, özelleştirmeyi amaçladığını düşünmektedirler. Bush’un, Hükümeti ABD nüfusuna temel hizmetleri sağlamayı artık sürdüremeyecek bir noktaya getirerek batırmayı planladığını ve bundan sonra özel sektörün işleri tekrar ele alması için yaygara koparılacağını düşünmekteyiz.
Bu, gelişmekte olan ülkelerin ABD ve onun neo-liberal müttefikleri olan Dünya Bankası ve Uluslar arası Para Fonu’nun rehberliğinde belli bir süre izledikleri stratejidir. Kamu işletmeleri parasız (kaynaksız) bırakılmışlar, böylece hangi amaçla oluşturuldularsa o işlevi yerine getiremez duruma sokulmuşlardır. Bu özelleştirme için siyasal bir rasyonalite sağlamıştır ve ayrıca hükümettekilerin ister uluslar arası olsun isterse ulusal olsun kendi taraftarlarınca bu kurumların daha ucuza satın alınmaları için ek bir faydası olmuştur. Tek kaybeden, bu büyük senaryoda dikkate alınmayanlar, işlerini kaybeden işçiler ve her hükümet tarafından sağlanması gereken temel hizmetleri kaybeden halk olmuştur.
Bu, şimdi Amerika Birleşik Devletlerinde devam etmektedir ve Dünyanın geri kalanın büyük bir bölümünde de ya meydana gelmiştir ya da şu anda meydana gelmektedir. Fakat büyük bir çoğunluk bir senaryonun kurbanları olduklarının farkında değildir. Bunun nedeni insanların bilgi almalarının yolu olan medyanın büyük çoğunlukla, her toplumda en yüksek yüzde onu oluşturan ve bu durumda gerçekten eşkıyalar gibi yaşayan seçkinlerin elinde olmasıdır.
Yapısal Uyum Programlarını yaşayan – veya neo-liberalizm – nasıl adlandırıyorsanız, her toplumdaki en yüksek yüzde on çok iyi bir yaşam sürmektedir. Orta sınıflar yok olmakta ve yoksulların safları da giderek kabarmaktadır. Bu, her yerde yaşanıyor. Yoksul ülkelerde daha hızlı yaşanıyor iken zengin ülkelerde de yaşanıyor. Bu Dünya Bankası’nın bile gözardı edemeyeceği bir olgu. Bundan birkaç yıl önce Dünya Bankası’nın başkanı Jim Wolfensohn, “bireysel düzeyde sistemin çalışmadığını” itiraf etmişti. Fakat Wolfensohn’un bu gerçeği keşfettikten sonra yaptığı şeyin ne olduğunu yıllardır hepimiz biliyoruz. Banka’nın söylemini değiştirdi. Ekonomik programı değil, söylemini. Yapısal Uyum Programlarına artık yapısal uyum programları denmedi. PSRP’ler olarak ifade edildi. Buradaki P katılımcılığı (participatory) simgelemektedir, çünkü sendikalara ve sivil toplum örgütlerine ortak olma çağrısı yapıldı ve bazı yerlerde tuzağa düşürüldüler.
Dünya Bankası şakası.
Medyaya geri dönecek olursa bu ABD’de de bir sorundur. Bush, Irak’a yönelik saldırısına ilişkin yerli ve uluslararası desteği alamayınca yalan söylemeye başladı. Sizin hatırlayacağını yalanları, Saddam Hüseyin’e yönelik her zaman yaptığı suçlamalardır. Ve bu, Irak televizyonunu bombalamalarının nedenidir. Fakat saldırgan planları için desteğe ihtiyacı olduğunda Bush, Saddam Hüseyin’in Dünya Ticaret Merkezine yapılan intihar saldırısıyla ilgisi olduğunu ima eden açıklamalar yapmaya başladı. Bu suçlamalar şirketlerce kontrol edilen medya tarafından da tekrarlandı, bu nedenle bugün Amerikalıların yüzde 70’i Dünya Ticaret Merkezine yapılan saldırının arkasında Irak’ın olduğuna ve teröristlerin arasında da ıraklıların olduğuna inanmaktadır. Gerçekte ise herhangi bir Irak bağlantısı ve Iraklı terörist yoktur. Teröristlerin çoğu Suudi Arabistanlıdır. Fakat ABD tankları çölü geçerek Riyad’a yönelmemiştir. ''
TonyAvirgan
Ekonomik Politikalar Enstitüsü