Ortada bütün boyutlarıyla dikkati çeken, merakı tahrik eden, çok sorulu ve görünen yüzüyle çok sorunlu bir özelleştirme hadisesi var. Hatırlayalım: TÜPRAŞ'ın yüzde 65.7 oranındaki hissesi, Ocak 2004'te Özelleştirme İdaresi tarafından 1 milyar 302 milyon dolar bedelle Rus petrol şirketi Tatneft'e bağlı Efremov Kautschuk GmbH ile Zorlu Grubu'nun oluşturduğu konsorsiyuma satıldı.
Ortada bütün boyutlarıyla dikkati çeken, merakı tahrik eden, çok sorulu ve görünen yüzüyle çok sorunlu bir özelleştirme hadisesi var. Hatırlayalım: TÜPRAŞ'ın yüzde 65.7 oranındaki hissesi, Ocak 2004'te Özelleştirme İdaresi tarafından 1 milyar 302 milyon dolar bedelle Rus petrol şirketi Tatneft'e bağlı Efremov Kautschuk GmbH ile Zorlu Grubu'nun oluşturduğu konsorsiyuma satıldı. Satış, Rekabet Kurulu'ndan şartlı geçti, Özelleştirme Yüksek Kurulu'nda tartışmasız ve şartsız onaylandı ve iş devir aşamasına geldi.
Tabii, her şey yazıldığı kadar kolay cereyan etmiyor. ÖİB'nin gerçekleştirdiği ihale 1.3 milyar dolarlık fiyat, Efremov'un ana kuruluşu Tatneft, Zorlu Grubu'nun Efremov ile gerçekleştirdiği "son dakika" ortaklığının durumu gibi eksenler üzerinde yoğun tepki ve tartışmalara konu oldu.
Tepki ve tartışmalar, Petrol-İş Sendikası'nın ihaleyi usulsüzlük iddiası ve "iptal istemiyle" yargı katına taşıması; Rus yetkililerin ağzından Tatneft ile Efremov arasındaki ilişkinin bir acentelik ilişkisinden ibaret olması; Efremov'un Almanya Bad Hamburg ticaret sicili kayıtlarına göre 105 bin Euro sermayesiyle böyle bir işe nasıl ve neden talip olabildiği; Efremov'un TÜPRAŞ ihalesinde perdelediği ana şirket Tatneft hakkında yalnız yerli kuruluşların değil, uluslararası yabancı derecelendirme kuruluşlarının da şüphe esaslı uyarılarda bulunmaları ve benzeri gibi, akıllara ister istemez "Acaba şeytan buralarda mı gizli?" sorusunu dürtükleyen ayrıntılara doğru derinleşiyor.
Tartışmalar ayrıntılara doğru derinleştikçe, hadise daha dolaşık hale geliyor. işe, adeta rufailer karışmaya başlıyor. Dış alemde mali ve ticari kimliği belirsiz veya kuşkulu veya kimliğini "örtmeyi" gerekli gören, "bandırası" solgun yabancı kişi ve kuruluşlar, ihalenin sonuçlandığı andan itibaren önce "Tatneft'in azınlık hissedarları namına Rusya, ABD ve Almanya'da yürütmeyi durdurma davaları açıyorlar; ardından, bu hissedarları temsil ettiğini savunan ABD sermayeli "Imanagement Yatırım Şirketi" namına Türk gazetelerine ilanlar verip, "Tatneft'in TÜPRAŞ'ı buharlaştıracağını" iddia ediyorlar; nihayet, İstanbul'a kadar gelerek Rus şirketi aleyhinde demediklerini bırakmıyorlar.
TÜPRAŞ ise, Petrol-İş Sendikası'nın çabaları da olmasa, bütün bu bilinmezleri, kuşkuları bol hengamenin ortasında Kuzey Denizi'nde dramatik akıbetine doğru yol alan Titanik gibi yapayalnız. TÜPRAŞ Türk petrol sanayiinin kamudaki gerçek ve rakipsiz Titanik'i. 2003 yılı net kârı 328 milyon; faaliyet kârı 486 milyon; brüt satışları 14.2 milyar, net satışları 6.8 milyar; ödediği vergi ve fon tutarı 8.6 milyar dolar. Tıkır tıkır yatırım yapıyor. Türkiye'de iç ve dış pazar etkinliği, "tek"liği, stratejik konumu vb. ölçütlere sahip ikinci bir TÜPRAŞ'ı bina etmenin bugünkü fiyatlarla tahmini maliyeti 8 milyar dolar.
TÜPRAŞ, bu nitelikleriyle 25 yıllık "özelleştirme tarihinde" dışarıda Amerikalı'sını, Rus'unu, İngiliz'ini, Tatarı'nı birbirine katan; içeride, ikna edici cevaplar verilmediği takdirde haklılığı sürecek tepkilerin, tartışmaların ortasında bırakılan ilk ve tek kamu varlığı unvanını kazanıyor. Lakin, bütün bu iddialar, söylentiler, girişimler karşısında suskun kalmakta ısrar eden ilgili iki taraf var: ÖİB, adeta rehavet içinde olup bitenlere seyirci. Sanki bu satışın asıl sorumlularından biri o değil. Hükümetin ilgili bakanlarından hiç ses yok. Sanki, TÜPRAŞ bu ülkenin varlığı değil. Zorlu Grubu cenahında da ticari ketumiyet berdevam.
Biz de soruyoruz: Türk kamuoyu TÜPRAŞ gerçeğini kimliği, amacı, çıkarı, hedefi, hesabı gölgeli yabancı kişi ve kuruluşların manipülasyon, dezenformasyon kapaklı "operasyonlarının" satır veya laf aralarından mı öğrenecek?
Yoksa, TÜPRAŞ'ın etrafında yabancı odaklarca oluşturulan ve gittikçe "uluslararası boyutlu entrika" görünümüne bürünen bu hadise karşısında ÖİB'nin de, Hükümetin de, hatta Zorlu Grubu'nun da gerçek bilgilere dayalı, aydınlatıcı açıklamalarda bulunmak gibi bir görev ve sorumlulukları yok mu?
Israrlı suskunluk kime, ne yarar sağlıyor?