Şöyle 25 sene öncesini bir hatırlayın. Hani kamu kuruluşlarının sırtımızda nasıl yük oluşturduğunu, vergilerimizin kötü yöneticilerce nasıl çar çur edildiğini anlattıkları panelleri, konferansları yoksa unuttunuz mu?
Şöyle 25 sene öncesini bir hatırlayın. Hani kamu kuruluşlarının sırtımızda nasıl yük oluşturduğunu, vergilerimizin kötü yöneticilerce nasıl çar çur edildiğini anlattıkları panelleri, konferansları yoksa unuttunuz mu?
Bedava çürük elmayı reddedenler, zarar eden kamu kuruluşlarının satılacağına böylelikle bütçe deliklerinin yamanacağına nasıl da inanmışlardı! ERDEMİR, TÜPRAŞ, TEKEL, Türkiye Şeker İşletmeleri gibi kârlı devlet tekellerinin özelleştirilmesiyle sermayenin tabana yayılacağına nasıl da ikna olmuşlardı!.. Şimdi de özelleştirilen kuruluşların içindeki TC vatandaşı ortakların bulunması onları sakinleştirmeye yetiyor. Belki de Başbakan ve Maliye Bakanının, Sami Ofer' in oğluyla 2004'ün 24 Ocak'ındaki görüşmeden huzursuzluk duymamaları bu nedenleydi. Ne de olsa Mehmet Kutman' ın TC vatandaşı, Global Yatırım Şirketi de bizim ülkenin sermayesi!..
Ne var ki, mesele hisselerin yüzde kaçının Türk ya da yabancı şirkette olduğunda değil. Petrol, çelik gibi temel girdilerin üretim alanında kimin ve hangi tarihsel süreçte tekel olduğunda. Özellikle de savaşla bu denli burun burunayken! Kaldı ki şirket ister Türk, ister yabancı olsun hisselerini sonsuza kadar elinde tutmak zorunda da değil. Hisselerine daha yüksek fiyat veren çıktığında satmasından daha doğal bir şey de yok. Zaten aksi de özel kesimin varoluş nedenine aykırı!
Neden derseniz:
* Kapitalist sistemde özel girişimcinin birinci hedefi kârını en çoğa çıkartmaktır. Ulusal kaynakların korunması, ülke çıkarlarını korumak gibi hedefler edinerek irrasyonel davranışlar içine giremezler. Zaten, bu tür hedefler devletin görev alanındadır.
* Devlet petrol, maden gibi yenilenemeyen kaynaklarla yapılan üretimde ya yüksek yatırım gerektirdiği için faaliyet gösterir. Koç, Sabancı ve diğer örneklerde olduğu gibi özel kesimi düşük maliyetli girdi sağlayarak finanse eder. Ya da gelişmiş ülkelerde olduğu gibi bu alanda üretim yapan büyük ölçekli özel firmaların çalışma koşullarını düzenler. Böylelikle firmanın tek üretici olmaktan kaynaklanan fiyat egemenliğini de kontrol eder. Yani, haksız kazanç oluşmasını önler. Kısacası, TÜPRAŞ'ın yüzde 51'ini alanların ülke çıkarlarını korumak için kâr marjlarından vazgeçmek ya da istihdamı arttırmak gibi bir sorumluluğu olamaz. Finansal sıkıntı içinde olsun ya da olmasın kendine yeni ortaklar alabilir. Yani? Nüfus kâğıdındaki tabiyeti ne olursa olsun sermaye tekel konumundakilerin egemenlik ilişkilerine göre kullanılır.
Hal böyle olunca, 25 senedir süregelen özelleştirmeyle sermayenin tabana yayılacağı, gelir dağılımının düzeleceği masalını da inek içer! Oysa işçi ve memur kardeşlerimiz devlet tekelinin kırılıp kamu kuruluşlarının hisselerini alacakları için özelleştirmeyi desteklemiş? ANAP'a, REFAHYOL'a, DSP-MHP-ANAP üçlüsüne, AKP'ye de bu nedenle oy vermişti.
Ha devlet, ha özel! Tekel olduktan sonra sermayenin kimin elinde olduğunun ne önemi var, derseniz? Maliye Bakanı'nın demek istediği gibi: Parayı veren yönetmek erkini de eline alır. Sermayenin tekellerin egemenlik alanına geçmesi de devletin yönetiminin bu grupların istemleri doğrultusunda işlemesi demektir. Şimdi gelelim, TÜPRAŞ, ERDEMİR'le yıkılacak kamburlara. IMF'ye verilen taahhüt doğrultusunda hareket etmek gerekirse gelen para borç ödemeye gideceği kesin! Borçlar azalacak diye hemen sevinmeyin! Çünkü rakamlar, faiz harcamalarındaki azalmaya güvenen hükümetin cari harcamaları arttırdığını gösteriyor.
Anlaşılan, daha önce çimento, şeker, tütün özelleştirmeleri nasıl bütçenin delikleri daraltılmadıysa!.. TÜPRAŞ'ın, ERDEMİR'in satışı da borç ödemelerini azaltmayacak!
Sahi, TÜPRAŞ'ı niye sattık biz?