Azınlık" kelimesini mutlak anlamıyla değil, "kavram" anlamıyla kullanıyorum. Bu açıdan, Tüpraş'ın, 1,3 milyar dolar gibi, piyasa mantığına, çeşitli mukayese ölçütlerine, kamu yararına "esastan" aykırı bir fiyatla "Efremov-Zorlu" girişimine "devredilmesine" karşı mücadele yürüten azınlık, aslında "çoğunluk"tur.
Azınlık" kelimesini mutlak anlamıyla değil, "kavram" anlamıyla kullanıyorum. Bu açıdan, Tüpraş'ın, 1,3 milyar dolar gibi, piyasa mantığına, çeşitli mukayese ölçütlerine, kamu yararına "esastan" aykırı bir fiyatla "Efremov-Zorlu" girişimine "devredilmesine" karşı mücadele yürüten azınlık, aslında "çoğunluk"tur.
Çünkü, "hukuk" yalnız çoğunluğun değil, "bütünün" hak ve sorumluluklarını kapsar ve düzenler. Hukukun bu toplumsal kavrayışına, vicdani ve ahlaki normlar da dahildir. Bunun içindir ki, "ihlali" halinde, sadece "hak" değil, vicdan ve ahlak da tahrip olur.
Ankara 10. İdare Mahkemesi'nin Tüpraş'la ilgili yürütmeyi durdurma kararı, üst mahkeme tarafından geçersiz sayılsa da, bu "bütüncül hukuk" anlayışını yansıtıyor. Mahkeme, özelleştirme işlemini "şartlı teklif", "pazarlıksız satış" ve "rekabet hukuku" yönlerinden "yürütülemez" bulurken, gerekçeleri arasında biri var ki, "çoğunluk" görüşünün her zaman yerinde ve isabetli olamayacağını vurguluyor:
Rekabet Kurulu'nun Tüpraş'ın satışını uygun bulan kararında, sadece çoğunluğun değil, "azınlığın" tespit ve itirazlarını da dikkate alıyor. Demek ki, hukuk yalnız nispi, mutlak veya "güç kaynaklı çoğunluğun" haklar manzumesinden ibaret değildir.
Ancak, bütün bunlar, başka örneklerde olduğu gibi Tüpraş meselesinde de "güç kaynaklı çoğunluğu" oluşturan tarafları fazla ilgilendirmiyor. Onlar için, hukuk temeline dayalı yargı kararlarının "içeriği" önem taşımıyor. Aksine, "icranın" hukuka, kamu yararına aykırı eylem ve işlemlerini durduran, geçersız kılan yargı, dayandığı gerekçeler ne kadar sağlam olursa olsun, "engelleyici"dir!
O zaman, hukukun, yargının bir şekilde aşılması; yani, kararların uygulanmayarak "tanınmaması"; uygulamadan kaçınılmadığı hallerde "muvazaalı" yöntemlerle sonuçsuz bırakılması, Türkiye'de yalnız AKP iktidarının değil, bütün siyasi iktidarların ortak özelliği oluyor.
Türkiye, "kabile devleti" değilse, hiç kimse hukuk ilkelerini, yasaları, yargıyı "engelleyici" bir "kuvvetler bileşkesi" olarak göremez, anlayamaz. özelleştirme hadisesi de bunun dışında değildir. Tüpraş konusunda, "azınlık sepetine" atılarak, kulak asılmayan hukuk mücadelesi, tam da bu sebeple önemli ve haklıdır. Hükümet ve Özelleştirme İdaresi de bu mücadeleyi dikkate almak, "icra rotasını", buna göre düzeltmek zorundadır.
Düzeltecek midir? Belki! Çünkü, hükümet kanadından gelen açıklamalar, "yargı engelinin" bir an önce nasıl aşılacağına ilişkin olsa da, kamu varlıklarının hukuka, ülkenin ve ekonominin çıkarlarına, kamu yararına "aykırı" işlemlerle satılıp savrulmasındaki ısrara rağmen, "azınlığın" verdiği mücadele, hiç de sonuçsuz kalmıyor.
Halen, Petrol-İş Sendikası'nın yargı önündeki 4 Tüpraş davasının yanı sıra, AKP iktidarının neredeyse bütün özelleştirmeleri yargı duvarına çarpmış bulunuyor. İşçi ve memur sendikalarının, Kamu İşletmeciliğini Geliştirme Merkezi'nin açtığı Tüpraş dahil, yüzlerce dava ve bu alanda yargı kararlarıyla oluşan "hukuk", bu "sapkın" özelleştirme hırsına "gem" vurulmasını; yapılan vahim yanlışların gözler önüne serilmesini sağlıyor.
Onun için, AKP Hükümeti ve özelleştirme taraf olan sermaye grupları işin "hukuk boyutunu" iyi okumalıdırlar. Bu, hükümete özelleştirme hadisesinin "babalar gibi" düzeyinde yürütülemeyeceğini; ilgili sermaye gruplarına da, girdikleri işlerde hukuka uygunluğun, "kendi çıkarları" açısından da önemli, gerekli ve belirleyici şartlardan biri olduğunu anlatacaktır.