Türk-İş’in 8-11 Aralık arasındaki 21. Genel Kurulu, bütün zıtlıkların aynı kadraj içinde yer aldığı bir genel kurul oldu. Bir yanda “Suskun Türk-İş istemiyoruz” sloganları, bir yanda ağızlarını bıçak açmayanlar. Bir yanda “Kıdem tazminatına uzanan eller kırılır” diye haykıranlar, öte yanda -hizmet ödeneği alıyor olmalarından olsa gerek- slogan atanlara boş gözlerle bakanlar. Bir yanda güçlü Türk-İş isteyenler, bir yanda genel kurul salonunda korumalarla dolaşarak, kürsüye korumalar eşliğinde çıkarak güç ve statü gösterisi yaptığını sananlar. Bir yanda genel kurulun tamamına etki etmeye çalışan, özne olmaya çalışan delegeler, öte yanda tüm işlevini seçimlerde oy kullanmakla sınırlamış, sınırlandırılmış genel kurulun “gönüllü nesneleri” olmayı seçmiş delegeler. Bir yanda emek karşıtı politikaların sahibi hükümetin bakanını kesintisiz protesto edenler, öte yandan “yandaş” olmayı faziletli bir şey zannederek avuçları patlayıncaya kadar alkışlayanlar. Bir yanda sınıf ve mücadele eksenli sendikacılık anlayışı tarif edenler, öte yanda “hizmet odaklı sendikacılık, diyalog sendikacılığı” önerenler. Bir yandan işçilerin yaşadığı hak kayıplarını dile getirenler, öte yanda her şeyin yolunda gittiğini anlatmak için işçi ve işverenlerin önemli kazanımları oldu diyebilenler. Bir yanda mücadele örgütü olarak Türk-İş’ten söz edenler, öte yanda hükümetle var olan yakınlığını, kişisel sorun çözme becerisini, bir nitelik gibi takdim edenler...
Sendikal Güç Birliği Platformu
Yukarıda söz edilen farklılıklar sendikal hareket içinde varlığı bilinen ve mazisi oldukça eski bir ayrışmaya işaret ediyor. Geleneksel tanımlarla kategorize edecek olursak, sözü edilen, teslimiyetçi sendikalarla/ mücadeleci sendikalar, güdümlü sendikalarla/bağımsız sendikalar arasında bir ayrışma. Bu ayrışmanın Türk-İş Genel Kurul salonunda bu kadar hissedilir, görünür hale gelmesini sağlayan, Türk-İş üyesi 10 sendikanın oluşturduğu Sendikal Güç Birliği Platformu (SGBP) oldu. Basın-İş, Belediye-İş, Deri-İş, Hava-İş, Kristal-İş, Petrol-İş, Tek Gıda-İş, Tez Koop-İş, Türkiye Gazeteciler Sendikası ve TÜMTİS bir süre önce demokratik, mücadeleci, güçlü bir sendikal hareket yaratmak amacıyla SGBP’de biraraya gelmişti. Platform, “Türk-İş değişecek, Türkiye değişecek” sloganıyla Genel Kurul’a katıldı ve Platform bileşeni sendikaların değişim talebi Genel Kurul’a damgasını vurdu. SGBP tarafından dile getirilen görüşler, Türk-İş’te anlayış ve yönetim değişikliği talebini içeriyordu. Bu talep karşısında, mevcut Türk-İş yönetimini ve onların kendileri için uygun gördükleri kavramla söyleyecek olursak “efendi sendikacılık” anlayışının devamından yana olanları buldu. Genel Kurul başından sonuna bu ayrışmanın odağında olduğu bir kapışma biçiminde cereyan etti. Türk-İş Genel Kurul’unda çizgileri kalınlaşan bu “ayrışma”, önümüzdeki dönemde sendikal hareketin bütününde sendika, konfederasyon farkı olmaksızın güdümlü sendikalarla, bağımsız sendikalar arasındaki mücadelenin derinleşeceğinin ve büyüceğinin ipuçlarını verdi.
Sendikal Güç Birliği Platformu’nu oluşturan ağırlığı özel sektörde örgütlü sendikaların delege sayıları toplam delege içinde 1/3 olmasına rağmen birinci günün ilk saatlerinden itibaren toplantıya ağırlıklarını koydular. Bu sayede, Genel Kurul “sade suya tirit” bir toplantı olmanın ötesinde canlı tartışmalara sahne oldu. Son birkaç genel kurula kıyasla şov yönü oldukça zayıf kaldı, işçi meseleleri daha fazla öne çıktı. Sendikal Güç Birliği Platformu’nun varlığı Genel Kurul’un tek kale bir maç havasında geçmesini de engelledi, toplantının zorunlu organların seçiminin yapıldığı basit bir “seçim toplantısı” biçiminde gerçekleşmesini de.
Daha zor bir dönem
Genel Kurul sandıkları açıldığında yukarıdaki sınıflandırmanın ikinci basamağında yer alan anlayış “kazandı”. Kadınların, gençlerin parmakla sayılacak kadar az olduğu Genel Kurulda ak saçlı, ücretli sendika yöneticilerinden mürekkep bir topluluk, eylemi, grevi, mücadeleyi, hükümete tepki göstermeyi maceracılık olarak algılayan statükonun devamından yana oy kullandı. Biz olmazsak “hükümet sizi ezer” demeye gelen üstü örtülü tehditler, hükümetle iyi ilişkilere işaret eden, “iş görme” imaları karşılığını gördü. Bu durum yetki delege edilerek yapılan seçimlerin manipülasyona ne kadar açık olduğunu da gözler önüne serdi. Şayet Türk-İş üyesi işçiler, Türk-İş Genel Başkanını, doğrudan seçme şansına sahip olsalardı, geride bırakılan 4 yılda adını, sanını duymadıkları, yüzünü görmedikleri birini yeniden başkan olarak seçmezlerdi herhalde.
Türk-İş Genel Kurulu’nda kazananlar, hükümetle diyaloğu iyi ilişkileri vazgeçilmez gören sendikacılar olmasına rağmen Türk-İş kongresinin kaybedeni AKP ve AKP’nin sosyal alanı tamamen muhalefetsiz hale getirme projesidir. AKP’nin 2007 Genel Kurulu’nda Türk-İş’e dönük müdahalesi, esas olarak sosyal alanı muhalefetsizleştirme hevesinden kaynaklanıyordu. Emek karşıtı politikaları uygulama konusundaki rahatlığı göz önüne alındığında, amacına belli oranda ulaştığı görülüyor. Ancak bu kez işi geçen dönemki kadar rahat olmayacak. Bunun birinci nedeni Türk-İş içinde örgütlü bir muhalefet hareketinin varlığı. Türk-İş yönetiminin bu hareketi dikkate almadan adım atması artık çok zor. İkincisi, Türk-İş Genel Kurulu’nun aldığı genel grev kararı. Türk-İş Genel Kurulu kıdem tazminatı konusunda, bugün ve gelecekte çalışacak olanlar için mevcut uygulamanın devamından yana tavır koydu. Türk-İş Genel Kurulu, “kıdem tazminatının fona devredilmesi, süresinin azaltılması gibi tasfiyesi ve zayıflatılmasına yol açacak her türlü girişime genel grevle cevap verme” kararı aldı. Türk-İş içinde dinamik bir muhalefetin varlığı ve Genel Kurulun genel grev kararı, hükümetin programında ve Ulusal İstihdam Stratejisinde yer alan hedefler doğrultusunda kolayca adım atma olasılığını zora soktu. Türk-İş Yönetimi, Konfederasyonun iç dengelerinin kendi aleyhine bozulmasını ve Genel Kurul’un iradesini yok saymayı göze alamayacağına göre hükümetin, programını ve Ulusal İstihdam Strateji Belgesini revize etmesinden başka yol yok. Çünkü, sosyal alanı “dikensiz gül bahçesi haline” getirme projesi, proje sahiplerinin ve destekçilerinin elinde kaldı.