Mali krizle birlikte daha da belirginleşen uluslararası ekonomik ve siyasi koşullarda, “Yükselen Güçler” olarak tanımlanan BRICS (Brezilya, Rusya, Hindistan, Çin ve Güney Afrika) ülkeleri geçen hafta Yeni Delhi’de dördüncü konferanslarını gerçekleştirdiler. ABD’nin, kimi Avrupa, Arap devletlerinin sözcüleri tarafından her fırsatta “bölgesel güç”, “yükselen güç” gibi kavramlarla “önemi” vurgulanan Türkiye, bu toplantıda yoktu.
Bu durumun arkasındaki nedenleri sanırım, BRICS grubunun projesinde ve AKP hükümetinin tercihlerinde aramak gerekiyor. BRICS ülkeleri, Batı’nın, kendi egemenliğinin ideolojik, kültürel gereksinimleri doğrultusunda üretmiş olduğu (Bkz: Edward Said) “Batı-Doğu” ayrımını ortadan kaldırmak, Batı’nın egemenliğine dayanmayan yeni bir kapitalist dünya düzeni kurmak istediklerini her fırsatta vurguluyorlar (Russia Today, 27/3). AKP yönetimindeki Türkiye ise, artık eskimiş düzenin içinde, onun efendilerinin yanında kalmaya karar vermiş görünüyor. Bu saptamayı, AKP dış politikasıyla, Yeni Delhi zirvesinde ele alınan konuları, yapılan tartışmaları, sonunda açıklanan ortak deklarasyonu yan yana koyarak doğrulamak olanaklı.
BRICS ve ötesi
Dünya nüfusunun yaklaşık yarısı, 3 milyar kişi BRICS ülkelerinde yaşıyor. Bu ülkelerin toplam GSMH’si dünya hasılasının yüzde 28’ini oluşturuyor. Geçen 10 yılda dünya ekonomisinde gerçekleşen büyümenin yüzde 50’si BRICS ülkelerinden kaynaklandı. Bir ticaret bloku olarak toplam piyasalarının hacmi 4.5 trilyon dolara ulaşıyor. Bu ülkeler, geçen yıl Güney Afrika zirvesinde, borsalarında listeler arası varlık ticaretine izin vererek, aralarında yaklaşık 10 bin şirketi kapsayan 9.4 triyon dolarlık bir varlık piyasası oluşturdular. Delhi zirvesinde, bu piyasaları, türevlere ilişkin yeni anlaşmalarla daha da derinleştirme yönünde önemli adımlar attılar (India Business Time, 28/03).
BRICS ülkeleri, Batı kapitalizmi yerlerde sürünürken, kendi ekonomilerinin büyümeye devam etmesine de bakarak, halen egemen olan uluslararası mali mimarinin, kurumlarının, bu ekonomik büyüklüklerde ifadesini bulan güçlerini yeterince temsil etmediğini düşünüyorlar.
Bu bağlamda, Batı egemenliğini yansıtan uluslararası mali mimariyi üç alanda değişime zorluyorlar. Birincisi, BRICS IMF ve Dünya Bankası’nda yönetimlerinde yaptıkları katkılara da paralel olarak etkin olmak istiyor, aksi takdirde finansal desteklerini çekeceklerini söylüyorlar (Financial Times, 29/03). İkincisi, Dünya Bankası karşısında, bir Asya Kalkınma Bankası oluşturmak istiyorlar. Üçüncüsü, kendi aralarındaki yatırımlarda dolardan uzaklaşarak kendi ulusal paralarını kullanmaya ya da 3.2 triyon dolar rezervlerine, yeni bir kalkınma bankasını finanse etme kapasitesine sahip Çin’in parası remninbiyi kullanmaya geçmek istiyorlar.
Bu üç alanda BRICS’in gündeme getirmeye başladığı değişiklikler, Batı’nın 300 yıllık ekonomik finansal egemenliğini temelden yıkmaya aday ve Batı tarafından da tam da böyle algılanıyor. Buna karşılık bu değişiklikler BRICS ülkelerinin kapitalizmlerinin büyümeye, gelişmeye ve Batı etkisinden kurtulmaya devam edebilmesi için mutlaka gerekli görünüyor.
IMF ve Dünya Bankası’ndaki değişiklikler, Batı’nın finansal modelinden, dolayısıyla Brezilya Devlet Başkanı Dilma Rouseff’in deyimiyle kriz sırasında “bir ucuz para tsunamisi” gibi gelerek, “gelişmekte olan ülkelerin ekonomilerini yağmalayan” (The Guardian 29/03) Batı kaynaklı spekülatif sermayenin etkilerinden korunmak, bölgesel kalkınma projelerine yönelik kaynakların dağıtımını denetlemek için gerekli.
Bir Asya Kalkınma Bankası projesiyse, bölgede oluşan kaynakların bölgedeki yatırımlarda kullanımını sağlamak, bölge ülkelerinin, merkez bankalarının alıp satabileceği borçlar yaratarak riskleri paylaşmak açısından büyük önem taşıyor. Ancak bu iki alandaki değişiklikler, Batı’nın IMF ve Dünya Bankası’nın üzerindeki etkisini, bu yolla gelişmekte olan ülkelere baskı yapma gücünü kırarken, Asya yatırım bankası, kurulduğu zaman bölgenin kaynaklarının bölgede kalmasını kolaylaştırırken, Batı’da ekonomik büyümeyi, tüketimi, devlet borçlarını finanse etmekte kullanılan kaynakları giderek azaltacak. Böylece dünya ekonomisinin merkezinin Batı’dan Doğu’ya kayması hızlanacak.
Batı’da kaygı yaratıyor
Bu ekonomik süreçlerin uzun dönemli siyasi sonuçlarının olması da kaçınılmaz. IMF’nin ve Dünya Bankası’nın gelişmekte olan ülkeleri etkileme güçlerini tamamen kaybetmeleri, ABD Doları’nın uluslararası rezerv para statüsünü kaybetmesi henüz ileri tarihlerin konjonktürlerine ait sorunlar. Bir Asya kalkınma bankasının oluşması da uzun bir zaman alacak gibi görünüyor. Bloklaşmaya doğru gitmeye çalışan BRICS grubunu oluşturan ülkelerin arasında ciddi ekonomik ve jeopolitik sorunlar var. Hindistan ve Çin bölgede, her ne kadar Çin çoktan öne geçmiş olsa bile iki rakip güç. Çin’in Hindistan’la ilişkilerini BRICS hedeflerine ve kendi liderlik arzularına uygun bir biçimde stabilize etmesi gerekiyor. Çin’in büyük mali gücü, Asya kalkınma bankasının başına oturma hayali, diğer BRICS grubu ülkelerini ve bölge ülkelerini kaygılandırıyor (The Economic Times 30/03). Afrika ülkeleri bu gelişmeleri izliyor, Çin’in tavrının Batı emperyalizminin yöntemlerinden ne kadar farklı olduğunu anlamaya çalışıyorlar.
BRICS grubu ülkelerinin, bu farklara, kendi aralarında yaşanan canlı rekabet süreçlerine karşın uluslararası jeopolitik alanında tek, esas olarak Batı karşıtı bir ses çıkarmayı başarması Batı’yı daha da kaygılandırıyor. Delhi deklarasyonu, BRICS grubunun, Suriye ve İran konusunda ABD ve Avrupa’nın askeri müdahale, rejim değişikliği projesine, İran’a yaptırımlar uygulanmasına kesinlikle karşı, sorunların, ulus devlet egemenliklerini kabul eden bir çerçevede ele alınmasından yana olduğunu ortaya koyuyor. Kısacası, BRICS grubu Birleşmiş Milletler’de, ABD ve Avrupa ekiyle, başka ülkelere askeri müdahaleye olanak sağlanması için yaratılan “R2P” (Koruma Sorumluluğu) doktrinine karşı olduğunu deklare ediyor. “R2P” hegemonyasını ekonomik üstünlük, kültürel cazibe ve siyasi liderlikle koruma kapasitesini kaybeden ABD’nin, giderek daha fazla askeri kapasitesine dayanma eğilimini gizleyen, müdahaleyi meşrulaştıran bir söylemin kurulmasına olanak veriyordu. ABD ve Batı’nın Delhi deklarasyonundan rahatsız olması boşuna değil.
Bu rahatsızlığı, ABD ve İngiliz basının BRICS’e ve Delhi zirvesine yaklaşımında, Batılı “uzmanların” Rusya ve Hindistan gazetelerinde yayımladıkları yorumlarda görmek olanaklı (örneğin, Aslund, Moscow Times, 27/03). BRICS’te, birçok gelişmekte olan ülkede zirve olumlu yünleri öne çıkarılarak, geleceğe ilişkin potansiyelleri vurgulanarak yorumlanırken, ABD ve İngiliz basını, ağız birliği etmişçesine BRICS grubunu önemsizleştirmeye, iç çelişkilerini vurgulamaya, imkânsız bir proje olarak sunmaya çabalıyordu.