TÜPRAŞ’ın özelleştirilmesi davasına bakan İdare Mahkemesi’nin, bir hafta kadar önce, “özelleştirmenin yürütülmesini durdurma” kararına, bu özelleştirmeye çeşitli nedenlere karşı çıkan çeşitli çevreler ve herhalde en çok da işçiler sevindi. İşçilerin sevinçlerini, kararı kutlayarak gösterdikleri çıktı basında. Elbette ki; bu trajik tablo daha önce diğer bazı özelleştirmelerde de yaşandı.
TÜPRAŞ’ın özelleştirilmesi davasına bakan İdare Mahkemesi’nin, bir hafta kadar önce, “özelleştirmenin yürütülmesini durdurma” kararına, bu özelleştirmeye çeşitli nedenlere karşı çıkan çeşitli çevreler ve herhalde en çok da işçiler sevindi. İşçilerin sevinçlerini, kararı kutlayarak gösterdikleri çıktı basında. Elbette ki; bu trajik tablo daha önce diğer bazı özelleştirmelerde de yaşandı.
Ama önceki gün bir başka İdare Mahkemesi, “yürütmeyi durdurma kararını durdurarak” bu sefer özelleştirme yanlılarına bayram ettirdi.
Olup bitenlere, özelleştirmeye karşı mücadelenin başında olması gereken sendikaların tutumuna bakılırsa; yaşanan trajik tablo normaldir. Çünkü özelleştirme, sendikalar tarafından, özelleştirmeyi yapmaya yönelen uluslararası ve yerli sermaye güçlerinin ciddiye aldığından daha az ciddiye alınmaktadır. İşçilerin dışında tutulduğu (mücadele ediyormuş gibi görünüp aslında mücadele etmemek) bir “mücadele” ile özelleştirmeyi önleyeceklerini sanmakta ya da öyle propaganda etmektedirler. Öyle olunca da, işçiler başta olmak üzere özelleştirmeye karşı olan güçler; Cumhurbaşkanı’nın “vetosu”na, mahkemelerin vereceği karara bakarak umutlanmakta ya da karamsarlığa sürüklenmektedir. Oysa belirleyici ve gerçek bir güce sahip olan işçilerdir; onların özelleştirmeye karşı nasıl ve ne ölçüde mücadele ettiğidir.
Son günlerde Haber-İş Sendikası’nın Telekom’un özelleştirilmesine karşı (Bakırköy Sümerbank’ın militanca, uzun ve kararlı ama lokal olma ve kalmanın sorunlarını yaşadığı mücadelesini bir yana bırakırsak) daha derli toplu bir karşı çıkışa hazırlandığı (‘Bugüne kadar neden bir şey yapılmadı’yı sorma hakkımızı saklı tutuyoruz) gözlenmektedir.
Bir yandan işkolundaki tüm işçilerin ortak eyleminin amaçlanmasının yanı sıra, işkolundaki 4 kamu emekçisi sendikayla işbirliği içinde gidilmesi düşünülen eylemler; eğer mücadele “içeriden” saptırılmazsa, özelleştirme mücadelesi için yeni bir çıkışa zemin olabilecek bir girişim olmaya adaydır. Dün Evrensel’’deki röportajında, Haber-İş İstanbul 1 No’lu Şube Başkanı Levent Dokuyucu, mücadele kararlılıklarını ifade ediyor. Dahası Dokuyucu, mücadelenin temelini de herkesi ikna edecek kadar geniş (Türkiye’nin bağımsızlığından ekonomik olarak özelleştirmenin Hazine’yi zarara sokacağına, özelleştirmenin tüm Telekom çalışanları gibi halkın da aleyhine olacağına kadar) bir çerçeve çiziyor. Ama burada, özellikle Haber-İş ve işkolundaki kamu emekçisi sendikaları bakımından 60 bin Telekom emekçisinin mücadeleye atılması belirleyici derecede önemli olacaktır. Telekom’un stratejik işkolu olarak etkisinin yanı sıra özelleştirme konusunda diğer sektörlerdeki hoşnutsuzluklar ile sınıfın, emekçilerin biriken sorunları düşünüldüğünde, elbette ki mücadele haber işkolundaki işçi ve memurlarla sınırlı kalmayacak gelişmelere yol açabilir. Ve ancak böyle olursa Telekom’un özelleştirilmesine karşı mücadelenin başarı şansının artacağı da ortadadır.
Peki bu saatten sonra Telekom işçileri ve kamu emekçileri özelleştirmeciler karşısında başarı kazanabilir mi?
Elbette kazanabilir. Çünkü içinden geçilen koşullarda böyle bir mücadele; eğer yeterince kararlı olunabilinir ve sürece katılabilecek destek güçlerin bir bölümü bile sürece katılabilirse, sadece Telekom’a göz dikenlerin hevesini kursağında bırakmaz, işçi sınıfı mücadelesini bir başka (daha ileri anlamında) platforma da taşıyabilir.