Ulusal bağımsızlığın ilk adımı 19 Mayıs'ta atıldığında amaç ülkenin kurtuluşuydu. Ancak, bu kurtuluş çok yönlüydü: Siyasal bağımsızlığın kazanılması; egemenliğin kaynağının halka indirilmesi; ekonomik bağımsızlık; eğitim, kültür ortamının çağdaşlaşması. Gerçek kurtuluş ve özgürleşme bunların birlikteliğiyle elde edilebilirdi.
Ulusal bağımsızlığın ilk adımı 19 Mayıs'ta atıldığında amaç ülkenin kurtuluşuydu. Ancak, bu kurtuluş çok yönlüydü: Siyasal bağımsızlığın kazanılması; egemenliğin kaynağının halka indirilmesi; ekonomik bağımsızlık; eğitim, kültür ortamının çağdaşlaşması. Gerçek kurtuluş ve özgürleşme bunların birlikteliğiyle elde edilebilirdi.
Bu noktalarda sağlanan kazanımların ne kadar parlak olduğu ayrıca tartışılır. Ancak, son haftalarda ekonomide yaşananlar, ulusal kurtuluştan olabildiğince bir uzaklaşma süreci yaşanmakta olduğunu kanıtlıyor; ekonomi hızla yabancılaşıyor.
Yaklaşık çeyrek yüzyıl boyunca ülkeyi yönetenler, ekonomiye yük oldukları savıyla KİT'lerden kurtulmayı ana politikaları yaptılar. Özelleştirme kutsallaştırıldı. Halkın malı olan, Cumhuriyetin kurtuluş sonrası oluşturduğu en değerli sanayi kuruluşları bir bir elden çıkarıldı; uygun deyimiyle yağmalandı; birçoğu da sudan ucuza satıldı. Giysi denilince akla gelen Sümerbank'tan kültürün hamuru olan kâğıda, Anadolu insanını kerpiçten kurtaran çimentodan çeliğe, kamu üretiminden elbirliğiyle kurtulduk(!), kurtulmaya çalışıyoruz(!).
Şimdilerde yeni kurtuluşlar yaşanıyor; özelleştirme doğal sonucuna uzanıyor; KİT'i satın diye hükümetleri baskı altında tutan yerli özel kesim üreticilerini, yabancı büyükler sıra ile yutuyor. KİT'i satın diye ortalığı ayağa kaldıran, IMF ve Dünya Bankası'nın Türkiye hükümetlerini sıkıştırmasını isteyecek kadar kendilerini kaybeden bizim özel girişimciler; bugün kendileri yabancı sermayeye teslim oluyor. Özel üretim birimleri de elden çıkarılıyor; KİT'i satın diyenler, kendileri satılıyor. Türkiye kaynaklı markalar, uluslararası ortaklıkların malı oluyor. Türkiye, kamu eliyle üretimden sonra özel üretimden de kurtuluyor(!).
Bununla da kalınmıyor; bir adım daha atılıyor; iletişim, bankacılık ve ticaret gibi, üretim zahmeti bulunmayan yüksek kazançlı işler de yabancılara sunuluyor. En büyük cep telefonu ortaklığı ve orta boy bankalar elden çıkarılıyor; sıra büyük satış mağazalarına geliyor. Önceleri mahallenin bakkalını, manavını yıkan yerli büyükler, yabancı büyükler tarafından tek tek teslim alınıyor; adeta yutuluyor.
Üretim yapısı taşeronlaşarak yıkıma sürüklenen Türkiye'nin iç pazarı da paylaşılıyor. Büyük kentlerin elektrikli satış panolarında yabancı marka giysiler, artık, ''über alles'' diye tanıtılıyor. Yaratıcılığın ve üretimin özgüveninin yerini, başkalarının yaptığına sarılarak aşağılanma alıyor.
Yabancılaşma, özellikle kapitalist üretim biçiminin doğum yıllarında ve daha sonra da 1900'lerin başında ve sonundaki köklü dönüşüm dönemlerinde tartışılan bir kavramdır. Bugünlerde yabancılaşma kavramının en ilginç bilinçsizliklerini sergileyen Türkiye, önce üretime yabancılaştı. Üretime yabancılaşınca, ticarete, iletişime, bankacılığa da yabancılaşıyor; bunları kaçınılmaz olarak, kültür, sanat ve dil konularında yabancılaşma izliyor. Ülke insanı, giderek ülkesinin taşına, toprağına, bunun da ötesinde kendine yabancılaşıyor.
Cumhuriyeti kuranlar, gerçek kurtuluşun, ekonomide, kültürde, sanatta, daha çok üretimle sağlanabileceğinin bilincindeydi. Şimdiki yöneticiler ve onların önde gelen büyük özel destekçileri yalnızca satıyor ve işin çok daha kötüsü, satarak, yabancıya pazarlayarak kurtulacağını sanıyor. Oysa deneyimler satarak kurtuluş olmadığını kanıtlıyor.