15-16 Haziran Büyük İşçi Direnişi’nin 35. yıldönümündeyiz. İşçi hareketinin, “tek tip sendika” dayatmasını, mücadele içinde örgütlenerek karşı koyuşla püskürtmesinin tüm milliyetlerden Türkiye işçi sınıfının mücadele tarihine, bizzat kendi eliyle yazmasının bu yıldönümü, hareketli bir döneme denk geliyor. O günkü saldırıyı, onbinler halinde sokaklara çıkarak ve sermayenin tüm güç ve kurumlarıyla, deyiş yerindeyse göğüs göğüse bir mücadeleyle püskürten işçi ve emekçiler bugün çok daha kapsamlı saldırılarla karşı karşıya.
15-16 Haziran Büyük İşçi Direnişi’nin 35. yıldönümündeyiz. İşçi hareketinin, “tek tip sendika” dayatmasını, mücadele içinde örgütlenerek karşı koyuşla püskürtmesinin tüm milliyetlerden Türkiye işçi sınıfının mücadele tarihine, bizzat kendi eliyle yazmasının bu yıldönümü, hareketli bir döneme denk geliyor. O günkü saldırıyı, onbinler halinde sokaklara çıkarak ve sermayenin tüm güç ve kurumlarıyla, deyiş yerindeyse göğüs göğüse bir mücadeleyle püskürten işçi ve emekçiler bugün çok daha kapsamlı saldırılarla karşı karşıya. Özelleştirme yolunda önemli mesafeler kat eden sermaye ve hükümeti, SEKA’dan sonra, Seydişehir Alüminyum, Ereğli Demir-Çelik, Türkiye Taş Kömürü İşletmeleri, TÜPRAŞ, TEKEL, Telekom işletmeleri başta olmak üzere geri kalanları da tasfiye etmek için hazırlıkları yoğunlaştırdı. Buna karşı, bu işletmelerin işçi ve emekçileri, bu işletmelerin kurulu oldukları kent ve yerleşim alanı emekçilerinin desteğini de alacak biçimde daha yaygın ve birleşik bir mücadeleyi gerçekleştirme yönünde çabalarını sürdürüyorlar. Saldırı hedefindeki işletmelerin işçi ve emekçileri, daha önceki olaylardan ve en yakın örnek olarak SEKA işçilerinin akıbetinden öğrendikleriyle, özelleştirme durumunda başlarına gelecekleri en azından tahmin ediyor, işsizliğe ve yoksulluğa daha fazla itilmemenin bugünkü ilk koşulunun işlerini ve kazanılmış haklarını korumak olduğunu biliyorlar. Bu da, farklı işletmelerin emekçilerinin, sendikaların yönetim kademelerini de zorlayarak işyerleriyle sınırlı kalmayacak daha yaygın bir direnişin örgütlenmesi için fiili çabalarını artırıcı bir rol oynuyor. Son günlerde gerek Evrensel üzerinden işçilerin birbirleriyle kurdukları ilişki gerekse bu mücadeleci ve örgütleyici tutumun da etkisiyle bazı sendika şubeleri ve merkezlerinin birlikte eylem için bir araya gelmeleri, uzunca sayılacak bir süredir gerçekleştirilemeyen birleşik emekçi eylemi ve direnişi için zemini güçlendirici bir işlev görmektedir. Sermaye ve hükümet saldırılarının tüm işçi ve emekçileri ve onların mücadeleyle bugüne kadar kazandıkları hakları hedeflediği; büyük sermayenin ve hükümetinin hedefine ulaşmak üzere işçi ve emekçileri bölücü entrikaları yoğunlaştırdığı bu dönemde, birleşik hareket ve mücadeleden başka kazandıracak bir yol ve araç bulunmuyor.
Diğer yandan gelişmeler, sınıf bilinçli ve ileri işçi ve emekçiyle işçilerin devrimci partisinin, ‘rutin olan’ı aşacak yoğunluk ve yaygınlıkta bir ajitasyon ve örgütleme çalışmasına girişmesini gerektiriyor. Saldırılara karşı birleşik-yaygın ve etkili bir mücadelenin örgütlenmesinin ya da örgütlenebilmesinin en önemli koşulu, bunun fabrika, işyerleri, sanayi siteleri ve organize sanayi bölgelerine dayalı olarak gerçekleştirilmesidir. Özelleştirme hedefindeki işletmelerin emekçilerine yönelen saldırının sermayenin uluslararası saldırılarının devamı olduğu, bunun tüm işçi ve emekçileri hedeflediği, etkisiz kılınmasının da ülke düzeyinde bir karşı koyuşu gerektirdiği anlaşıldığı; bunu başarmanın olanaklı olduğu kavrandığı oranda mesafe alınacak, mevzi kazanılacaktır. Bu, işçi ve emekçilerin sermayeden bağımsız örgütlenmeleri ve kapitalist parti fraksiyonlarına karşı kendi çıkarlarının ifadesi olmakla kalmayıp toplumsal kurtuluş yolunda daha ileri adım atmalarına da hizmet edecek bir tutum olacaktır. Devrim kitlelerin eseridir düsturu, kitlelerin her günkü talepleri etrafında örgütlenmesi ve bu talepler için sermaye ve her türden kurumu ve güçlerine karşı mücadeleye girişmesi olmaksızın, gerçekleşememektedir. İşçi sınıfı ve emekçilerin burjuvazi ve gericiliğe karşı mücadelede attıkları her ileri adım, kuşku yok onların kendi tarihlerinin ve deneyimlerinin üzerinde yükselmektedir. Bu deneyim ve mücadele, parti olarak örgütlenmeleri ve partilerinin sermaye ve kurumlarına karşı mücadelelerinde özel bir rol oynayabilmesinin de en önemli dayanağını oluşturmaktadır.
Seydişehir ve Erdemir işçileri, “vatan satıcılığı”na eşitledikleri özelleştirmelere karşı mücadelede, bugüne kadar olanlardan daha ileride bir direnişi geliştirme çabasındalar. Telekom emekçileri ülke düzeyinde eyleme hazırlanıyorlar. SEKA’nın “devri” ile işsiz kalan ya da geçici olarak asgari ücret üzerinden çalışmak zorunda bırakılan işçiler, gelin halimizi görün ve teslim olmayın diye çağrı çıkarmaktadırlar. Bu ve öteki bir dizi gelişme, işçi ve emekçilerin sınıf örgütlerine ve herkesten önce de devrimci sınıf partisine, atılacak adımların ne olması gerektiğini bir kez daha gösteriyor. (bu konuyu sürdüreceğiz)