Elektronik posta adresime geçen hafta A. Aydos imzasıyla ''Bir ERDEMİR Masalı'' başlıklı bir rapor ulaştı. Bir ERDEMİR emeklisi olduğunu açıklayan Sayın Aydos, kısa ancak çarpıcı çalışmasında, ERDEMİR işletmesinin sadece 2004 yılında 3.2 milyar dolar satış geliri ve 463 milyar dolar net kâr elde ettiğini ve kendisine bağlı dokuz yan kuruluşla birlikte 15 bin çalışanı olduğunu belirtiyor.
Elektronik posta adresime geçen hafta A. Aydos imzasıyla ''Bir ERDEMİR Masalı'' başlıklı bir rapor ulaştı. Bir ERDEMİR emeklisi olduğunu açıklayan Sayın Aydos, kısa ancak çarpıcı çalışmasında, ERDEMİR işletmesinin sadece 2004 yılında 3.2 milyar dolar satış geliri ve 463 milyar dolar net kâr elde ettiğini ve kendisine bağlı dokuz yan kuruluşla birlikte 15 bin çalışanı olduğunu belirtiyor. Aydos, ERDEMİR'de kamunun elinde bulunan toplam yüzde 49.93'lük hissesinin bir oldubittiye getirilerek blok satış yöntemiyle tek bir alıcıya (AB konusundaki destek sözüne güvenerek, tercihen Fransız-İspanyol şirketi Arcelor 'a) sadece 2-2.5 senelik toplam net kârına ancak ulaşan bir bedelle pazarlanıyor olmasına haklı olarak isyan ediyor ve bu satışın ekonomik-sosyal-siyasi hiçbir gerekçeye sığdırılamayacağını vurguluyor.
Geçen hafta özelleştirme gündemindeki bir diğer gelişmeyse Danıştay 13. Dairesi'nin TÜPRAŞ'ın özelleştirilmesine ilişkin kararıydı. Petrol-İş Sendikası TÜPRAŞ'ın mevcut yüzde 65.76 oranındaki kamu hisselerinin blok olarak satışının hukuk dışı olduğunu öne sürerek Ankara 10. İdare Mahkemesi'nde dava açmış ve yürütmenin durdurulmasını sağlamıştı. Danıştay, 23 Mayıs tarihli kararı ile Özelleştirme İdaresi Başkanlığı'nın temyiz gerekçesini haksız bularak yürütmeyi durdurma kararının iptalini uygun bulmadığını açıkladı. Söz konusu dava, yolsuzluklar ve hukuksuzluklar ile dolu TÜPRAŞ özelleştirme ''programı'' üzerine Petrol-İş'in açmış olduğu sekizinci dava idi.
TÜPRAŞ ve ERDEMİR, Türk sanayiinin iki öncü kuruluşu olarak, uluslararası tekellerin ve onunla çıkar birliği içinde bulunan yerli burjuvazinin iştahını kabartmaktadır. TÜPRAŞ'ın 2004 yılı satış geliri 16.1 milyar dolara, net kârıysa 491 milyon dolara ulaşmaktadır. TÜPRAŞ tek başına yıllık vergi gelirinin yüzde 20'sini karşılamakta ve Türkiye'de yaratılan toplam katma değerin tek başına yüzde 3.3'ünü üretmektedir.
ERDEMİR ve TÜPRAŞ'ın toplam satış bedellerinin yaklaşık 3.5-4 milyar dolar olacağı tahmin edilmektedir. Oysa, Türkiye kamu sektörü sadece 2004 yılında 45 milyar dolara yakın iç borç faiz ödemesi gerçekleştirmiş, 2005 yılı bütçesine de 40 milyar dolarlık faiz ödeneği koymuştur. Dolayısıyla kamu borç servisinin yükü, ERDEMİR ve TÜPRAŞ'ın satışından beklenen özelleştirme geliri yanında karşılaştırma götürmeyecek düzeydedir. Bunun ötesinde söz konusu özelleştirme gelirleri, özelleştirme işlemleri boyunca satın alınan danışmanlık hizmetleri, reklam ve duyuru giderleri gibi bir dizi masraf düşüldüğünde daha da güdükleşecek ve net düzeyi anlamını yitirecektir. Bu gerçeklere karşın Türkiye borç yükünü hafifletmek gerekçesiyle en değerli kamusal varlıklarını yerli ve uluslararası sermayeye yok pahasına pazarlamaya koşullandırılmaktadır.
Nitekim, örneğin IMF'ye sunulan 26 Nisan tarihli Niyet Mektubu 'nun 33. maddesi TÜPRAŞ, PETKİM, ERDEMİR ve Türk Telekom'un yıl içinde özelleştirileceğini taahhüt etmekte ve yıl sonu özelleştirme gelirlerinin asgari 1.5 milyar dolar olacağını ''gösterge niteliğinde hedef'' olarak duyurmaktadır.
Sermaye kesiminin sözcüleri IMF'nin aslında ''Türkiye tarafından davet edildiğini'' ve ''Türkiye'nin uluslararası rekabet gücünü arttıracak ve borçlarını hafifletecek'' reformları uygulayabilmek için ''yardımcı'' olduğunu savlamaktadır. Gerçekten öyle midir? Lütfen ekonomik verilerin ve siyasi gerçeklerin ışığında ciddi olarak düşünelim. Söz konusu olan Türkiye'nin sanayileşmesi ve geleceğidir.