2821 ve 2822 sayılı sendikal yasaları birleştiren ve bazı değişiklikler öngören Toplu İş İlişkileri Kanunu taslağı aylardır hükümet tarafından Meclise gönderilemiyor. Oysa tasarı, Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanlığı ile Türk-İş, Hak-İş ve TİSK arasında varılan bir uzlaşmayla hazırlanmıştı. Tasarının yetersiz ve ILO normlarına aykırı olduğunu belirten DİSK ise hazırlık çalışmalarından çekilmişti.
Daha önce de yazdığım gibi taslak 2822’de var olan ve ILO normlarıyla çelişen pek çok düzenlemeyi koruyor. Taslakta minimum düzenlemelerle yetinilmiş ve toplu iş sözleşmesi ve greve ilişkin olarak mevcut yaklaşım (2822) korunmuş durumda. Taslak ile işkolu barajı yüzde 10’dan binde 5’e, işkollarının sayısı 28’den 18’e indiriliyor. İşyeri barajı yüzde 50 olarak korunurken işletme barajı yüzde 40’a çekiliyor. Ancak mevcut yasada var olan yetki tespit ve itiraz süreci büyük ölçüde korunuyor. Mevcut yetki-tespit ve itiraz süreci sendikal örgütlenmenin önündeki en önemli engeldir. Taslak grev hakkına yönelik sınırlamaları da büyük ölçüde koruyor, hükümetin grev erteleme yetkisinde herhangi bir değişiklik yapmıyor.
İşte bu taslak aylardır hükümet tarafından Meclise sevk edilemiyor. Yanlış anlaşılmasın; hükümet taslağı eksik ve yetersiz bulduğu için yollamıyor değil. Tersine taslağı fazla buluyorlar. Taslak işverenleri zorlarmış, onları üzermiş. Taslak Bakanlar Kurulu’nda işverenlerin üzülmesine dayanamayan “hisli” bakanlara, Başbakan Yardımcısı Ali Babacan, Maliye Bakanı Mehmet Şimşek ve Ekonomi Bakanı Zafer Çağlayan’a takılmış.
Vatan’dan Gülümhan Gülten’in haberine göre ekonomiden sorumlu bakanlar “2012’nin zor bir yıl olacağı, böyle bir dönemde bir de sendikalar yasasıyla işçi örgütlerinin güçlendirilmesi ve toplu sözleşme haklarının artırılmasının doğru olmadığı, böyle bir dönemde işverenin daha fazla sorun yaşamasına neden olacağı ve işçilik maliyetlerini yükseltmenin yanlış olacağı” tezleriyle yasaya karşı çıkıyormuş (7 Ocak 2012). Kuşkusuz taslak sadece ekonomi bakanlarına takılmış olamaz. Başbakan Erdoğan’ın da taslağa vize vermediği anlaşılıyor. Ekonomi bakanlarının Başbakan’a rağmen ayak diremesi mümkün değil elbette.
Ekonomi bakanların sermaye çevrelerinin görüşlerini dile getirdiğine şüphe yok. Nitekim sermayedar örgütleri TUSKON, TOBB, MÜSİAD, TÜSİAD ve TİSK yasa taslağına karşı bayrak açmış durumda. Bakanlarla toplantı yapan işveren örgütlerinin şikayetlerinin Başbakan Erdoğan’a da iletildiği bildiriliyor (Dünya, 9 Ocak 2012).
Çalışma Bakanı Faruk Çelik, bu yetersiz ve ILO standartlarını karşılamayan yasayı bile kabineden geçiremiyormuş. Daha da tuhafı Vatan’ın haberine göre Aile ve Sosyal Politikalar Bakanı Fatma Şahin de ekonomi bakanlarının muhalefetine destek verip, tasarıya karşı çıkıyormuş. Bakan Şahin’in resmi ve özel web sitesinde ve twit’leri arasında bu bilgiyi yalanladığına dair bir açıklama göremedik.
Adında sosyal politika olan bir bakanlığın başındaki kişi sendikal özgürlüklere ve ILO normlarına karşı! Böyle garabet görülmüş şey midir? Sosyal politikalar bakanının sosyal politikanın ne olduğundan haberi yok anlaşılan. Belki de bakanın CV’sine bakmak bir fikir verebilir. “Sayın Bakan” okulunu bitirdikten hemen sonra Sanko Holding’e girmiş ve 18 yıl boyunca Sanko’da üst düzey yönetiminde bulunmuş. Sendikal haklara karşı çıkıp işverenlerin görüşlerini savunmasının nedeni bu olabilir mi? Merak ettik.
Sermaye örgütleri ve onların bakanlar kurulundaki sözcüleri asgari ILO normlarını karşılamaktan uzak, sınırlı bir sendikal yasa değişikliğine bile geçit vermiyor. Yoksa bu yetersiz değişiklikleri yapmak için sendikalardan ve işçilerden başka tavizler mi istiyorlar? Malum, Ocak ayı sonuna kadar işkolu barajını düşüren yasal düzenleme yapılmazsa sendikaların ezici çoğunluğu yetkisizlik tehlikesiyle yüz yüze. Araya esneklik, kiralık işçilik ve kıdem tazminatını da katıp paçal mı yapmaya çalışıyorlar? Yakında anlaşılır.
Bunu da gördük, bu da oldu: “Sosyal politika” sosyal politikaya karşı! Sosyal politika bakanı sendikal haklara ve ILO normlarına karşı. Sen nelere kadirsin “ileri demokrasi”!