Evle iş arasında yaşadığımız çelişki, patronların işine geliyor. Bir yandan “Çocuk yapın, hastaya, yaşlıya siz bakın, kutsal aile bunu gerektirir” diyorlar. Diğer yandan üç kuruşa çalışın diyorlar. Bu zincir boğazımızı giderek daha fazla sıkarken Sendikal Güç Birliği Platformu Kadın Koordinasyonu, işçi kadınların sorunlarının ancak daha örgütlü olarak çözülebileceğini söylüyor.
Evle iş arasında yaşadığımız o muazzam çelişki, patronların işine geliyor. Bir yandan “Çocuk yapın, hastaya, yaşlıya siz bakın, kutsal aile bunu gerektirir” diyorlar. Bir yandan eğitimde, sağlıkta, sosyal güvenlikte yaşanan dönüşüm hayatımızı daha da zorlaştırıyor, çalışmaya, para kazanmaya daha çok ihtiyaç duyuyoruz. Ama ne evde bize biçilen rolleri bir kenara bırakabiliyoruz, ne de doğru düzgün bir iş bulabiliyoruz. Hükümet ise son dönemde daha sık “Kadın istihdamını artıracağız” demeye başladı.
Bütün bunlar bir zincirin halkası gibi. Hem eve kapanmaya zorlanan hem de üretimin bir parçası olması istenen kadınlar için, hükümetin söz ettiği istihdamın güvencesiz, düşük ücretli ve esnek bir çalışma anlamına geldiğini biliyoruz. Bu zincir boğazımızı giderek daha fazla sıkarken Sendikal Güç Birliği Platformu Kadın Koordinasyonu, işçi kadınların sorunlarının ancak daha örgütlü olarak çözülebileceğini söylüyor. 8 Martın da tam da bu nedenle bir kutlama değil bir mücadele günü olduğunu, “güvenceli ve sendikalı bir iş, şiddetsiz bir yaşam” talebinin giderek daha çok kadının talebi olduğunu ifade ediyor. Sendikal Güç Birliği Kadın Koordinasyonundan kadınlarla bizi sıkan zinciri ve bu zinciri kırmak için sendikalara düşen görevleri konuştuk.
8 Marta doğru giderken genel bir tablo çizmek istersek, işçi kadınların bugünkü durumuna ilişkin ne söylersiniz?
Rabia Özkaraca (Tez Koop-İş): İşçi sınıfı gerçekten eziliyor, sömürülüyor ama kadın işçiler daha çok ezilen, sömürülen ve daha zor koşullarda yaşayan konumda. Örneğin kadınların işsizlik oranı erkeklere göre daha yüksek, yüzde 30 civarında. AKP iktidarında kadınlar daha fazla şiddet görmeye, işyerlerinde daha fazla taciz yaşamaya ve hor görülmeye başladılar. Bir taraftan üç çocuk yapma baskısıyla karşı karşıyayız ve bu çocukları nasıl büyüteceğimizle, nasıl okutacağımızla, geçimini nasıl sağlayacağımızla ilgileniyoruz. Giderek daha çok yoksullaştığımız ve şiddete maruz bırakıldığımız bir dönemde ne yazık ki bu sorunları 8 Mart haftası dışında tartışamıyoruz. Neden? Çünkü hükümetin yarattığı bir algı var; kadın sorunu kadın sorunu olmaktan çıktı, aile sorunu olarak tartışılır hale geldi. Kadınlar kimliklerinden yalıtıldı. Toplumda da bu şekilde tartışılmaya başlanınca, “hayır” diyen kadınların bu tartışmayı başka bir boyuta götürmesi giderek zorlaşıyor.
2011 8 Martından 2012 8 Martına işçi kadınların derinleşen sorunları açısından neler dersiniz?
Necla Akgökçe (Petrol-İş): Öncelikle kadın yoksulluğu derinleşti. Bu sadece bizim ülkemizde değil genel olarak küresel kapitalizm çağında tüm dünyada neoliberal politikanın uygulanmaya başlandığı andan itibaren kadınlar giderek daha fazla yoksullaşmaya başladılar. Batıya baktığımız zaman yarı zamanlı işlerin yüzde 70’i kadınlar tarafından yapılıyor. Bizim ülkemizde ulusal istihdam stratejisine baktığımızda esnek, yarı zamanlı, geçici işlerin “Kadın istihdamını arttırıyoruz” söylemiyle kadınlara dayatılmasını görüyoruz. Bu aynı zamanda ülkede gelişen muhafazakar atmosferle de uygunluk teşkil eden bir strateji.
Nasıl?
Necla Akgökçe: Kadınlar bir yandan üç çocuğa, hasta ve yaşlılarına bakacak, evinin kadını olacak, yarı zamanlı işlerde çalışacak. Bu atmosfer, kadını bir taraftan eve kapattığı gibi diğer taraftan güvencesiz ve ucuzun da ucuzu iş gücü haline getiriyor. Sosyal güvencesi olan işleri de ortadan kaldırarak kadın erkeğe daha bağımlı hale getiriliyor. Bunların tümünün bir strateji olduğunu düşünüyorum. Bir yanda çalışma hayatı yeniden düzenleniyor ve bu düzenlemede kadınlara bir rol biçiliyor, buna uygun olarak da ideolojik ve politik söylemler ortaya konuyor. Hepsi birbirini tamamlıyor yani. Hepsi küresel kapitalizmin şu anda ihtiyaç duyduğu maddi iş gücü talebine yönelik olarak yapılan dönüşümler. Türkiye gibi erkek egemenliğinin etkin olduğu bu ülkede bu durum pek çok insan tarafından hoş da karşılanıyor. Hem evde çocuğuna bakar hem de yarım zamanlı bir işte çalışarak eve “Katkı sunar”. Erkeklerin çalışması temel çalışma olarak kabul ediliyor. Bunu da her türlü ideolojik argümanla olağanlaştırıyorlar. Televizyonlarda bir sürü evlilik programları, evlilik siteleri, evlilik fuarları var, sürekli bir aile kurma atmosferi oluşturulmaya çalışılıyor. Tüm bunlar muhafazakar atmosfer ile kapitalizmin ucuz işçi gücü talebinin örtüştüğü şeyler.
Eylem Enül (Hava-İş): Kadınlar iki arada bırakılıyor, bir yandan çalışacaksın, bir yandan çocuğuna bakacaksın. Maddi gücü giderek zayıflayan ve iş gücü piyasasına girmek zorunda kalanlar “Çocuğum ne olacak” diye düşünüyor. Türkiye’de bu sorunun cevabını verebilecek bir sistem yok. Üstüne bir de ha bire “Üç çocuk doğurun”… Kadınlara kreş imkanı sağlamıyorsun, kadınlar yeterli düzeyde ücret alamıyor, çocuğuna bakmak için eve dönen kadınların sayısı artıyor. Ne oluyor evden çalışma, uzaktan çalışma, parça başı çalışma bir zorunluluk haline geliyor.
Burada da “güvence” meselesi devreye giriyor. Kadınlar bu tür işleri yaparken kendi sağlık ve sosyal güvencelerini sağlayamıyorlar...
Eylem Enül: Evet. Bir kere kocaya daha bağımlı kılınıyor kadınlar. İşçi kadınlar geçmişte olduğundan daha büyük zorluklarla karşı karşıya bu yüzden. Örneğin dul ya da boşanmış kadınlar güvenceleri olmadığı için formalite de olsa evlenmek zorunda kalabiliyor. Eğer evliyse ve eşinin de sosyal güvencesi yoksa formaliteden boşanıp babasının güvencesinden faydalanıyor.
Bu aslında hükümetin çok üzerinde durduğu “ailenin kutsallığı” masalını bozan bir şey değil mi sizce?
Neslihan Taşoluk (Tek Gıda-İş): Bir algılar var, bir de gerçekler. AKP iktidarı öyle algılar yaratıyor ki halk bir süre sonra onu gerçekmiş gibi algılıyor. Aile kutsal derken yaptıkları bu örneğin. Haklarımız teker teker elimizden alınıyor. “Kimse hastane kapılarında beklemeyecek, ilaç ve muayene parasız olacak” dendi, şimdi bir tek ilaca dünyanın parasını ödüyoruz, neden, çünkü muayene ve katkı parasını hastanede ödemiyoruz, eczanede ödüyoruz. Eğitimde yine aynı biçimde katkı payları ödüyoruz. Bunun da ceremesini en çok kadınlar çekiyor.
YASAYI UYGULAMIYORLAR PROTOKOL İMZALIYORLAR
Aile ve Sosyal Politikalar Bakanlığı ile Bilim, Sanayi ve Teknoloji Bakanlığı ortaklığında imzalanan Kadın İstihdamının Artırılması Protokolü’yle organize sanayi bölgelerinde (OSB) kreşler açılacak. Protokolün öncelikle çocuklu kadın çalışan sayısının yoğun olduğu tekstil ve hazır giyim gibi sanayi bölgelerinde hayata geçirileceği belirtiliyor. Nasıl yorumluyorsunuz bunu?
Rabia Özkaraca: Kadın zaman zaman ucuz iş gücü olarak istihdama çekilebilecek, istendiği zaman hemen işten çıkarılabilecek emek olarak görüldü. Şimdi rekabetin kızıştığı ortamlarda ucuz iş gücü olarak kadın emeğine ciddi anlamda ihtiyaç duyuluyor. Kriz dönemlerinde daha esnek işlerde, daha pratik işlerde kadınlara daha çok ihtiyaç duyuluyor. Ancak kadınlar iş piyasasına girdiklerinde çocuk bakımının ciddi sorun olarak sermayenin karşısına çıktığını görüyoruz. Devlet de sermaye lehine bu sorunu çözmek için adımlar atıyor, ancak bu ne işçi kadınların çocuk bakım yükünü azaltmak için ne de gerçekten çocukların iyi bir eğitim alması için yapılmıyor. Bu süreç, ucuz kadın emeğine ihtiyaç duyulan bir süreç. Kriz dönemi bittiğinde de ilk işten çıkarılanlar ve hakları ellerinden alınanlar kadınlar olacak. Yoksa en az 100 kadın işçinin çalıştığı yerde kreş açma zorunluluğu var zaten patronların. Bu zamana kadar bu yasal süreci hatırlamayıp, bunun denetimini yapmayıp ardından da “Protokol imzaladık, kreş açacağız” demesi de bir gösteri oluyor.
SENDİKALAR KADIN İŞÇİLERİN FARKINDA MI?
Kadın işçilerin kriz dönemlerinde erkek işçilere bir tehdit, sermayenin krizine de bir yara bandı olarak görülüyor ve kullanılıyor olmasından sendikaların çıkarması gereken sonuçlar yok mu? Sendikalar kadın işçileri örgütlemek için yeterli adım atıyorlar mı?
Necla Akgökçe: Hayır çok yeterli adımlar atmıyorlar. Türk-İş ve DİSK içerisinde hâlâ bir kadın yapısı yok, kadınların oluşturmaya çalıştığı koordinasyonlar var. Bu kadın yapıları ihtiyacı hiçbir biçimde programlara, tüzüğe yansımıyor. Sendikalar da her zaman erkek işçiyi tek özne olarak gördüler. Eğer sendikalar kadın işçiyi de kendi üyeleri olarak görseler, kadın işçiyi farklılıkları olan bir özne olarak adlandırsalar işyerlerinde özel bir takım çalışmalar yapmaları gerekir. Genel tablo bu; kadını görmezden gelme.
Sendikal Güç Birliği Platformu bu açıdan bir farklılık sergileme iddiasında mı peki?
Necla Akgökçe: Sendikal Güç Birliğinin yeni bir sendikacılık yapma hedefi var, bu hedef şimdiye kadar ihmal edilmiş genç ve kadın işçilerin taleplerini göz önüne alarak, bu talepler için politikalar üretmek. Sendikal Güç Birliği Kadın Koordinasyonu da bu ihtiyaçtan doğdu. Bu bizim keşfettiğimiz bir şey değil, batıda sendikal konfederasyonlarda, özellikle imalat sektöründe örgütlü olanlarda özgül kadın yapıları olduğunu görüyoruz. ‘90’larda ve 2000’lerde bırakılmış “kota” tartışmaları yeniden gündeme geliyor. Bu gelişmeleri takip etmek ve buradan sonuçlar çıkarmak gerekiyor.
Sendikal Güç Birliği Platformu içinde kadın işçilere ulaşmak için yeterli çaba sarf ediliyor mu sizce?
Rabia Özkaraca: Mücadele bir erkek işi olarak görülüyor. Bizim sendikaların genel kurullarında vitrin için, yazman olarak iki tane kadın oturtulur divana. Yönetim ve denetim kurullarında, asli ve karar veren organlarda ise kadınlara yer yoktur. “Senin zaten bir sürü işin var, çocuğun da var” diyerek sanki pozitif ayrımcılık yapılıyormuş gibi görev verilmiyor kadınlara. Başkanlarımız ve yöneticilerimiz de erkek olunca “kadın sorunu” denildiğinde ciddiye alınmıyor. Bir de erkekler bir kadın tarafından yönetilmeyi kabullenemiyor. Bunları kırmak zorundayız. Kadını ikinci plana iten ve muhafazakar bir toplum yaratmak için dini-sosyolojik-ekonomik bütün motifleri kullanan bir iktidar varken bu sorunun daha profesyonelce ve inatla gündeme getirilmesi gerektiğini düşünüyorum. Bunun için de profesyonel kadrolar oluşturulmalı. Kadın işçiler mücadelede öne çıkmadığı takdirde sendikalar toparlanamaz.
Batıda ulaşım sektöründe örgütlü ITF adlı sendikanın kampanalarında “Güçlü sendikaların kadınlara ihtiyacı vardır” sloganı kullanılıyor. Bu önemli bir slogan. Biz de inatla bunu söylemeli ve gereğini yerine getirmeliyiz. Bu zamana kadar Sendikal Güç Birliği içinde kadın koordinasyonunun önü hep açıldı. Bu ilk kez oluyor. Bize ne zaman “dur” denilecek onu bilmiyoruz doğrusu. Ancak çok şey yapmak istiyoruz; kadın işçilerle tartışmak, kadınların sorunlarını dinlemek, kadınların temsilcisinin seçilmesi, konferanslarının oluşturulması ve hem sermayenin hem de hükümetin antikadın politikalarına karşı kadınların birliğini savunarak bir şeyler yapmak istiyoruz.
GÜVENCELİ VE SENDİKALI BİR İŞ ŞİDDETSİZ BİR YAŞAM
Sendikal Güç Birliği Kadın Koordinasyonu’nun talepleri şöyle:
• Kamuya ait, ücretsiz olarak yararlanacağımız ve kaliteli hizmet sunan kreşler, yaşlı ve hastalar için gündüz bakımevleri istiyoruz.
• Çalışma yaşamındaki kadın erkek ayrımının ortadan kaldırılmasını ve eş değerde işe eşit ücret istiyoruz.
• Örgütlenme hakkımızın güvence altına alınmasını istiyoruz. Sendikal yaşama yönelik kısıtlamaların, örgütlenme önündeki engellerin ve grev yasaklarının kaldırılmasını talep ediyoruz.
• Kamusal mekanların toplumsal cinsiyetin etkisi gözetilerek düzenlenmesini talep ediyoruz (ulaşım, aydınlatma vb.).
• Hem evde, hem işte çalışıyoruz. Erken emeklilik istiyoruz.
• Esnek, güvencesiz, düşük ücretle çalışmak istemiyoruz.
• Şiddetten, tacizden, mobbingden arındırılmış işyerleri istiyoruz.
• 8 Martın resmi tatil olmasını istiyoruz.
• Sendikalarda kadın yapıları kurulmasını istiyoruz.
• Sendikalarda her düzeyde daha fazla kadın temsili istiyoruz.
• Sendikaların karar alma mekanizmalarında, yönetimlerde daha fazla kadın görmek istiyoruz.