Dün 1 Mayıs, dünyanın pek çok ülkesinde ve Türkiye’de coşkulu ve önceki yıllara göre daha kitlesel gösterilerle kutlandı.
Türkiye’de daha önce kutlanmayan ya da basın açıklaması türünden kutlamalar yapılan pek çok merkezde, özellikle bölge illerinde 1 Mayıs kalabalık katılımlı mitinglerle kutlandı.
Bu yazı yazıldığında kutlamaların bir bölümü henüz yapılmamıştı. Ama pek çok merkezde yapılan mitinglerin, bu yıl önceki yıllardan farklı olarak daha kitlesel, emekçilerin çeşitli kesimlerinin katıldığı ve kendi taleplerini öne çıkardıkları kutlamalar olması, her halde 2012 1 Mayıs’ının bir özgünlüğü olarak görülebilir.
Gazeteciler, tiyatro sanatçıları başta olmak üzere değişik sanat dallarından pek çok sanatçı, kentsel dönüşüm mağduru kent yoksulları, çok ağır koşullarda çalışmaya zorlanan sendikalaşma mücadelesi içindeki örgütsüz işçiler, taşeron işçileri, Kürt siyasi güçleri, Alevi örgütleri gibi her biri sadece kendi sorunlarıyla baş başa kalmış emekçi çevreler, 1 Mayıs vesilesiyle açılan işçi sınıfının birlik, dayanışma ve mücadele bayrağı altında birbirlerinden güç almaya, bir birleriyle dayanışmaya koştular. Ve gördüler ki, sadece kendileri değil, 1 Mayıs’ta alanlara çıkan binler, on binler, yüz binler halindeki pek çok meslek ve çevreden emekçi, kendileri gibi sistem tarafından ezilmekte, sömürülmekte, envai çeşit baskılarla sindirilmek istenmektedir. En önemlisi de bu kitleler, boyun eğmek istememekte, taleplerini haykırmaktadır.
Taleplerini haykırmanın anlamı da Brecht’’in ağzından o ünlü şiirinde, hayatın sırrına vakıf olmuş işçisine benzeterek sorarsak; “Bilinçli işçi (*) bu tablodan ne anlayacaktır?”
“İş cinayetlerinin durdurulması’nı isteyen de,‘Taşeronlaştırmaya son verilsin’ diyen de, ‘Demokrasi istiyoruz, özgürlük istiyoruz’ diye slogan atan da, ‘Evimizi yıktırmayacağız’ diye feryat eden de, ‘Kadınların istismarına iki kat sömürülmesine hayır’ diyen de ‘Güvenli bir gelecek istiyoruz’ diye her bir 1 Mayıs’ta alanları dolduranlar da ‘Barış ve halkların kardeşliği için alanlardayız’ diyen de, ‘Basın ve halkın haber alma özgürlüğünü’ savunalar da, ‘Sanatıma dokunma’ diye haykıran da, ‘Bilim özgürlüğü’ talebinde ısrar edenler de ‘Savaşa hayır barış istiyoruz’ diyen de, ‘Toprağıma suyuma sahip çıkıyorum. Altın değil zeytin istiyorum!’ diyen de, “Allah, ekmek özgürlük’ diye ilk 1 Mayıs’larına gelenler de derdini hükümete anlatmak, çözümü ondan beklemek için alana çıkmıyorlar. Böyle olsa hükümet binalarının önüne giderlerdi. Tersine bunlar, bilincinde olsun olmasın, sorunlarını bana söylemek, benim bu sorunların çözümünde onlara destek olmamı, onların sorunlarını kendi sorunum olarak görüp bu sorunların çözümü için mücadeleyi örgütlememi istedikleri için bu alana gelmişlerdir. Benim açtığım 1 Mayıs bayrağının, birlik, mücadele ve dayanışma bayrağının altında dertlerine çare bulacaklarını ummaktadırlar” diye düşünecektir, “bilinçli işçi”!
Ama burada kalmaz“bilinçli işçi”, bir adım daha atarak, bu her biri kendi talebini, kendi sloganını haykıran, diğerinin ne talebi var bunu da, henüz çok umursamayan farklı kesimleri, ortak talepler, tüm diğer taleplerin de çözüleceği talep etrafında birleştirme, onları ortak bir mücadele için çekme görevini çıkaracaktır kendisine.
Ve bu görev de ona, bütün bir emek mücadelesini, özgürlük ve demokrasi mücadelesini örgütlemek için harekete geçmeyi, 1 Mayıs alanına kadar uyanış içindeki bu toplumsal kesimlerin taleplerinin varıp dayandığı ortak noktayı gösterip birlikte mücadele etmelerine “ikna etme”yi yükler. Ve elbette; önümüzdeki 1 Mayıs’ları da bu görevine uygun bir biçimde örgütlemeyi öğretir ona.
Aksi halde 1 Mayıs’lar, bol sloganlı, bol pankartlı, görkemli, coşkulu ama amaca hizmet etmeyen gösteriler olarak kalırlar.
“Bilinçli işçi”ye bu rolünü hatırlattığı için manşetimizde, bu 1 Mayıs alanlarında “başrolün dayanışmada” olduğuna dikkat çektik.
(*) Burada “bilinçli işçi”den kasıt elbette Brecht’in sözünü ettiği “partili işçi”den biraz daha geniş, bugün mücadelenin önünde yer alan kesimden, 1 Mayıs’ı örgütleyen ve çoğunluğu da sendikalarda da örgütlü kesiminden söz ediyoruz.