Sendikamız Genel Başkanı Mustafa Öztaşkın, Kocaeli Üniversitesi Çalışma Ekonomisi ve Endüstri İlişkileri Bölümü Başkanlığı'nın davetlisi olarak üniversitede katıldığı derslerde, öğrencilere, İşçilerin Uluslararası Birlik Mücadele ve Dayanışma Günü 1 Mayıs'ın anlamını, önemini, dünyadaki ve Türkiye'deki üretim sürecindeki değişim ve dönüşümleri, Türkiye sendikal hareketiyle ilgili gelişmeleri anlattı.
Öztaşkın, üniversitede önce Genç Düşünceler Forumu'nun düzenlediği derse katıldı. Kocaeli Üniversitesi Çalışma Ekonomisi ve Endüstri İlişkileri Bölüm Başkanı Prof. Dr. Ahmet Selamoğlu, Öztaşkın ile öğrencileri tanıştırıp kısa bir sunum yaptıktan sonra dersi Öztaşkın'a bıraktı. Kocaeli Şube Başkanımız Salih Akduman da Genel Başkanımıza eşlik etti. Her bölümden öğrencinin katıldığı ilk derste Öztaşkın, sendikacılık yaşamını özetledikten sonra sendikaların görev ve misyonlarını anlattı. Sendikaların, üyelerinin hak ve çıkarlarını koruyan, sömürüye karşı çıkan, sömürünün ortadan kaldırılmasına çaba gösteren örgütler olduğunu belirten Öztaşkın, sendikaların siyasete müdahil olmaları ve siyaseti yönlendirmeleri gerektiğini kaydetti. Sömürü düzenini ise ancak siyasi partilerin değiştirebileceğini belirten Öztaşkın, sendika-siyaset ilişkisinin de nasıl olması gerektiğini şöyle anlattı:
Sendika-siyaset ilişkisi
“Sendika yöneticileri siyasi partilere karşı sendikalarının örgütsel bağımsızlığını korumak ve siyasi partilere eşit mesafede olmak durumundadırlar. Bir sendikacı siyasi görüşünü asla sendikanın önüne geçirmemelidir. Sendikalar ile siyasi partiler arasındaki mesafeyi belirleyen ise siyasi partilerin emeğe yaklaşımıdır. Sendikalar, hükümetlerin icratlarını, emeğe yönelik politikalarına göre değerlendirirler. Eğer emeğe yönelik politikalar olumlu ise icraatlar desteklenir, olumsuz ise eleştirilir, muhalefet edilir.”
Sendikaların uzlaşı kültürünün bilincinde olduklarını ancak siyasi iktidarların, işçilerin, emekçilerin, toplumun haklarını geri almaya yönelik icraatları olduğunda sendikaların da siyasi iktidarlara karşı muhalefet ederek, bu hakları koruma görevlerinin olduğunu belirten Öztaşkın şöyle devam etti:
“Ülkemizde özellikle sosyol güvenlik sisteminde hak kayıplarının olduğu yeni düzenlemelere, emeklilik yaşının yükseltilmesine karşı sendikalar muhalefet etti. Bu dönemde de kıdem tazminatının kaldırılması ve Ulusal İstihdam Stratejisi ile bir çok hak kaybı gündemde. Sendikaların görevi bu saldırılara karşı durmak ve mücadele etmektir. Sendikalar bu mücadeleyi demokratik kurallar çerçevesinde yaparlar. Sendikalar demokrasinin mihenk taşıdır.”
İstihdam ucuz işgücü üzerine kurgulandı
Konuşmasında Türkiye'deki ekonomik sistemi de değerlendiren Öztaşkın, Türkiye ekonomisinde istihdamın ucuz işgücü üzerine kurgulandığını, bunun temelinin de 24 Ocak 1980 kararlarıyla atıldığını, 12 Eylül askeri darbesi döneminde çıkarılan yasalarla da bu sistemin uygulandığını söyledi. Dünyada artık üretim ve pazarlamanın küresel düzeyde yapıldığını, bu rekabet ortamında aslan payını hammaddeye, bilgiye, teknolojiye sahip ülkelerin ve çok uluslu şirketlerin aldığını belirten Öztaşkın, Türkiye gibi ülkelere de bu küresel ekonomik üretim sisteminde ucuz işgücü rolünün verildiğini söyledi. Ucuz işgücünün olabilmesi için de üç temel bileşenin olması gerektiğini ifade eden Öztaşkın şöyle devam etti:
“Bunlardan biri işgücünün güvencesiz olması, ikincisi kuralsız olması, üçüncüsü de örgütsüz olmasıdır. Ülkemizde işgücü güvencesizdir. Yasalarımıza göre ancak 30'dan fazla işçi çalıştıran firmalarda işten çıkarıldığında yargıya başvurulabilir. Ancak yargı haksız yere işten çıkarıldığınıza hükmetse dahi işe dönemezsiniz. Ancak 4 ile 8 maaş tutarında ek tazminat alabilirsiniz. İşveren de sizi işe geri döndürmez; dolayısıyla sizin işiniz işverenin iki dudağı arasındadır. Sosyal anlamda güvencenin en büyük korunağı sosyal devlettir. Ama sosyal devlet de tasfiye edilmektedir. Emekli olabilmek için 65 yaş zorunluluğu, kayıtdışı çalışma da güvencesiz istihdamdır.”
Esnek çalışma modelleri getirilmek isteniyor
Türkiye'de mevcut iş yasalarına göre haftalık çalışma saatinin 45 saat olduğunu ancak bu kurala uyulmadığını ve haftalık çalışma saatlerinin 52-53 saate çıktığını belirten Öztaşkın, “İş saatleri çok uzadı. 8 saatten bir günde 3 vardiya çalışan işyerlerinde vardiya saatleri 12'ye çıkarak, iki vardiyaya indi. Ancak 12 saat çalışmaya karşın işçilere fazla mesai ödenmiyor. Reel ücretler düştü. Ulusal İstihdam Stratejisi ile getirilmek istenen sistemde asgari ücret daha da düşürülecek, esnek çalışma modelleri getirilecek. İş paylaşımı ve esnek zaman modeli getirilmek istenen iki yeni model. Bu modellere göre haftalık çalışma saatini 45 saate denk getirecek şekilde işveren ayarlayabilecek” dedi.
Güvencesiz ve kuralsız istihdamın önündeki en büyük engelin ise örgütlenme ve sendikalar olduğunu belirten Öztaşkın, 1980 sonrasında küresel ekonomik sisteme parelel olarak sendikaların inanılmaz baskılarla karşı karşıya kaldıklarını, küçültülmeye, itibarsızlaştırmaya çalışıldığını söyledi. Öztaşkın şöyle devam etti:
“ 1980'de Türkiye'nin nüfusu 44 milyon iken sendikalı işçi sayısı 2.5 milyondu. Bugün nüfusumuz 74 milyon. Ancak 700 bin sendikalı işçi var. Sendikaların da bu ekonomik sisteme göre bölünmesi, parçalanması gerekiyordu. Bunların tümü yapıldı. Sendikalar etkisiz, güçsüz kılındı. Bunda sendikaların da hataları oldu elbette. Sendikalar da bu dönemde yeni politika ve strateji geliştiremediler. Sendikalar bülünüp küçültüldü. Bunların yapılamadığı durumlarda yandaş sendikalar oluşturuldu.”
Geleceğiniz çalınıyor, geleceğinize ipotek konuluyor
“Bizler insan gibi çalışıp, insan gibi yaşamak istiyoruz. Bunun için iş yaşamının kurallı, güvenceli olması gerekiyor. Bu nedenle de örgütlenmek gerekiyor” diyen Öztaşkın şunları söyledi:
“Örgütlenmek, sendikalı olmak bu açıdan çok önemlidir. Şikayet ettiğiniz konuları ancak örgütlenerek değiştirebilirsiniz. Onun için örgütlenmek durumundayız. Çünkü haklarımızı ancak örgütlenerek koruyabilir, ancak örgütlenerek yeni haklar kazanabiliriz. Sosyal haklarımızı koruyabilmek için de örgütlenmek zorundayız.”
Öztaşkın, öğrencilere hitaben yaptığı konuşmada, “Bütün bu saldırılar sizlerin geleceğine yapılıyor. Özelleştirmeler, emeklilik yaşının yükseltilmesi, kıdem tazminatının kaldırılmak istenmesi sizin haklarınıza yönelik saldırılardır. Geleceğiniz çalınıyor, geleceğinize ipotek konuluyor. Avrupa ülkelerindeki gibi, Fransa'daki gibi önce gençlerin bu saldıralara karşı durması, sendikaların da gençlere önderlik etmesi gerekir. Bu haklara sizlerin de sahip çıkması gerekir” dedi.
1 Mayıs'ın anlamı, önemi ve Türkiye sendikal hareketi
Yine Kocaeli Üniversitesi Çalışma Ekonomisi ve Endüstri İlişkileri Bölümü'nün Sosyal Politika Tartışmaları Etkinliği'nin 7'incisine katılan Öztaşkın bu bölümde daha kalabalık bir öğrenci grubuna seslendi. “Sendikal Hareket ve 1 Mayıs ” konusunun işlendiği bu bölümde 1800'lü yıllardan başlayarak çalışma hayatını anlatan Öztaşkın şunları söyledi:
“1800'lü yılların başında belli bir çalışma saati yoktu. 1840'larda çalışanlar 10 saatlik çalışma saati talebiyle alanlara çıktılar. İlk kez Avustralya'da işçiler 1856'da 8 saatlik iş günü talebini de içeren taleplerle grevlere gittiler. Amerikan İşçi Sendikaları Birliği 1866 yılında günlük çalışma süresinin 8 saat olması için mücadele kararı aldı. Amerika'da işçiler, 1886 yılının 1 Mayıs'ında “ 8 saat çalışma, 8 saat dinlenme, 8 saat sosyal yaşam” sloganıyla 8 saatlik işgünü için genel greve gittiler. Üçüncü gününde grevlere müdahele edildi. 4 Mayıs 1986'da büyük bir miting düzenlendi. Provakatif bombalı saldırılar oldu. 7 polis ve 4 işçi yaşamını yitirdi. Saldırıların faturası işçilere kesildi. Mitingi düzenleyen işçi önderleri idam edildi. 1889 yılında 2. Enternasyanol, Amerikan işçilerinin kanı pahasına yürüttüğü 8 saatlik iş günü mücadelesinin anısına ve mücadelenin evrenselleştirilmesi için 1 Mayısı, Uluslararası Birlik Mücadele ve Dayanışma Günü olarak kabul etti. 8 saatlik iş günü uygulaması dünyanın diğer ülkelerinde de yaygınlaştı ve 1 Mayıs dünyanın bir çok ülkesinde kutlanmaya başlandı.”
1 Mayıs'ın, dünya genelinde işçilerin, örgütlenme, sendikalaşma, mücadele ve dayanışmalarının ilk vesilesi olduğunu belirten Öztaşkın, “Hem 8 saatlik iş günü hem de işçilerin uluslar arası dayanışmasının gerekliliği açısından 1 Mayıs bizler, işçiler, emekçiler için çok önemlidir. Bu anlamda 1 Mayıs Birlik Mücadele Dayanışma şiarıyla kutlanmaktadır” dedi.
Olayları çıkaranlar karanlık güçler
Öztaşkın, Türkiye'de de 1900'lü yıllardan itibaren 1 Mayıs'ların önce Selanik'ten başlamak üzere kutlandığını, Meşruiyet döneminde sürdüğünü ancak 1935 yılında 1 Mayıs'ın özünden, ruhundan saptırıldığını anlattı. Bu dönemlerde hep baskı ve yasakların olduğunu belirten Öztaşkın 1 Mayıs'ın 1975 yılında salonlarda kutlandığını, ilk kitlesel kutlama ve mitingin 1976'da İstanbul'da yapıldığını söyledi. Öztaşkın, 1977 1 Mayıs'ına ise 500 binin üzerinde insanın katıldığını, 34 emekçinin bu 1 Mayıs'ta yaşamını yitirdiğini belirtti. Öztaşkın 1 Mayıs'ın 1978'de de kutlandığını, 1979 ve 80 yıllarında İstanbul'da yasaklandığını ancak İzmir ve Mersin gibi yerlerde kutlandığını söyledi. 1 Mayıs'ın Taksim Meydanı'nda kutlanması için zorlu mücadelelerin verildiğini, panzerlere, gaz bombalarına, joplara maruz kalındığını anlatan Öztaşkın, bu mücadelenin kazanıldığını ve son 2 yıldır da 1 Mayıs'ın Taksim'de kutlandığını söyledi.
1 Mayıs'ın siyasi iktidar tarafından tatil günü ilan edilmek zorunda kalındığını belirten Öztaşkın, “Taksim'de bu yılki 1 Mayıs kutmalarına katılım 500 binin üzerinde olmuştur.1 Mayıs özüne ve ruhuna uygun bir şekilde, emeğin dostlarının buluştuğu bir gün olarak kutlandı. 1 Mayıs bütün farklılıkları, bütün renkleriyle herkesin kendini ifade edebildiği bir gün oldu. Hiçbir olay yaşanmadı. 1977 1 Mayısında Taksim'deydim. 1 Mayıslarda olayları çıkaranlar işçilerin, emekçilerin bir araya gelmesinden korkanlar ve karanlık güçlerdir” diye konuştu.
Kazanılmış haklara önce gençlik sahip çıkmalı
Bu dersteki konuşmasının ikinci bölümde ise küresel üretim biçimini, Türkiye'deki üretim sistemini ve emekçilerin, toplumun kazanılmış haklarına yönelik saldırıları anlatan Öztaşkın sözlerini şöyle bitirdi:
“Kazanılmış haklarımızın elimizden alınmasına, önce gençlik, bu gençliğin içinde de en aydını olan öğrenci gençlik karşı çıkmalı. Bu haklara önce siz sahip çıkacaksınız. Bakın Fransaya; kazanılmış hakların geri alınmasına önce öğrenciler karşı çıktı ve Sarkozy yönetimi geri adım atmak zorunda kaldı. Bizler buna önderlik edeceğiz. Aksi halde daha çok hakkımızı elimizden alacaklar.”