Açın Google’ı, yazın bakalım “hostes” ya da “kabin görevlisi kadın” diye… 15 gün önceki sonuçlarla şimdiki sonuçların ne kadar farklı olduğunu bilmem söylemeye gerek var mı?
Önceleri, pohpohlanan fantezi dünyalarının teşhiri olan sinir bozucu görsellere eklenmiş cümleler, düzeysizliğin alamet-i farikası fıkralar varken, şimdilerde “gerçek” daha üst sıralara yerleşti. Bizim gazetede başlarında sendika şapkası, bir yumruğu havada, ya da alkış tutarken, kalabalığın içinde slogan atarken, boyalı basının sevdiğince de iki elleriyle yüzleri kapatmış ağlarken görüyoruz onları. İstekleri çok açık; “İnsanca çalışıp, insanca yaşamak”, buna dair elbette grev hakkı, bununla iç içe… Türk Hava Yollarında Kabin görevlisi olarak çalışan, Hava-İş sendikası üyesi kadınların, grev ve özlük hakları için direnişe geçtiklerinden beridir bir “fantezi malzemesi” değil kanlı canlı insanlar, zorlukları ve sorunlarıyla ne kadar da “ağır” bir iş yaptıklarını cümle alemin öğrendiği emekçiler oldukları da hatırlatılmış oldu. Uzaktan bakınca havalaanında afili çantaları ve kıyafetleriyle salına salına yürüyüp, uçakta yolculara yer gösterip, siz gerim gerim gerilirken gülümseyen yüzlerle, ilginç hareketlerle (bize göre) ölmeye ramak kala ne yapmanız gerektiğini anlatıyorlar, servis yapıyorlar, sorun çıkaran yolculara siz elinizdeki dergiyle vurmak isterken onlar yine o kocaman gülümsemeyle dert anlatmaya çalışıyorlar, aralarında kimsenin bilmediği bir dil konuşup bir sağa bir sola gidiyorlar gibi görünüyor. Bu saydıklarımız bile yeterli aslında ne kadar zor bir iş olduğunu göstermeye bence ama, onların yaptıklarının yanında bunlar ne ki? Bir kere “güvenli uçuş”tan sorumlu olmak demek bütün teknik ayrıntıların yanı sıra birtakım “ilginç” özelliklere de sahip olmak demekmiş; hele de kadınsanız: her daim bakımlı, güzel, sempatik, zayıf olmak (Evet zayıf, bundan birkaç yıl önce fazla kiloları olduğu gerekçesiyle 6 ay ücretsiz izne gönderilen kabin görevlilerini hatırlatayım) mesela. Sürekli basınca maruz kaldıkları için iç organlarının ve tabii rahimlerinin sarkması yüzünden çocuk sahibi olamamak mesela, hızla yaşlanmak mesela. “Tanışa, ismine, ününe” güvenerek “Buraların ağası benim” edasında yolculuğu herkese zehir edenlerin şımarıklıklarını çekmek zorunda kalmak mesela –üstelik de sanki bir şey çekmek zorunda kalmıyormuş gibi yapma zorunluluğu da cabası! Çocuk sahibi iseler, günlerce ve günlerce onları görememek, ailenin hiçbir özel gününde bulunamamak, giderek daha az ücrete daha uzun çalışma saatlerine maruz kalmak… Ve Dilek ile Başak’ın aşağıda anlattığı gibi baba kalp krizi geçirmişken “zaten göremeyeceksin” diyerek izin alamamak, bir lokma yemek yiyememek, uykuya hasret, bedenen ve ruhen iyiliğe hasret kalmak… Bunlara karşı çıkmanın “güvenli uçuşla”, halkımızın “seyahat özgürlüğüyle”, “devleti zarara uğratmakla” bağını kuran kursun artık. Onlara söylenen “Siz ülkeyi temsil ediyorsunuz haaa, ona göre” olmuş her daim. Bıktık gerçi vatan millet iman kültür şühedası olmaktan, lakin THY çalışanı kadınlar bir gösteren gerçekten de… Şimdilerde kadınları diline dolamış olanlara karşı dört bir yanda sokağa çıkan kadınların ülkesinin nasıl bir ülke olmayacağını gösteren resmin bir parçasını oluşturuyorlar anlattıklarıyla, yaptıklarıyla; bu nedenle de Hava İş’in de bir parçası olduğu Sendikal Güç Birliği Platformunun Kadın Koordinasyonunun çağrısı kadınlara ve kadın örgütlerine… Şimdi birbirimize destek zamanı!
Verdiğimiz Mücadele Oturduğumuz Koltuk İçin Değil!
İşten Atılan Kabin Amiri, Sendika Temsilcisi anlatıyor; Bizim koltuğumuz yok... Bizler öğle yemeklerimizi oturarak yemiyoruz... Öğle yemeklerimizi dışarıdan mı söyleyelim ya da hangi alışveriş merkezinde yiyelim diye seçme lüksüne sahip olmadık... Yemeklerimizin üzerine kahvemizi, yanında sigaramızı içelim sefası bize çooookkk uzak… “Ayda bir uçuş yapalım, o da canımız alışveriş istediğinde canımızın istediği yere gidelim, kalan 29 gün işimize bakalım” deme şansımız da olmadı... Bizim çekçeklerimiz, laptop çantalarımız (!) var… Biz bırakın yemek yemeyi, uçuşumuzda bir bardak su içebiliyorsak şanslı saydık kendimizi... Yiyemediğimiz yemeğimiz yüzünden düşen şekerimizi, içtiğimiz bir bardak vişne suyuyla telafi ettik... Birilerinin “Oradan mı buradan mı isteyelim” dedikleri yemekleri varken, biz bir ay boyunca öğlen akşam aynı yemekleri, beklemekten sararmış salataları görmekten bıktık... Ayda 100 saat uçtuktan sonra eve geldiğimizde ailemizin suratına bakmadan girdiğimiz yatağımızın yolunu zor bulduk, yine sabah 4’te 5’te uyanacağımızı düşünerek uykulara daldık... Çok uyandık uykumuzdan; rüyamızda yolcuya servis yaparken görürken kendimizi, yemekler eksik mi kaldı, biri bir şey mi istedi, acil bir durum mu var… İmza saatimize geç kalmamak için, ne denizin rengine bakabildik ne saatlerimizi geçirdiğimiz gökyüzünün... “Uykusuzum” deyip mazeret izni almamız gerektiğinde, onlarca belge toplamaya zorunlu kılındık... Uçuşta servis yapan steawerd arkadaşımızın elinin üzerinde tüy var diye (ki doğal birşeydir) midesi bulanan yolcuyu rahatlatmaya çalıştık… “Sen benim kim olduğumu biliyor musun, ben kimin yakınıyım biliyor musun?” diyerek tehdit eden yolculara rağmen kurallarımızı uygulamaktan vazgeçmedik… Bütün bunları gönül verdiğimiz mesleğimiz için yaptık... İstediğimiz daha iyi şartlarda, haklarımızı kullanarak, mutlu huzurlu çalışmak...Ve verdiğimiz mücadele; oturduğumuz koltuk için değil, haklarımız, çalışma şartlarımız, onurumuz içindir...
Sendikal Güç Birliği Kadın Koordinasyonu: THY Yönetimi kadına yönelik ayrımcılık suçu da işliyor!
Hava-İş Sendikası ile THY yönetimi arasında 23. dönem toplu iş sözleşmesi görüşmelerinin sürdüğü ve görüşmelerde arabuluculuk aşamasına gelindiği bir aşamada 30 Mayıs 2012’de yapılan yasa değişikliği ile havacılık iş koluna grev yasağı getirildi. Grev olmadan toplusözleşme hakkının bir anlamı olmaz. Bu yasak, toplusözleşme ve sendikal örgütlenme hakkına doğrudan müdahaledir. Daha iyi çalışma ve yaşam koşulları için mücadele veren havayolu emekçilerinin bunu kabul etmesi beklenemezdi, öyle de yaptılar... Direniş haklarını kullandılar. Şu anda 305 hava yolu emekçisi işten çıkarılma tehdidi altında. Bunların yüzde 80’i kadın. Bu durum hükümetin “Kadın istihdamını artıracağız, şu şu tedbirleri aldık” söyleminin altının ne kadar boş olduğunu gösteriyor. Soruyoruz, çalışma koşullarını düzeltmek için bir araya gelen, haklarını arayan kadınları işten çıkararak mı artıracaksınız kadın istihdamını? “Sen sıcacık ofisinde oturup, sıcacık çayını içerken ben, karın kışın ortasında babetle yolcu karşıladım. Sen kendini halsiz hissedip iki gün işine gitmediğinde ben, işten atılma korkusuyla rapor alamayıp 10 tane penisilin iğnesini uçakta yedim!” diye sesleniyordu, Hava-İş Sendikası üyesi bir hostes arkadaşımız Başbakana yazdığı açık mektubunda. Kabin memuru kadın arkadaşlarımız işte bu koşullarda görevlerini yerine getiriyorlardı. Amaçları toplusözleşmelerle bu koşulların iyileştirilmesiydi. Onun için direnişe geçtiler. Şu anda işlerinin ellerinden alınması tehdidi ile karşı karşıyalar... Direnen hava yolu emekçilerini işten çıkarmakla tehdit eden Hükümet ve THY Yönetimi size sesleniyoruz: Siz sadece sendikal hakları çiğnemekle kalmıyor, Türkiye’nin de imzaladığı Kadınlara Karşı Hertürlü Ayrımcılığın Önlenmesi Uluslararası Sözleşmesinin, 11. maddesinde tanımlanan “istihdamda eşitlik” ilkesine de aykırı hareket ediyorsunuz. Sendikal Güç Birliği Platformu Kadın Koordinasyonu olarak sizi uyarıyoruz, en temel anayasal hak olan örgütlenme hakkını ihlal etmekle kalmayıp, kadınlara yönelik ayrımcılık suçu da işliyorsunuz ve bu sadece Türkiye’de değil, uluslararası alanda da ciddi bir suçtur. Biz Sendikal Güç Birliği Kadın Koordinasyonu olarak çalışma hakları ellerinden alınan hava yolu çalışanı arkadaşlarımızın sonuna kadar yanındayız. Direnişiniz, direnişimizdir. Arkadaşlarımız üzerindeki baskı ve tehditler kaldırılana kadar THY’den bilet almıyoruz, tüm kadın kuruluşlarını, tüm kadınları bu konuda desteğe çağırıyoruz.
Kalp Krizi Geçiren Babasını Görmek İsteyen Çalışana Cevap: “ZATEN BABANIZ YOĞUN BAKIMDA OLACAK, İZİN ALMANIZ GEREKMEZ”
İşten Atılan Kabin Amiri, Sendika Temsilcisi anlatıyor: 13 yıllık çalışan olarak şirketin geldiği noktayı son derece net görenlerden biriyim. Özellikle son dönemlerde şirket yönetimi çalışanlarına resmen mobbing yaptı. Çalışma koşullarımızın giderek ağırlaşması iş barışını bozdu. Hem bedensel hem de psikolojik baskı gözle görülür ölçüde artan bir ivme ile devam etti. Şu anda da kalan arkadaşlarımızın üzerinde mevcut baskılar devam ediyor. Sorun ve baskılar o kadar çok ki, ben sadece birkaç tanesini ele almakla yetineceğim... Sağlık raporu almak her insanın, çalışanın hakkı olduğu halde bizler ne işyeri hekimliğinden ne de özel sektör ve SGK anlaşmalı hastanelerden rapor alabilir olduk. Bunun nedenini muayene olduğumuz hekime sorduğumuzda “THY yönetiminden talimat var, size rapor veremeyiz” yanıtını aldık. Birçoğumuz boyun, bel fıtığı, kanser oldu yüksek radyasyona maruz kalmaktan. Basınca bağlı olarak iç organlarımızda sarkma olduğundan, rahim de zamanla sarktığından arkadaşlarımın çoğu çocuk sahibi olamadı. Birçok insan tüp bebek yöntemiyle çocuk yapar oldu. Toplu iş sözleşmesi maddelerinden biri olan mazeret hakkımızı kullanmak istediğimizde, operasyon (uçuş) öncesi şirket yönetimine haber verdiğimizde “Mazeret kullanamazsınız” dediler. Birçoğumuz 2. derece akrabalarımızın cenazesine bu nedenle gidemez olduk. 2 yıl önce babam kalp krizi geçirdi, “Mazeret kullanmam gerek” diyerek şirkete gittiğimde aldığım cevap işverenin ve yönetimin ne kadar insanlıktan uzak olduğunun göstergesidir: “Zaten babanız yoğun bakımda olacak, zaten göremeyeceksiniz, mazeret almanız son derece anlamsız”. Böyle bir zihniyet taşıyan yönetim ve şirkete aidiyet duygusu nasıl hissedilir, sizin takdirlerinize bırakıyorum. 11 Eylül olayından sonra bizler işten atılmalara engel olmak için maaşlarımızdan yüzde onluk kesintiler yapılmasını kabul etmiş insanlarız. Şimdi geldiğimiz duruma bakın! O zamanki aidiyet duygusu ve şimdiki aidiyet özveri duygusunu kıyaslamaya değer! Ben bir anne olarak çocuğumun birçok ilklerini kaçırdım, en çok yanında olmam gereken zamanlarda hep yurt dışı yatıdaydım, hiç tanımadığım insanlara yavrumu emanet edip 5 gün 7 gün hiç haber alamadan yaşadım. Bu, hem çocuğumda derin yaralar açtı, hem bende... Oğlum henüz 4 yaşındaydı, üniformamı giydiğimde, paçalarıma yapışıp “Anne gitmeni istemiyorum” dedi. “Oğlum gitmem lazım bak senin geleceğin için çalışmalıyım” dedim anlamsızca yüzüme baktı. “Sana oyuncak alabilmek, kıyafet alabilmek için çalışmalıyım” diye devam ettiğimde 3 dakika içinde oyuncak sepetinde en sevdiği oyuncakları alıp kapıya yığmış ve “Ben bunları istemiyorum” diyerek kırmıştı ve “Artık gitmene gerek yok” demişti... Gitmiştim.