İnsan hakları, demokrasi, uygarlığın gelişiminin olmazları, yaşamın her alanına dönük toplumsal örgütlenmelerde, tek kutuplu dünyanın yükselen çarpık değerleri, kavram kargaşası içinde akıl almaz ölçeklerde geriye püskürtüldüğü içindir ki... Bilimsel teknolojik devrim çağına yakışmayan ikel, vahşi bir geriye gidiş, çöküş, öngörülemeyen kanlı hesaplaşmalarda ağır bedeller ödeniyor. Emekçilerin “Kurtuluş yok tek başına, ya hep beraber ya hiçbirimiz” sloganı, sil baştan, özlemle, bir çığlık olarak boğazlara takılıp kalıyor.
Amerika’nın yeni 11 Eylül’ü travması, Libya Büyükelçisi’nin ölümü, Arap Baharı yaşanmış ülkelerde radikal İslamcıların öfkesinin ABD’ye yönelmesinin şaşkınlığı üzerinden yapılan değerlendirmelerde, sorgulamalarda hâlâ “demokrasi götürme” amaç kavramı üzerinden söze giriliyor. Radikal İslami akımlar şemsiyesindeki öfkenin, özünde en yoksullar, en altta kalanlar, en ağır bedeller ödeyenler, çıkarları adına en örgütsüz, en bilinçsiz kalanlar... gerçeğinden, sanki belirleyici değil de ikinci bir etkenmiş gibi söz ediliyor.
İki kutuplu dünyadan tek kutuplu dünyaya geçiş sürecinde, dünya ölçeğinde milyarlarca dünyalının nasıl bir hızla, ne ağır ölçeklerde yoksullaşıp yoksunlaşmakta, daha önce kullanabildiği eğitim, sağlık, çalışma, örgütlenme haklarında nasıl bir geriye püskürtülme süreci yaşamakta olduğu; hele de adil düzen, insanca paylaşımın ölçeklerinde, sınıfsal eksenini örgütlülüğünü tümden yitirmiş olarak, emek, sendikal haklarda sosyal damping sürecine girildiği yok varsayılıyor.
***
İdeolojiler, Marksist tehdit karşısında en azından zengin kuzey dünyası, gelişmiş kapitalist, demokratik düzenler içinde, evrensel insan hakları, hukuk devleti düzeni, sosyal devlet, sendikal haklar, toplumsal örgütlülüklerin katkıları ile kazanılmış haklar, piyasalar düzeni içinde tek kutuplu küreselleşme sürecinde hızla geriye alınırken, sistemin krizlerinin bedellerinin yoksul dünyaya kaydırılması insandan yana örgütlülük, evrensel denetimin iyileşmeyişi ile kaçınılmaz olarak gelişti. Günümüz yükselen değerlerinde hakların savunma aracı toplumsal, çıkarlar eksenli örgütlenmeleri yerine, gerçek özgürleşmeden saptırma, ayırımcılık eksenli “bireyin özgürleşmesi” kavramı kutsanacaktı.
Elbette bireyin özgürleşmesi insan haklarının, uygarlığın, çağın simgesi. Ama şekil A’da görüldüğü üzere benim, sizin, bizim, en temel insan haklarımız, her türden alt kimliklerimizle insanca yaşayabilmemiz için, amaca, yaşam alanına yönelik olarak örgütlenebilmemiz, hep beraber olabilmemizin sihirli anahtarı, günümüzde pazarlanan, yükselen değerler değil. Milyarlarca dünyalının dini inanç olarak İslamda buluşmaları, daha küçük milyarlarla mezhepler çatısı altında bütünlük duygusunu yaşamaları, insanca yaşam koşullarına varabilmelerine yaramıyor. Bu kadar büyük sayılarla buluşurlarken, neden hep en altta, en yoksul, en çaresiz kaldıklarının sorgulanması gerekiyor.
Tabii ki benzer sorgulamayı zengin kuzey dünyası içinde, insan hakları, demokrasi, sosyal devlet, sendikal haklar paylaşımında en ileri konuma gelmişlerken, krizlerle bağlantılı bu haklarını hızla kaybeden uygar, zengin dünyanının bireyleri de yapmak zorunda, noktasındalar. İşler sarpa sardıkça, zengin kuzey dünyası içindeki çok çarpıcı dışlama, ötekileştirme, ABD’de bile yüzde 99 olarak kaybeden tarafta olmanın hesaplaşması gündeme giriyor.
Radikal İslami akımlar çoğu ülkede zengin kuzey dünyasının “böl yönet” stratejilerinde, kurdurulan, desteklenen, yandaş seçilen taraf olmuşlarken, sonrasında neden en yoksul, en aşağıda kalanlar, en çok bedel ödeyenler kitlesinin içinde kalan örgütler oldular? Tek bir soru daha; Irak’ta işgalde kaybedilenleri katlayan sayılarda ölümler, çatışmalar neden Müslümanlar arasında mezhepler, ırklar eksenli olarak bir kanlı hesaplaşmanın içinde oldu, aynı şiddet dozu ile devam ediyor? En çaresiz, en yoksul, en altta kalmamak adına çaresiz bir kaosta, ötekini yok etmek, İslam dini adına cennete gitmek için öldüren, ölen, intihar eylemcisi olmayı seçmek akıl işi mi, kör inanç işi mi, yoksa akıl tutulması mı? Yaptıklarımızı akıl süzgecinden geçirebilsek, haksız, çarpık düzenin ayakta kalmasının en etkin silahı, aracının, çağımızın vebasının alt kimliklerimizle ırklar, dinler, mezhepler ekseninde birbirimize kırdırılmamız olduğunu görebileceğiz. Kör inancın, öfkenin tuzağında bunu bile göremiyoruz.
ABD kendi yarattığı canavarların bedelini en aza indirmek için, hızlı strateji değişikliklerini gündeme sokacaktır. Irak ve Afganistan’da ilk 11 Eylül’ünün travması olarak gündeme soktuğu, işgalle, terörü odağında ezmek, “demokrasi getirmek” süslü sloganında sorumlusu olduğu bataklıktan, arkasında bıraktıklarına aldırmadan çıkışı gibi... Açığa düşen Türkiye iktidarları ne yapacaklar? Bu ülkenin her ırk ve inançtan vatandaşları olarak tek başına kurtulamayacağımızın bilincini, örgütlülüğünü sil baştan nasıl, hangi değerlerle kazanacağız?..