Meclis'in dün kabul ettiği, 'Suriye tezkeresi'nden öte bir 'Osmanlı tezkeresi'. Tezkere 'hudut, şümul, miktar ve zamanı hükümetçe tespit edilmek kaydıyla TSK'ya yabancı ülkelere gönderilmesi' yetkisi tanıyor...
Meclis’in dün kabul ettiği, ‘Suriye tezkeresi’nden öte bir ‘Osmanlı tezkeresi’. Tezkere ‘hudut, şümul, miktar ve zamanı hükümetçe tespit edilmek kaydıyla TSK’ya yabancı ülkelere gönderilmesi’ yetkisi tanıyor. Irak’ta aşina olduğumuz tezkerelerin aksine spesifik bir ülke zikredilmiyor. ‘Yabancı ülkeler’ ifadesi Türk dış politikasının ‘genişleyen vizyonu’ kadar geniş bir müdahale alanını çağrıştırıyor. Tezkere Başbakan Tayyip Erdoğan’ın AKP Kongresi’nde Bakü’den Belgrad ve Gümülcine’ye, Bağdat’tan Kabil ve İslamabad’a, Mogadişu’dan Tunus, Cezayir ve Trablus’a, Kahire’den Şam ve Kudüs’e selam ederek oynadığı ‘İslam dünyasının liderliği’ vizyonuna üniforma gibi oturuyor. Ama telaşa mahal yok. Savaşın eli kulağında değil. Türkiye zaten Türk uçağının düşürülmesine misilleme olarak ilan ettiği yeni angajman kuralları çerçevesinde 23 Eylül’den beri Akçakale’den Suriye’ye top ateşleriyle karşılık veriyor. İlk önce bu misillemeler dışarıda Suriye’nin tacizleri karşısında aciz ülke durumuna düştüğü algısını kırmaya yarayacak bir adım; içerde de 2 pilota ilaveten 5 kişinin ölümüyle yaralanmış kamuoyunu rahatlatacak bir hamle. İkincisi Suriye’ye karşı bir gözdağı ve kararlılık gösterisi. Üçüncüsü olası tüm senaryolara karşı alınmış bir tedbir.
Dış cephe el vermiyor
Her şeyden önce savaş Türkiye’nin tek başına alabileceği bir karar değil. Pentagon’dan bir yetkilinin “Bunun daha büyük bir çatışmaya dönüşeceğine dair bir işaret yok” açıklaması en kritik müttefikin temkinli tutumunu sürdürdüğünü gösteriyor. Karşı cephede Rusya olayın kaza olduğuna dair Şam’ın tezini sahiplenip BM Güvenlik Konseyi kanalını tıkayan kararlılığını koruyor. BM kanalları dışında müdahale meşruiyeti sunabilecek yegâne platform NATO. Burada da Kuzey Atlantik Konseyi’nin basmakalıp bir açıklamayla Türkiye’yi destekle yetinip ‘şamar’ maddelerini işletmeye niyeti olmadığını gördük.
Bu sınırda her şey normal
Burada asıl üzerinde durulması gereken ‘olası gelişmelere karşı tedbir’ bağlamında tezkerenin nelere gebe olduğudur. Akçakale gibi sınır belirlenirken ikiye bölünmüş onlarca yer var. Bu yerlerin bir yarısında çatışma olurken diğer yarısının bundan etkilenmemesi mümkün değil. Coğrafyayı dikkate aldığımızda ‘Suriye Akçakale’ye kasten mi ihmalen mi saldırdı’ tartışması bir yerden sonra anlamsızlaşıyor. Akçakale’nin öteki yarısı Tel Ebyad gibi muhaliflerin kontrolüne geçmiş Karkamış’ın karşısındaki Carablus, Kilis-Öncüpınar’ın karşısındaki Bab el Selame ve Hatay-Cilvegözü’nün karşısındaki Bab el Hava gibi sınır kapıları bu tür çatışmalara davetiye çıkartıyor. Bununla birlikte Türkiye’yi gardına almaya zorlayacak asıl gelişme şu olabilir: Esad güçleri havadan TNT varilleri atıp sivil yerleşim alanlarını yerle yeksan etme pahasına Halep’in ‘kurtarılmış’ bölgelerinden muhalifleri temizlerse operasyon Türkiye sınırlarına dayanacak. Sadece mülteci değil savaşçılar da Türkiye’nin sınırlarına akın edecek. Sıra sınır kapılarını geri almaya geldiğinde Türkiye ciddi bir baskı ile karşıya kalacak. Asıl felaket senaryosu budur. Tezkere Türkiye’nin aslında angajman kurallarıyla sınır bölgesinde muhalifler için oluşturduğu tampon bölgenin kapanmasına karşı da önleyici bir tedbir gibi geliyor. BM Güvenlik Konseyi’nin Rus vetosuyla tıkanması nedeniyle tampon bölge ve buranın korunması için gereken ‘uçuşa yasak bölge’nin mümkün olmadığı görüldü. Haliyle Türkiye kendi seçeneklerine bakıyor. Tezkerenin psikolojik etkisi bile ağır kayıplar veren muhaliflerin nefes almasını kolaylaştırabilir.
Şam savaş istemiyor
Suriye de operasyonları sınır bölgelerine genişlettiğinde Türkiye ile kafa kafaya gelmek istemeyecektir. Şam yönetiminin Akçakale’de ölenleri ‘şehit’ olarak anıp taziyelerini iletmesi misillemeden duyulan korkunun değil Türkiye ile savaş istemediğinin göstergesi. Esad rejimi diz çökme noktasına gelmediği sürece Türkiye’yi üzerine çekmek istemeyecektir. Eğer rejim yıkılma noktasına gelirse, çökerken Türkiye’yi de bataklığa çekmeye kalkışabilir. Ama henüz o noktada değil.
Kürtlere karşı kırmızı kart
Tezkerenin hedefi Esad güçleri olsa da bunun en kolay kullanılabileceği alan Kürt bölgesi. Bölgede PYD’nin inisiyatifinde bir yapılanmaya karşı benimsenen müdahaleci söyleme ilaveten 2 Ekim’de sınırda devriye gezen ‘Halk Savunma Birliği’ üyelerine Türk tarafından ateş açılması ve 1 kişinin ölmesi oradaki Kürtleri Türkiye’ye karşı hasmane bir havaya soktu. Halbuki PYD, PKK ile ilintisine rağmen aylardır Türkiye’ye dostluk mesajı veriyordu. Türkiye kazanabileceği bir Kürt entitesini peşinen karşısına aldı. Kuzey Irak’taki hatalar burada tekrarlanıyor. Tezkere bir bakıma Kürtlere de gösterilmiş kırmızı kart. Ne yazık ki ‘kriz derinleşirse’ diye önlem alan Türkiye, komşuda silahlı kalkışma ile rejim değişikliğini destekleyen politikası, Kürtlere karşı bu yaklaşımı ve tezkereyle krizi kendisi derinleştiriyor. Tezkere Suriye krizinin içselleştirilmesinin son adımı. Hazin olan da şu: ‘Demokles’in kılıcı’ ya da ‘müdahale aracı’ gibi duran tezkerenin Türkiye’yi nerelere savuracağını kestirebilen yok.