Türk-İş'in Ankara'da 6-9 Aralık tarihlerinde yapılan 20. Olağan Genel Kurulu'nda Türk-İş Genel Başkanı Salih Kılıç'ın listesinden Genel Teşkilatlandırma Sekreteri olarak aday olan Genel Başkanımız Mustafa Öztaşkın'ın konuşmasının geniş özetini sunuyoruz:
Sayın Divan, Türk-İş'in sayın başkan ve yöneticileri, sendikalarımızın değerli genel başkan ve yöneticileri, değerli konuklar, basınımızın değerli temsilcileri ve değerli delege arkadaşlarım. Hepinizi, Petrol-İş Sendikası, Antalya Serbest Bölgesi'nde 438 gündür sürdürdüğümüz Novamed grevindeki üyelerimiz ve şahsım adına saygıyla selamlıyorum. Değerli arkadaşlarım, ben de Türk-İş Genel Başkanı Salih Kılıç'ın listesinden Genel Teşkilatlandırma Sekreteri olarak adayım. Konuşmama başlamadan önce adaylığımı açıklamamın nedeni, içinde yaşadığımız sistemi nasıl algıladığımıza, nasıl bir sendikacılık anlayışını savunduğumuza, sendikal harekette yaşanan krizi nasıl aşacağımıza, sorunlarımızı nasıl çözebileceğimize ve bize bu genel kurulda yetki verdiğinizde Türk-İş'e nasıl bir sendikacılık anlayışını getireceğimize daha baştan dikkatinizi çekmek içindir.
Başka bir dünyanın mümkün olduğuna inanmalıyız!
İçinde yaşadığımız sistemi bilmeden, dünyada ve ülkemizde yaşanan değişimi doğru algılamadan sorunlarımızın ne olduğunu ve bu sorunlara nasıl çözüm üreteceğimizi de bilemeyiz.
İçinde yaşadığımız sistem kapitalizmdir ve kapitalizm son 20-25 yıldır küreselleşme adı altında yeniden yapılanmaktadır. Küreselleşme bütün dünyada işsizliği, yoksulluğu artırmış, gelir dağılımı adaletsizliğini daha da derinleştirmiş, en zengin kesimle en fakir kesim arasındaki fark bir uçuruma dönüşmüştür.
O zaman birincisi, bizler küreselleşmeye karşı çıkmalıyız. Ve “Başka bir dünya mümkündür” temasıyla toplanan Dünya Ekonomik Forumu ve Avrupa Sosyal Forumu gibi küreselleşme karşıtı hareketler içinde Türk-İş olarak aktif bir rol almalıyız. Ve hakikaten de başka bir dünyanın mümkün olduğuna inanmalıyız.
Sendikal hareketin de küreselleşmesini sağlamalıyız
İkincisi, üretimin küreselleşmesine karşılık sendikal hareketin de küreselleşmesini sağlamalıyız. Artık üretim çok uluslu şirketler tarafından dünya ölçeğinde gerçekleştirildiğine göre bizler de karşılaştığımız her sorunun çözümünün mutlaka küresel ayağını oluşturmalıyız. Artık sadece işyerlerinde veya sadece ülke sınırları içinde verilecek bir sendikal mücadele ile işçi sınıfının kazanımlarını korumak ve geliştirmek mümkün değildir.
Artık günümüzde sendikacılığın başarısı işçi sınıfının küresel düzeyde işbirliği ve dayanışmasına bağlıdır. Teknoloji, işbirliği ve dayanışma olanaklarını bize inanılmaz şekilde sunmaktadır. Çünkü teknoloji uzaklık ve bilinmezlik kavramlarını ortadan kaldırmıştır. Bugün dünyanın en ücra köşesindeki bir işyerinin bize uzaklığı sadece bir bilgisayar tuşuna basacak kadardır. Dünyanın neresinde olursa olsun çok uluslu şirketlerin faaliyet gösterdiği işyerleri arasındaki dayanışma ve işbirliği, oluşturulacak elektronik ağlarla yani networklerle çok kolay gerçekleştirilebilecek bir iştir.
İşte değerli arkadaşlarım, sendikal hareketteki değişim ve yenilenme derken küreselleşme sonucu meydana gelen üretim ilişkileri bizi buna zorunlu kılmaktadır.
Krizden çıkış yolu değişim ve yenilenmedir
Bugün Türkiye'de yaşanan sendikal krizin, sendikaların gücünü ve etkinliğini yitirmesinin temel nedeni budur. Krizden çıkış yolu ise değişim ve yenilenmedir. Yani sendikalar yapılarını, politika ve stratejilerini, mücadelede kullandıkları araç ve yöntemleri değiştirmek zorundadırlar. Değişim, değişime açık insanlarla gerçekleştirilir. Değişime önce kendimizden başlamalıyız. Çünkü kendisini değiştiremeyenler yaşadığı toplumu da, dünyayı da değiştiremezler.
Değişime karşı olanlar var olan durumu sürdürmeye devam ederler yani statükocudurlar. Ve Türkiye'de sendikaların büyük bölümü statükodan yanadır.
Sendikacılıkta statükoculuğun diğer adı koltukların korunmasıdır. Oysa bizim işimiz koltuklarımızı değil işçi sınıfının çıkarlarını korumaktır.
Yeni bir sendikacı tipi yaratmak zorundayız
Artık Türkiye'de yeni bir sendikacı tipi yaratmak durumundayız. Ve işe önce imajımızı düzeltmekten başlamalıyız. Ne yazık ki toplumun gözünde imajımız iyi değil. İmajımızı sevimli, güvenilir hale getirmeliyiz. Kişisel yaşantımızdan yaptığımız sendikacılığa kadar herşeyi gözden geçirmeliyiz.
Artık dünyadaki ve ülkemizdeki değişimleri iyi algılayıp geleceği öngören ve bu öngörü doğrultusunda geleceği planlayan, bilgiye dayalı sendikacılığı kendisine rehber edinen, teknolojiden çok iyi yararlanan, herşeyi bilen herşeyi yapan değil, planlama ve koordinasyonu çok iyi bilen, kurumsallaşma ve uzmanlaşmaya önem veren sendikacı tipini yaratmak zorundayız.
Bunu yapabilmek için Türk-İş'in Sendikacılık Okulunu ve Sendikacılık Enstitüsü'nü kurması gerekir. Buralardan yetişenler demokrasiyi, sendikal kültürü ve toplumsal mücadeleyi özümseyenler ve bunları yaşam biçimine dönüştürenler sendikalarda temsilci, yönetici olmalıdır. Artık 5 yıl, 10 yıl sonra sendikaları bu anlayıştaki insanlar yönetmelidir. Sendikalarda Genel Sekreterlik makamı profesyonel bir yapıya kavuşturulmalı, yönetimlerin belirlediği politika ve stratejiler profesyonel Genel Sekreterler tarafından hayata geçirilmelidir.
Eğer bu genel kurulda bize yetki verirseniz böylesine bir değişim ve yapılanmanın da startını vermiş olacaksınız ve Türkiye'ye unutturulmuş bir Türk-İş'i yeniden yaratacaksınız.
Türk-İş'in, siyasi iktidarların arka bahçesi haline getirilmesine müsaade etmeyiz!
Bu gene kurulda açıklığa kavuşturmamız gereken önemli bir konu Türk-İş'in siyasete bakış açısı ve iktidarlarla olan ilişkileridir.
Türk-İş bütün siyasi partilere eşit uzaklıkta, eşit yakınlıkta olmalı, örgütsel bağımsızlık korunmalıdır. Ama buradan kastettiğim, siyasetten uzak durmak değildir. Siyasete müdahil ve siyasette belirleyici ve yönlendirici olmak durumundayız. Ancak kişisel siyasi tercihlerimiz Türk-İş'in yönetilmesinde bir faktör olmamalıdır. Kişisel siyasi tercihlerimizi, hükümetle sorun çözmede bir araç olarak görüyorsak buna bir diyeceğim yok.
Ama kişisel siyasi tercihimizi, Türk-İş'i iktidarların arka bahçesi haline getirmek istiyorsak buna kesinlikle müsaade etmeyiz. Hele hele iktidarların Türk-İş'i teslim almasına hiç mi hiç müsaade etmeyiz. Biz iktidarların peşinden koşan değil, iktidarları peşinden koşturan Türk-İş'i yaratmalıyız. Biz iktidarla iyi geçinip sorun çözmeye çalışan ricacı bir Türk-İş yerine mücadeleci bir Türk-İş'i yaratmalıyız.
Sendikacının görevi iktidarların emek karşıtı politikalarına tavır koymaktır
Gelelim bu iktidarla ilişkilerimize... Bu iktidar Avrupa Birliğine uyum adı altında ülkemizin demokratikleşmesine, insan hak ve özgürlüklerinin gelişmesine katkı koymuştur.
Yine Kuzey Irak topraklarının ülkemize karşı terörist faaliyetler için kullanılmasına karşı iktidarın, diplomasiyi ve barışçı çözümü sonuna kadar zorlamasını doğru buluyorum.
Ancak esnek çalışmayı getiren İş Yasası'nı çıkaran, SSK hastanelerini elimizden alan, sosyal güvenliğimizi ve sağlığımızı piyasalaştıran, özelleştirme yoluyla ülkemizin kaynaklarını peşkeş çeken, sosyal devleti tasfiye eden, ülkemizi ucuz işgücü cennetine çeviren, vergi adaletini sağlamayan, gelir dağılımı adaletsizliğini düzeltmeyen, işsizliği, yoksulluğu önlemeyen, kıdem tazminatımızı elimizden almaya çalışan, ABD ve AB karşısında başı dik politika izlemeyen iktidara elbette karşı olacağım. Çünkü ben sendikacıyım. Sendikacının göreve iktidarların emek karşıtı politikalarına tavır koymaktır.
Kırmızı çizgilerimizi çekelim
Bu zamana kadar taviz vererek ayakta kalma stratejisi izlendi. Eğer bu genel kurulda bize yetki verirseniz, buna son verilecek, kazanımları koruma ve geliştirme stratejisi izlenecektir. Türkiye sendikal hareketi kırmızı çizgilerini çekmelidir ve ilk kırmızı çizgi kıdem tazminatında çekilecektir. Kıdem tazminatımıza dokunmaya kalkarlarsa genel eylem, genel grev kararı nasıl alınıyormuş görecekler.
217 bin geçici işçi kadroya alınırken TPAO'nun sismik ekiplerinde çalışan üyelerimiz kadroya alınmadı. Yasada kadroya almak için belirlenen kriterlere uygun çalışan bu arkadaşlar derhal kadroya alınmalıdır.
Bazı arkadaşlarımın dediği gibi özelleştirmeler bitmemiştir. Özelleştirmeler devam etmektedir. Çünkü özelleştirmeler sosyal devletin tasfiyesinde bir araçtır. Türkiye'de sosyal devletin kazanımları ortadan kalkıncaya kadar özelleştirmeler devam edecektir. Örneğin enerji, Şeker Fabrikaları, Tekel Sigara, akarsularımız, barajlarımız, evimizde kullandığımız sular özelleşecek. Biz özelleştirmeye dün olduğu gibi bugün de, yarın da karşı çıkmaya devam edeceğiz.
Eğer bu genel kurulda bize yetki verirseniz örgütlenme büroları kuracak, işçilere, emekçilere, kamuoyuna sendikaları tanıtan, çalışanların sendikalı olduklarında hangi haklara sahip olacaklarını öğreten filmler, skeçler hazırlayacak, bunları televizyonlarda yayınlatacağız. Profesyonel örgütçüleri yetiştirme projemizi hayata geçireceğiz. Çalışanların 24 saat danışabilecekleri Alo Türk-İş hattı kuracağız. Holdinglerde ve organize sanayi bölgelerinde eş zamanlı örgütlenmeyi planlayıp koordine edeceğiz. Petrol-İş'teki mücadele anlayışı ve birikimimi Türk-İş'e taşımak için aday oldum.
Biraz cesaret, biraz inanç yeter!
Bütün bunları gerçekleştirmek için biraz cesaret, biraz inanç yeter. Benim inancım ve cesaretim bunları gerçekleştirebilecek düzeydedir. Birbirimize inanarak, güvenerek, sahip çıkarak çözemeyeceğimiz sorun yoktur.
Sizleri hayal kurmaya, sizleri önünüze yeni ve büyük hedefler koymaya davet ediyorum.
Sizleri düşünülmeyeni düşünmeye, söylenmeyeni söylemeye, yapılmayanı yapmaya davet ediyorum.
Sizleri barışın, eşitliğin ve özgürlüğün hakim olduğu bir başka dünyayı kurmaya davet ediyorum. Yüreğinizden insan sevgisi hiç eksik olmasın.
Türk-İş'in 20. Olağan Genel Kurulu'nun ülkemize, işçi sınıfına ve emekçilere hayırlı olmasını diliyor, bu duygu ve düşüncelerle hepinizi sevgi ve saygıyla selamlıyorum.