Petrol-İş Sendikası Genel Başkanı Mustafa Öztaşkın temsilciler kurulunun açılış konuşmasında, gerçek bir sendikaların ve sendikacılığın ilkelerine vurgu yaptıktan sonra sendikal birleşmelerin, küresel mücadele ve örgütlenmenin gereğine dikkat çekti. Kıdem tazminatının kaldırılmasının genel grev nedeni olacağını belirten Öztaşkın, sektör, işkolu ve ülke çapında toplu sözleşme politikaları geliştirmenin, önemine de değindi.
1950 yılında 23 akaryakıt işçisinin Beykoz'da kurduğu sendikamız kuruluşundan bugüne tam 63 yıldır işçi sınıfının ekonomik mücadelesi ile demokrasi ve özgürlük mücadelesini bir arada sürdürmektedir. 6 Eylül 1950'de yani 63 yıl önce 23 işçinin diktiği fidan, bugün 30 bine yaklaşan üyesi ile dev bir çınara dönüştü. Petrol-İş'in üyeleri 63 yıl boyunca bu çınarı alınteri ile sulayıp büyüttü. Petrol mavisi bayrağı hiç yere düşürmedik. Bu şerefli bayrağı şimdi ellerinde taşıyan genel temsilciler kurulumuzun, onurlu, vefakar, cefakar üyeleri hepiniz hoş geldiniz. Sizleri merkez yönetim kurulu adına sevgi ve saygı ile selamlıyorum.
Sevgili arkadaşlar, böylesine önemli toplantılarda konuşma tarzım genellikle yazılı bir metin üzerindendir. Ancak bu toplantıda kendimi kalıba sokmak istedim.
Günlerdir okuyorum, düşünüyorum ve aldığım notlar doğrultusunda biraz da sendikacılığın kitabındaki ders notlarından da bahsederek bu konuşmamı sürdüreceğim.
Değerli arkadaşlarım sendikacılık, en genel tanımıyla işçi sınıfının ekonomik ve sosyal haklarını koruyup, geliştirmek, yeni kazanımlar elde edebilmek için yapılır. Sendikalar hak mücadelelerini sürdürürken sistemin özüne yani sömürüye de karşı çıkarlar. Sömürünün azalması için mücadele ederler ve sömürünün ortadan kaldırılması için sürdürülen mücadelelere de destek verirler. Sömürüye karşı olmayan sömürüye karşı mücadele vermeyen, sendikacı olamaz, olmamalıdır da. O zaman sendikacılığın temel şartını, birinci şartını sömürü düzenine karşı çıkmak olarak belirtmek durumundayız. Sömürüye karşı mücadele sizin yani bizlerin sendikal anlayışını belirlediği gibi aynı zamanda sendikacılıktaki başarı ölçü ve kriterlerimizi de belirler.
Değerli arkadaşlarım, demokrasi, eşitlik, özgürlük ve barış sendikacılığın vazgeçilemez dört temel mücadele alanıdır.
Demokrasi sendikaların varlık nedenidir. Demokrasinin olmadığı hiçbir yerde, hiçbir ülkede sendikal haklardan, işçi hak ve özgürlüklerinden bahsedilemez. Sendikaların yaşam kaynağıdır demokrasi, sendikaların düşmanı ise anti-demokratik rejimlerdir. Onun için darbenin her türülüsüne dikta rejimlerine, anti demokratik yönetimlere karşı olmalıyız gerçek demokrasi için amansız bir mücadele vermeliyiz. Sendikaların yaşam kaynağı demokrasi olduğuna göre ülkemizde ve dünyada gerçek bir demokrasinin olması için mücadele ederek, bu uğurda bedel ödemeyi de göze almalıyız.
Barış yaşamın kendisidir
Onun içindir ki sendikacı önce demokrat olacak. Aynı zamanda demokrasiyi kişisel örgütsel yaşam biçimine dönüştürecek, evinde, işyerinde, sendikada, ülkesinde ve dünyada demokrasi için mücadele edecek. Unutmayalım ve inanalım, ülkemizde gerçek demokrasi ancak ve ancak işçi sınıfının elleriyle kurulacaktır. Yani sizin ellerinizle, yani bizim ellerimizle kurulacaktır. Çünkü demokrasiye en çok ihtiyacı olanlar da biziz, gerçek demokratlar da biziz. Hepinizi gerçek bir demokrat, gerçek bir demokrasi savaşçısı olmaya, ülkemizde ve dünyada gerçek bir demokrasi kuruluncaya kadar mücadele etmeye davet ediyorum... Değerli arkadaşlarım, demokrat olmayanların bu ülkede elini kolunu sallayarak, sendikacıyım, diye dolaşmasına da müsaade etmemenizi istiyorum.
Eşitliğe gelince, din, ırk, etnik köken, cinsiyet, siyasi inanç farkı gözetmeksizin hepimiz bir arada çalışıyoruz. İşçiyi önce insan olarak görürüz, insanların eşitliğini, kardeşliğini barış içinde bir arada yaşamalarını savunuruz. Onun için eşitliği savunmayan sendikacı da olamaz. Hepimiz eşitliği savunmak zorundayız, toplumda, ülkemizde, dünyada eşitliği, insanlar arasındaki eşitliği, cinsiyet eşitliğini ve insanların kardeşliğini savunmak zorundayız.
Özgürlük ise demokrasinin de, eşitliğin de güvencesidir, aldığımız nefes, teneffüz ettiğimiz hava, içtiğimiz sudur. Sendikaların hayat ağacıdır, özgürlük. Özgürlükler artıkça ağaç yeşerir, özgürlükler azaldıkça ağaç solar, solar ve kurur.
Anlayacağınız özgürlük olmadan gerçek bir sendikacılık olamaz. Özgürlük savaşçısı olmayanlar sendikacı da olamaz. O zaman hepimiz birer özgürlük savaşçısı olmak durumundayız.
Barış ise yaşamın ta kendisidir. Demokrasinin de, eşitliğin de özgürlüğün de, teminatı barıştır. Barış olmadan bunların hiçbiri olamaz. Hem ülkenin hem dünyanın barışına sahip çıkmalıyız. Sendikacı barışsever olmak zorundadır. Her türlü şiddete, çatışmaya, teröre ve savaşa karşı çıkmalıdır. Sendikacı özgürlüğü, insanların yaşam özgürlüğünü sonuna kadar savunmalıdır. Ülkemizin toplumsal barışına geçecek olursak; tablo ortadadır. 30 yılda 50 bin insanımızı kaybettik, gözyaşı döktük, acılar çektik. Barışçıl ve demokratik yollarla çözülemeyen Kürt sorunun bedeli ne yazık ki acı ve gözyaşı oldu.
Sendika olarak her zaman ve her yerde bu sorunu az önce anlattığım gibi sendikacılığın temel mücadele alanları perspektifinden bakarak, ülke bütünlüğünün korunmasını gözeterek, demokrasi barış ve özgürlükler temelinde çözümünü savunduk. Gelinen noktada sorunun siyaseten çözüm perspektifinin bizim söylemimizde olduğu gibi barış, demokrasi ve özgürlükler olarak ortaya konması, bu konuda izlediğimiz politikaların da tesçilidir. Evet, Kürt sorununda barış ve çözüm sürecini destekliyoruz. Ağır, aksak gitse de bir yılı aşkın süredir ölümlerin olmaması barış ve çözüm sürecinin önemli bir başarısıdır. Bunun içindir ki ülkemizde de Suriyede' de, dünyada da, her ne pahasında olursa olsun barışı savunacağız, savunmaya devam edeceğiz.
Sendikacıların barışseverliğini, Petrol-İş yöneticilerinin, temsilcilerinin barışseverliğini dosta, düşmana yani herkese göstereceğiz.
Küresel mücadele, küresel sözleşmeler
Değerli arkadaşlarım, üretimin nasıl yapıldığı, sizin nasıl bir sendikacılık yapmanız gerektiğini de belirler. Günümüzde üretim, ulusötesi şirketlerle tedarikçi firmaların dünya çapında oluşturdukları üretim zincirleri aracılığıyla yapılmaktadır. Küresel düzeyde üretilen mallar yine küresel düzeyde pazarlanıyor. Küresel şirketler kendileri için en uygun koşulların oluştuğu dünyanın çeşitli yerlerinde, hiçbir engelle karşılaşmadan faaliyet göstermektedirler. Küresel üretim ve küresel pazarlamada karın aslan payını, bilgiyi, teknolojiyi, enerji kaynaklarını elinde bulunduran küresel şirketler ve ülkeler almaktadır. Bilgiye, teknolojiye, enerji kaynaklarına ve ham maddeye sahip olmayan ülkeler ve şirketler ise küresel üretim ve pazarlamada rekabeti sadece ve sadece ucuz işgücü ile yapmaya çalışmaktadırlar. İşte, dünya genelinde işçi sınıfının ekonomik ve sosyal haklarına saldırların, örgütsüz işgücü yaratılmasının gerçek nedeni budur. Bu politikalar sonucunda 3 milyar 300 milyon işgücünün bulunduğu dünyamızda, 200 milyon işçi işsizdir, dünya genelinde işsizlik oranı ise yüzde 6'dır. Bu 3 milyar 300 milyonluk istihdamın tam yüzde 60'ı güvencesiz olarak çalışmaktadır. Yani dünyada istihdam edilebilecek durumda olan insanların, üçte biri ya işsizdir ya da yoksuldur. Dünyada 910 milyon kişi ailesiyle birlikte, günde iki doların altında bir kazançla yaşamaktadır.
İşte yıllardır elimizden alınan ve hala alınmaya çalışılan kazanılmış haklarımız, bize dayatılmaya çalışılan kuralsız, esnek, güvencesiz, örgütsüz, ucuz işgücününün nedeni küresel düzeyde yapılandırılmış olan bu üretim modelidir. Bu üretim modelinde işyerlerinin dört duvarları ile ülke sınırları içine hapsedilmiş bir sendikacılığın başarı şansı azdır. Bu yapılarla yeni hak ve kazanımlar elde etmek ise neredeyse mümkün değildir. Günümüzde varolan haklarımızı korumak ve yeni kazınımlar elde edebilmek için işçi sınıfnın küresel düzeyde örgütlenip, küresel düzeyde dayanışarak, mücadele etmesi zorunludur.
Bu gerçekten hareketle, sendikamız, küresel sendikacılığı çok önemsemekte, günü birlik işlerde bile uluslar arası boyutu dikkate alan politikalar izlemektedir. Bu anlamda küresel federasyonumuz Industriall'ın çalışmalarını destekliyoruz. Yine Avrupa düzeyinde faaliyet gösteren Industriall Avrupa'nın çalışmalarını da destekliyoruz. Ayrıca kurucuları arasında sendikamızın da bulunduğu Güneydoğu Avrupa Enerji Sendikaları Ağı ( RETUN-SEE) aracılığıyla yürütülen bölgesel işbirliği ve dayanışmayı da önemsiyoruz.
Değerli arkadaşlarım, küresel konfederasyonumuzun önümüzdeki dönemde en önemli görevi, küresel şirketlerde dünya çapında eş zamanlı örgütlenme faaliyetleri organize ve koordine etmek olmalıdır. Küresel şirketlerle, ücretin, sosyal hakların ve çalışma koşullarının asgari standartlarının belirlendiği, bütün dünyada geçerli olan sözleşmeler yapılmaldır.
İşte değerli arkadaşlarım, küresel düzeydeki sendikal mücadelenin yanısıra, işçiler, emekçiler, sendikalar olarak bu üretim modeliyle bize 19. Yüzyıl vahşi kapitalizmin koşullarını dayatan sisteme, neoliberal politikalara ve küreselleşmeye karşı da mücadele etmeliyiz. Bu anlamda “başka bir dünya mümkün” şiarıyla ortaya çıkan her türlü, harekete, mücadeleye destek vermeliyiz. Gerçekten de demokrasinin, barışın eşitliğin ve özgürlüğün hakim olduğu, çevrenin kirletilmediği, doğanın tahrip edilmediği, kadın ve erkeklerin eşit haklara sahip olduğu, yaşanabilir bir dünyayı kendi ellerimizle kurmalıyız. Ve değerli arkadaşlarım bizler, sizler ve dünyadaki tüm emekçiler, işçilerin iktidarını hedefleyen bir siyasi irade ortaya koymak, bu irade doğrultusunda mücadele etmek durumundayız.
Tabanı dinleyen bir TÜRK-İş istiyoruz
Değerli arkadaşlarım gelelim Türk-İş konusuna... Konfederasyonların görevi ve misyonu işçi sınıfının kazanımlarını korumak, yeni kazanımlar elde edilmesini sağlamak, işsizlik, yoksulluk, gelir dağılımı adeletsizliği adil vergi ve buna benzer konularda, politika üretmek, mücadele etmektir. Ülkemizde uygulanan sosyal politikaların emekçilerin yanında olması için siyasete müdahil olmak ve siyaseti yönlendirmek ve bunları yerine getirmek için çatısı altında topladıkları sendikaların işbirliğini, dayanışmasını ve ortak mücadelesini örgütlemektir.
Konfederasyonlar işçi sınıfının taleplerini hayata geçirmek için tabanıyla bütünleşerek tabandan destek alan politika ve stratejiler geliştirirler. Sorun çözmek için siyasetçiye biat etmez, siyasetçilerin peşinden koşmazlar. Değerli arkadaşlarım ülkemizdeki sendika yönetici ve temsilcilerinin en önemli zaafiyetlerinden biri, sırtlarındaki siyasi gömlekleri çıkarmadan sendikacılık yapmaya kalkışmalarıdır. Veya sendikacılığın önüne siyasi aidiyetlerini koymalarıdır. Sırtımızdaki aidiyet duygusuyla bağlandığımız siyasi gömlekler çıkarılmadan, Türkiye'de bağımsız sendikacılık yapılamaz. Hele, hele siyasetçinin değirmenine su taşımayan bir sendikacılık hiç mi hiç yapılamaz. Sendikacılık, siyasi parti ve siyasi anlayışlara karşı, sendikanın örgütsel bağımsızlığını koruyarak yapılır. İşte yıllardır Türk-İş'i ve Türk-İş yönetimlerini bunun için bağımsız sendikacılık yapmadıkları, demokratik sendikacılık yapmadıkları için en temel görev ve sorumluluklarını yerine getirmedikleri için eleştiriyoruz. İşçi sınıfının kazınımları bir, bir elimizden alınırken sessiz kaldıkları için eleştiriyoruz. Suya, sabuna dokunmayan politikalarla iktidarlara bazen üstü örtülü zaman, zaman da açık destek verdikleri için eleştiriyoruz. Sorun çözmek için sadece diplomasiyi benimsedikleri için eleştiriyoruz. Tabanı ile bütünleşip mücadele etmekten korktukları, çekindikleri için eleştiriyoruz. Elbette sorun çözmek için siyasetin bir araç olduğunu biliyoruz. Ama biz siyasetçinin peşinde koşan değil, siyasetçiyi peşinde koşturan bir Türk-İş istiyoruz. Ve hak verilmez, alınır şiarı ile hakkını söke, söke alan bir Türk-İş istiyoruz, mücadeleci bir Türk-İş istiyoruz. Sermayenin ve iktidarların karşısında eğilmeden, bükülmeden dimdik duran bir Türk-İş istiyoruz. Emeğin hak ve çıkarları için bedel ödemeyi göze alan bir Türk-İş ve Türk-İş yöneticileri istiyoruz.
Değerli arkadaşlarım, işte yıllardır eleştirdiğimiz Türk-İş bu söylediklerimizi yapmadığı için sendikal anlayışları, gelenekleri aynı olan 10 sendika olarak Haziran 2011'de Sendikal Güç Birliği Platformu'nu (SGBP) kurduk.
Neden kurduk, neden bu platforma ihtiyaç duyuldu? Bunun kısa ve öz cevabı; Türk-İş görevini yapmadığı içindir. Türk-İş görevini yapmadığı sürece de SGBP ve başka platformlar, birlikler olacak ve Petrol-İş de bu platformların içinde yer alacaktır. Nasıl olsa birgün Türk-İş görevini yapar, diye beklemeye artık tahammülümüz yoktur, işçi sınıfının sorunları acildir, yakıcıdır, kazanılmış haklarımız her geçen gün bir, bir elimizden alınmaktadır. Türk-İş'in görevini yapmadığı yerde biz görevimizi yapacağız. Yapacağımız her şey, Türk-İş görevini yapmadığı sürece, meşrudur. Bizi hiç kimse , hiçbir güç inandığımız yoldan geri çeviremez. Hiç kimse sağda, solda dedikodu yaparak bizi “ayrılıkçı” davranmakla, Türk-İş'i bölmeye çalışmakla suçlayamaz. Ayrılıkçı davrananlar, Türk-İş'i bölmeye çalışanlar, Türk-İş'in görevini yerine getirmeyenlerdir, değerli arkadaşlarım...
Evet, Türk-İş gerçek sınıf kimliğine kavuşuncaya kadar Petrol-İşi'n onu değiştirme hedefi ve mücadelesi sürecektir. Petrol-İş'in her bir yöneticisinin ve temsilcisinin böyle bir hedefi olmalıdır. Türk-İş'i değiştirmek için Petrol-İş'in sendikal analayışının Türk-İş'te hayat bulması için mücadele etmeliyiz. Hepinizi, bütün temsilciler kurulu üyelerini, örgütümüzü bir kez daha Türk-İş'i değiştirmeye davet ediyorum.
İşçi, memur konfederasyon için birleşelim
Değerli arakadaşlarım, Türkiye'deki sendikal duruma da şöyle bir göz atalım. Türkiye'de üç tür sendika var: İşçi sendikaları, memur, kamu emekçileri sendikaları, ve işveren sendikaları... Bizim tarafa bakacak olursak, artık elimizde tam olamasa da sağlıklı veriler bulunuyor. 2013 Temmuz ayında çalışma bakanlığının sosyal güvenlik kayıtlarına göre yapmış olduğu istatistiklere göre, Türkiye'de 11 milyon 628 bin 806 işçi bulunmaktadır. Bu rakam, sadece sosyal güvenlik kurumuna kayıtlı işçilerin oluşturduğu bir sayıdır, kayıt-dışı buna dahil değildir. Bu, 11 milyon 628 bin 806 işçiden, 1 milyon 32 bin 166 işçi sendika üyesidir. Bu iki rakamı birbirine oranladığınızda, sendikalaşma oranı yüzde 8.8 olarak çıkmaktadır.
Ancak biz sendikalar olarak 1 milyon 32 bin sendikalı işçi sayısının, gerçek bir rakam olmadığını düşünüyoruz, bu rakamın daha düşük olduğunu tahmin ediyoruz. Sendika üyelerini toplu sözleşmeden yararlanan işçiler olarak hesapladığımızda, bu sayının 750 binler dolayında olduğunu görüyoruz. Bu 1 milyon 32 bin rakamının içerisinde işten ayrılan, istifa eden, iş kolunu değiştirdiği halde sendikadan istifa etmiş görünmeyen işçiler olduğunu biliyoruz.
O zaman sendika üyeleri 750 bin kişi civarındaysa, gerçek sendikalaşma oranı yüzde 5.6'dır. Özel sektörde ise bu oran, sadece ve sadece yüzde 3'tür. Evet, bu rakamlar dramatiktir. Türkiye'deki sendikalaşma düzeyinin açık ifadesidir, aynı zamanda, sendikaların gücü ve etkinliğinin kadar olduğunun da göstergesidir. Peki, bu 750 bin kişilik işçi kitlesi nasıl temsil edilmektedir?
Üç konfederasyon ve 108 sendika tarafından temsil edilmektedir. Yani Türkiye'de üç işçi konfederasyonu ve 108 işçi sendikası vardır. Bu sendikaların bazıları faal değildir, bazıları kağıt üzerindedir, toplu sözleşme yapma yetkisine sahip 51 sendika vardır. 85 civarında sendika da faal olarak çalışmalarını sürdürmektedir.
Kamu çalışanlarına gelince, burada tersi bir durum gözükmektedir. Türkiye' de 2 milyon 134 bin memur bulunmaktadır. Bunların 1 milyon 468 bini sendikalıdır. Memurların sendikalaşma oranı yüzde 68.77'dir. Ve kamu çalışanlarının 8 konfedeasyonu, 116 tane de sendikası vardır.
İşçi ve memurları beraber değerlendirdiğimiz zaman Türkiye'de 11 konfederasyon ve 224 sendika vardır. Peki işveren kanadına ne var? İki kamu işveren sendikası, üç- beş tane işkolu sendikası ve tek bir işveren konfederasyonu vardır. Değerli arkadaşlarım bu rakamlar, bu tablo Türkiye sendikal hareketinin iyice küçüldüğünün, dibe vurduğunun, parçalandığının, güçsüz ve etkisiz bir konumda olduğunun açık göstergesidir. O zaman yapılması gereken, her zaman ve her yerde ifade ettiğimiz gibi önce işçi tarafında birliktelikler ve birleşmeleri gündeme getirmektir. Hemen ardından kamu çalışaları tarafında da bir derlenme, toparlanma olması gerekir. Önce üç işçi sendikası konferasyonu, birleşecek, sonra kamu çalışanları bir araya gelecek sonra da işçi memur- ayrımı gibi emekçileri suni bir biçimde bölen parçalayan anlayışları bir kenara iterek tüm çalışanları tek bir çatı altında toplayan tek bir konferasyon oluşturulacak... Böyle bir sendikal birliği savunmak, Petrol-İş olarak bunun için mücadele etmek durumundayız.
Sendikamızda kimsenin yetkisi sınırsız değil
Sendikamızın Türkiye sendikal hareketi içinde ayrıcalıklı bir yere sahip olmasının en önemli nedenlerinden biri, demokratik bir sendika olmasıdır. Demokratik sendika olmasının en önemli göstergesi de, uyguladığımız, sendika içi demokrasidir. Sendika içi demokrasinin üç temel kriteri vardır. Birincisi açıklık, yani şeffaflık, ikincisi katılımcılık, üçüncüsü ise çoğulculuktur. Sendikamızın her türlü faaliyeti ve harcamaları üyelerimizin denetimine ve görüşlerine açıktır. Yıllardır her dört ayda bir yayınladığımız başkanlar kurulu raporlarında, bütün faaliyetlerimiz ve harcamalarımız açık bir biçimde yer almaktadır. Başkanlar kurulu raporlarına her üyemizin erişme, inceleme ve değerlendirme hakkı vardır. O nedenle sendikamızın oldukça şeffaf bir sendika olduğunu söyleyebiliriz, elbette şeffaflık için atılacak başka adımların da olduğunu biliyoruz. Bunları da yeri ve zamanı geldiğinde tek, tek hayata geçireceğiz.
Karar alma süreçlerinde hala eksikliklerimiz olsa da, değerli arkadaşlarım, örgütün her kademesinde görev alanların seçimle belirlenmesi, üyelerimizin seçme ve seçilme haklarını hiçbir engelle karşılaşmadan kullanabilmeleri, seçtikleri temsilci, yöneticileri ve örgütün kurullarını denetleyebilmeleri, katılımcılık ilkelerini de hayata geçirdiğimizin açık bir göstergesidir. Kurduğumuz seçim sistemi ile de çoğulcu bir yönetim ve temsilci yapılanmamız mevcuttur. Ama her kurulun seçimle belirleniyor olması, bu kurulların kendi bağımsız politikalarını uygulayacağı anlamına gelmez. Her kurulda görev alanların yetki ve sorumlulukları, bellidir. Yani genel başkanın, merkez yönetim kurulu üyelerinin, şube yönetimlerinin, temsilcilerin yetki ve sorumlulukları bellidir. Ve bu yetki ve sorumluluklar birbirinden farklıdır. Seçimle gelen her kişinin yetkilerinin bir sınırı vardır. Değerli arkadaşlarım, bu örgütte genel başkanın yetkileri sınırsız değildir. Sendikanın çeşitli kurullarında görev alanların öncelikli görevi, sendikanın tüzüğüne, yönetmeliklerine ve genel kurul kararlarına ilke ve prensiplerine, kültürüne ve sendikal anlayışına, uygun hareket etmektir. Her kurulda görev alanlar, sendikanın politikalarını savunmak ve hayata geçirmek zorundadırlar. Şimdi size soruyorum, bunlara ne kadar önem gösteriyorsunuz?Çantalarınızın içinde tüzük var, bu tüzüğün ne kadarını biliyorsunuz? Bu örgüt altı sayfalık merkez genel kurul kararlarını yayımladı, genel kurul kararlarının ne kadarını biliyorsunuz?
Yetki ve sorumluluklarınız ne olduğunu, ne kadar olduğunu biliyor musunuz? Bir kez daha hatırlatıyorum, hiç kimsenin yetki ve sorumluluğu sınırsız değildir. Yetki ve sorumluluklarımız nerede başlıyor, nerede bitiyor, bunları çok iyi bilmelisiniz. Çünkü örgüt disiplini ancak ve ancak bu biçimde sağlanabilir. Yetkisini aşan, sorumsuzca davranışlar gösterenler, örgüte her zaman zarar verir. Hele, hele e-devlet kapısı üzerinden üyelik ve istifanın başladığı şu günlerde, bir gecede sendikaya üye olunacağı gibi bir gece de üyelerimi istifa edebilirler. Bu şartlar altında sorumlu davranış çok daha önem kazanmaktadır.
Petrol-İş'in yönetici ve temsilcileri nerede, ne zaman hangi ortamda hangi sözü verebileceklerini bilmelidir. Seçim kazanmak için bu sendikanın anlayışını, ilkelerini politikalarını, stratejilerini bilmeden sözler vermeyeceksiniz. Vereceğimiz sözler gerçekçi ve hayata geçirilebilir olmalıdır. Verdiğiniz sözleri de gerçekleştireceksiniz. O zaman ya gerçekleşmesi mümkün olmayan sözler vermeyeceğiz, ya da gerçekleştirebileceğimiz sözler vereceğiz. Biz çok başarılı işler yapıp çok iyi toplu sözleşmeler imzalıyoruz. Kimsenin gerçekleşmesi mümkün olmayan sözler vererek, bu örgütü başarısız gibi göstermeye ve üyelerimizde hayal kırıklığı yaratmaya hakkı yoktur.
Evet, Petrol-İş'in temsilci ve yöneticileri bilgili, yetenekli, okuyan, araştıran, her konuda kendini yetiştirmiş, namuslu, dürüst, sözüne güvenilir insanlar olmak durumundadır.
Gelişen dünyamızda, sermayenin ve onu temsil eden yöneticilerin son derece donanımlı olduğunu görüyoruz. Onlarla ancak bilgimizle, becerimizle, inançlarımızla cevap vererek, mücadele edebiliriz.
Değerli arkadaşlarım biz, sizi çok seviyoruz. Petrol-İş'in temsilci ve yöneticilerini çok seviyor ve sizlere çok değer veriyoruz. Sizlere sahip çıkıyoruz. Bu örgütün bayrağını hiç yere düşürmeyeceğinizden adımız gibi eminiz, ama sizlerin de örgütünüze onun ilke ve prensiplerine sahip çıkmanızı istiyoruz, daha fazla mücadele iradesinin ortaya konmasını istiyoruz. Bu örgütü Türkiye'nin en büyük sendikalarından biri yapmanızı istiyoruz. Buna var mısınız? Bizim en büyük onurumuz, bu sendikanın yöneticisi ve temsilcisi olmaktır. Yaşadığımız sürece bu onuru, taşımaya devam edeceğiz.
Fon sistemini kabul edemeyiz
Değerli arkadaşlarım uzunca bir süreden beri, tartışılan “ulusal istihdam stratejisi” diye bir belge var. Belge, 2023 yılına kadar çalışma yaşamında hükümetin yapacağı, kısa, orta ve uzun vaadeli düzenlemeleri içermektedir. Bu strateji belgesinin içinde, çok büyük hak kayıplarına yol açacak maddeler vardır. Ve bunlar sadece strateji belgesinin içinde var olmakla kalmamakta, hükümet programı ve hükümetin yayımladığı orta vaadeli ekonomik program içinde de yer almaktadır. Bunların içerisinde en önemlisi elbetteki kıdem tazminatında yapılması düşünülen değişikliklerdir. Kıdem tazminatı hakkı, elimizde kalan son kazanılmış haklarımızdan biridir. Kıdem tazminatı 1936 yılında 3008 Sayılı İş Kanunu ile yürürlüğe girdi ve ileriki yıllarda geliştirilerek, yıl başına başına 30 günlük kıdem tazminatı getirildi. Kıdem tazminatı yasası çıkarıldığı tarihten itibaren, işverenler buna örgütlü bir biçimde karşı koydular. 1954 yılında toplanan 11. Çalışma Meclisi'nde net bir biçimde kıdem tazminatının, kaldırılması, azaltılması ve fona devredilmesi gündeme getirildi. 60 yıldır işverenler kıdem tazminatının azaltılmasını, kaldırılmasını veya bir fon sistemine bağlanmasını savunuyorlar. Bu konu defalarca gündeme getirildi, kamuoyu oluşturulmaya çalışıldı. Duruma göre zaman zaman geri çekilmeye çalışıldı zaman zaman yalanlandı, yoksayıldı. Ama elimizde üzerinde gizli ibaresi taşıyan, kıdem tazminatı fon kanun tasarısı, isimli çeşitli belgeler, tasarı örnekleri var.
Kıdem tazminatı ile ilgili iki şey söyleniyor. Bunlardan ilki; kıdem tazminatı işverenlerin sırtında bir yüktür, eğer bu yük kaldırılırsa, Türkiye'de istihdam artışı olur, işsizler iş bulur... İkincisi, kıdem tazminatını öyle büyütmeyin, bu herkesin yararlandığı bir hak değil, sadece ve sadece yüzde 8'in yani sendikalı işçilerin yararlandığı haktır, diyorlar. Her ikisi de tabii ki kocaman bir yalandır. Bugün işverenler özellikle krizlerden sonra, en az üç işçinin yapacağı işi bir kişiye yaptırmaya çalışmaktadırlar. Öyle çalışmıyor musunuz, değerli arkadaşlar?
Peki kıdem tazminatı yükü kalkınca, işyerinde işçi sayısı mı artacak, böyle bir şey yok, bu kocaman bir yalan. İnsanlara yalan söylememesi gereken siyasetçiler, bakanlar gözümüzün içine baka, baka “Türkiye'de kıdem tazminatından sadece yüzde 8'lik elit bir grup yararlanıyor” diyorlar. Böyle bir şey de yok. Böyle bir istatistiki veri, böyle bir çalışma Türkiye'de yok değerli arkadaşlarım. Şu anda kıdem tazminatını düzenleyen yasada hiçbir sorun yoktur. Bakın, altını çizerek söylüyorum, kıdem tazminatını düzenleyen yasada hiçbir sorun yoktur.
Bu konudaki tek sorun, yasa bu hakkı tüm işçiler için vermesine rağmen, işverenlerin işçinin kıdem tazminatını gasp etmesine iktidarların seyirci kalmasıdır. Hükümetler çıkardıkları yasaların arkasında durmamaktadır, işverenler yasaları uygulamamaktadır. Hatta ve hatta bakanlar çıkıp, işçilerin sadece yüzde 8'i alıyor, dediklerinde, işverenleri kıdem tazminatı vermemeye teşvik etmektedirler değerli arkadaşlarım. Sorun budur. Sorun var, diye diye kıdem tazminatında hepimizin kafasında, toplumun kafasında “sorun var” algısı yaratıyorlar. Kafanızda bir konuda sorun var, algısı oluştuğu zaman- insanın doğasında vardır bu- o sorunu çözmek için ne yapabilirim? diye düşünmeye başlar insan.
Tekrar ediyorum, biz kıdem tazminatında bir sorun olduğunu kabul etmiyor ve toplumda böyle bir algı yaratılmasına da karşı çıkıyoruz, değerli arkadaşlarım.
Sorun var, diye çözmek için masaya oturduğunuz zaman sosyal güvenlik düzenlemelerinde, emeklilik hakkı düzenlemelerinde olduğu gibi tavizler peşi sıra gelir. O zaman biz sorun vardır, kesinlikle algısını kabul etmeyip, kıdem tazminatını savunmaya devam edeceğiz. Peki nasıl bir şey yapmak istiyorlar değerli arkadaşlarım? Birincisi, her yıl başına 30 gün olan, kıdem tazminatının gün sayısını aşığıya çekmek istiyorlar. İkincisi, kıdem tazminatından yararlanma koşullarını değiştirerek sadece ve sadece emekli olunurken kullanılabilecek bir hakka dönüştürmek istiyorlar. Üçüncüsü, işverenlerin kıdem tazminatı ödeme yükümlülüğünü ve sorumluluğunu onlardan almak ve devletin güvencesini kaldırmak istiyoralar. Zaten inkar ettikleri taslaklarda bunu açıkça görüyoruz. Mesela gün sayısı için öneri, her yıl için en az 11 en fazla 22 gün öneriliyor; taslakta yazıyor. Gün sayısını, hemen primle destekliyorlar, şu anda kıdem tazminatının işverenlere yükü yüzde 8.3'tür, bunu da yüzde 3 ila yüzde 6 arasında düzenlemek istiyorlar. Ve bireysel fon hesaplarının kurulmasını istiyorlar. Artık o para sizin açacağınız, bireysel hesaplara yatırılacak, bu heseplar da özel emeklilik şirketleri tarafından işletilecek... Siz birer danışman tutacaksınız, emeklilik şirketi birikimininizi bankada mı değerlendirsin, mevduat olarak mı değerlendirsin, hisse senedi mi, kamu kağıdı mı alsın, dolara mı , dövize mi yatırsın? Sonunda kıdem tazminatı miktarı hesabınız 30x yıl olmayacak veya gün sayısı diyelim ki 15'e düşürüldü son almakta olduğunuz ücretin 30 x yıl başına 15 gün olmayacak. Emeklilik şirketi, nasıl kar sağladıysa, paranızı nasıl işlettiyse, o belirleyecek, paranızın miktarını. Belki zarar edeceksiniz, 30 bin liralık 20 yıllık birikiminiz, o fon şirketinin zarar etmesi sonucunda siz emekli olurken elinize, 25 bin lira olarak geçecek değerli arkadaşlar. Bunun topluma kabul ettirilebilmesi için tabii ki allanıp pullanması gerekiyor. Efendim hiç merak etmeyin 15 yılı doldurunca kıdem tazminatınızı veriyoruz, diyorlar ama vermiyorlar. Bazı durumlarda yarısını alabiliyorsunuz, değerli arkadaşlar; bu yalanlara inanmayalım. Bizi ikna etmek için öne sürdükleri en önemli argüman “Ey işçiler, kazanılmış haklara dokunmayacağız, hepiniz kıdem tazminatını hak ediyorsunuz, hepinize vereceğiz, sizin hiçbir hakkınıza dokunmayacağız” diyorlar. Bu da koca bir yalan, çünkü basına son sızan tasarıda, herkesin fon sistemine geçeceğini söyleyip, bunu zorunlu kılıyorlar. 20 senelik çalışan da bir yıllık çalışan da fon sistemine dahil olacak.
Özel istihdam büroları sendikacılığı bitirir
Ayrıca, kazanılmış hak dediğiniz, nedir değerli arkadaşlarım? Şu anda bir dizi kazanılmış hakkımız var; bunlar gökten zembille inmedi bunların içinde bir önceki kuşakların alınteri var. Onlar mücadele ederek, bedel ödeyerek bu hakları bizlere aktardılar. Bize düşen görev, kazanılmış haklara sonuna kadar sahip çıkmak ve onları gelecek kuşaklara aktarmaktır. Bizden çocuklarımızın geleceğine ipotek koymamız isteniyor; bu tuzağa düşmeyelim.
Kıdem tazminatı alamayanlar düşünüyorlarsa, “ücret garanti fonu” diye bir fon kuruldu, biliyorsunuz. kriz dönemlerinde uygulanıyor. Sen devletsin, üzerinde de “sosyal devlet” yazıyor, o zaman “kıdem tazminatı garanti fonunu” kur. Kıdem tazminatı alamayanların, batan, iflas eden şirketlerde çalışanların kıdem tazminatlarını bu fonlardan öde. Devlet dediğiniz, sosyal devlet dediğiniz, böyle olur. Ayrıca bir işçi hangi nedenle ayrılırsa, ayrılsın kıdem tazminatını almalıdır, değerli arkadaşlarım. Yıllarca 20 yıl 30 yıl çalışıyor, kimsenin başına gelmesin, bir hatamız oluyor ve tazminatsız işten çıkarılıyoruz. Bizim kıdem tazminatımız, işverenlere sermaye olarak aktarılıyor. Veya gönüllü çıkmak istiyoruz, mahkum muyuz biz, köle miyiz değerli arkadaşlarım. İstediğimiz işyerinde çalışma hakkı, yani işini seçme hakkı evrensel ve en doğal hakkımızdır. Ayrılırsan 30 yıllık birikimini sana vermem o zaman, diyorlar. Böyle şey olmaz.
Kıdem tazminatında bir düzenleme yapılacaksa biz iki şey önerebiliriz: Birincisi her türlü koşul ve şartta işçi hangi nedenle işten çıkarsa, çıksın veya çıkarılırsa, çıkarılsın kıdem tazminatını almalıdır.
İkincisi, kıdem tazminatını alamayanlara da “bir garanti fonu” kurulmalıdır. Evet, bu nokta kırmızı çizgimizdir değerli arkadaşlarım. TÜRK- İŞ'in bu konuda genel kurul kararı vardır. Şimdiye kadar bunun arkasında durdu, umarım bundan sonra da duracaktır. Biz sendika olarak, SGBP olarak kıdem tazminatı ile ilgili elimizden gelen herşeyi yapacağız. Evet, siz yapacaksınız kıdem tazminatımıza, çocuklarımızın geleceğine sahip çıkacaksınız. Kıdem tazminatını savunamayanlar, bu uğurda mücadele edip, gereğini yapmayanlar sendikacı diye ortalara çıkmasın arkadaşlar. Bıraksınlar koltuklarını, işçinin önünde engel oluşturmasınlar. Bu ülkede elbette işçinin önüne düşecek ve kazanılmış haklardan taviz vermeyecek, sendikacılar vardır, siz varsınız, biz varız, var mıyız arkadaşlar?
Evet, bu acil bir mücadeledir döner, dönmez merkez olarak hem biz hem de sizler üzerimize düşen sorumlulukları yerine getireceğiz, getireceksiniz... Hem kıdem tazminatını koruyacaksınız, hem de bunu kaldırmaya çalışanlardan hesap soracaksınız.
Strateji belgesinde geçen iki konuya daha dikkat çekmek istiyorum. Bunlar çok önemli konular ama buna rağmen kısaca değineceğim. Özel istihdam bürolarına geçici iş ilişkisi kurma yetkisinin verilmesi. İstihdam büroları işverenlere artık geçici işçi kiralayabilecekler. Bu gerçekleşirse, değerli arkadaşlarım, Türkiye'de sendikacılık tamamen biter. Ve işçiler devamlı çalışanlar değil, özel istihdam bürolara bağlı, kiralık çalışanlar haline gelir. Bu işçilerin hangi iş koluna girdikleri belli değil, hangi sendikaya üye olacakları belli değil. Kıdem tazminatı ve ihbar tazminatı hakları da yoktur değerli arkadaşlar. Bu, çok önemli bir konudur değerli arkadaşlar, hepimizi tehdit etmektedir. Onun yanında esnek çalışmaya ilişkin yeni modeller, yöntemler geliyor, biliyorsunuz: Esnek zaman, evden çalışma, iş paylaşımı gibi yeni düzenlemeler, kuralsız çalışmanın ucuz ve örgütsüz çalışmanın daha da genişletilmesidir. Kadın istihdamının teşviki altında getirilen düzenleme ise kadın emeğini daha da esnekleştirilerek, sömürüyü katmerleştiriliyor.
Ülke düzeyinde toplu iş sözleşmesi politikaları geliştirmeliyiz
Değerli arkadaşlarım 2013 yılında yoğun bir toplu sözleşme dönemi geçirdik. 53 işyerinde toplu iş sözleşmemiz vardı bunların, 48' ini imzaladık.
Bilindiği üzere toplu sözleşmelerimiz üç gruba ayrılmaktadır. Birincisi, özel sektörde örgütlü olduğumuz ve örgütlülüğü devam eden işyerleri, ikincisi özel sektörde yeni örgütlendiğimiz işyerleri, üçüncüsü ise kamu işyerleridir,
2012 enflasyonu yüzde 6.16'dır, enflasyonun nasıl bilerlendiği tartışması, bir tarafa, Türkiye'de toplu sözleşmelerdeki ücret zamlarında, artık enflasyon bir kriter olarak ele alınıyor. Biz enflasyonun 6.16 olduğu bir dönemde, özel sektörde örgütlü olduğumuz ve örgütlülüğümüzün devam ettiği işyerlerinde, ortalama yüzde 15- 20 arasında bir ücret zammı aldık. Yeni örgütlendiğimiz işyerlerinde, sadece ücret zammından bahsetmek eksiklik olur. Çünkü bu işyerlerinde, hiçbir hak yoktu, ikramiye yoktu. Bu iş yerlerinde de işverene yükünü hesapladığımız zaman yüzde 30- 50 arasında toplu iş sözleşmelerini gerçekleştirdik. Bu rakamlara baktığımızda son derece başarılı bir tablo ortaya çıkıyor. Elbette bazı işyerlerimiz bu ortalamaya uymadı. Çünkü her işyerinin kendi koşul ve şartları, o işyerindeki ücret ve diğer haklarınızı da belirliyor. Kimisi bu ortalamanın altında kaldı ama üzerine çıkanlar da oldu. Kamuda ise çerçeve protokolü doğrultusunda sözleşmeler imzalanıyor. Ama bu dönem kamuda, TPAO, BOTAŞ, Eti Maden Bandırma Boraks Tesislerinde, Makine Kimya Elmadağve Kırıkkale işyerlerinde Toprak Mahsülleri Ofisi Afyon Alkoloid fabrikasında, küçük de olsa toplu iş sözleşmelerimizde bir takım yeni haklar ve kazanımlar oldu. Bu bakımdan da hiç de yadsınamayacak, başarılı bir dönem geçirdiğimizi söyleyebilirim. Evet, bu sözleşmelerin yapılmasında emeği geçen merkez yöneticilerimize, şube başkanlarımıza, uzmanlarımıza, en önemlisi de siz değerli temsilcilerimize çok teşekkür ediyorum, değerli arkadaşlarım.
Bazı sorunlarımız da oldu, Düzce'de sorun yaşadık. Düzce'deki olayı bir yol kazası olarak tanımlıyorum. Düzce'deki arkadaşlarımızın bundan gerekli dersleri çıkardığını ve Petrol-İş'e inanmaya, güvenmeye, sahip çıkmaya devam edeceklerini düşünüyorum. Sözleşmeler konusunda ufak bir vurgu daha yapmak istiyorum. Artık sadece tek tek işyerlerinde yaptığımız toplu sözleşmelerle, refah seviyemizi artırmak, ciddi sıçrama diye tanımlayabileceğimiz iyileştirmeler yapmak, kolay gözükmüyor. Az önce tanımladığım gibi üretimin yeni organizasyonunda, dünya genelinde gerçekleşen küresel üretimde, işyeri sözleşmelerinin dışında, sektör, işkolu, ulusal ve uluslararası düzeyde, toplu iş sözleşmeleri stratejilerini gündeme getirmek durumundayız. Az önce verdiğim sendika üyelerinin azlığını da dikkate aldığımızda, bunun ne kadar zorunluluk arz ettiğini, açıkça görebiliriz. 750 bin kişilik yapımızla bile, üç konfederasyon ve buradaki 108 sendika, temel bir politika belirleyerek, bunun da arkasında sonuna kadar durabilirsek az evvel vermeye çalıştığım rakamların kat be kat üzerinde haklar alabiliriz.
Evet, değerli arkadaşlarım yavaş, yavaş kapanışa doğru geliyoruz. Sendikacılık ideali olanların işidir, sendikacılık insana ve topluma hizmet edinmeyi ilke edinmiş insanların işidir. Sendikacının sömürüye karşı çıkma, dünyayı değiştirme, düzeni değiştirme, Türkiye'yi değiştirme ve işçi sınıfını iktidara taşıma gibi idealleri ve hayalleri olmalıdır. Sendikacılık para ile pulla, makamla, mevkiyle yapılmaz değerli arkadaşlarım. Paraya, pula önem veren, makam ve mevki tutkunu olan insanların sendikacılıkta işi yoktur değerli arkadaşlarım. Sendikacılık, inanç ister, özveri ister, mangal gibi de yürek ister.
İnanç ta, özveri de, yürek de bizde var, sizde de var, var değil mi arkadaşlarım? O zaman Petrol-İş'in inançlı, özverili, kararlı, onurlu, vefakar, temsilci ve yöneticileri şimdi sizleri ayağa kalkmaya el ele tutuşmaya davet ediyorum. Elele tutşun, birlik olun ki, bu örgütü hep beraber yarınlara taşıyalım.
Teşekkür ediyorum , sevgili arkadaşlarım, sözüm bitmedi. Uzun yıllar önce yitirdiğimiz Zeki Bayer, Sabri Kılıçlı ve Halim Silman ile geçtiğimiz temsilciler kurulunda bizi bir dakika bile yalnız bırakmayan, geçen yıl yitirdiğimiz Ziya Hepbir'e Tanrı'dan rahmet diliyorum. Grev boylarında , mücadele alanlarında şehit düşen üyelerimize, örgütümüzün çeşitli kademelerinde görev yapıp, bu ün hayatta olmayanlara, daha yeni yitirdiğimiz Elazığ ve Batman Şube başkanlarımıza, örgütümüzü bugünlere getiren ama şu anda hayatta olmayan binlerce isimsiz kahramana, ne yazık ki geçen yıl iş cinayetinde yitirdiğimiz dört üyemize, Tanrı'dan rahmet, eski genel başkanlarımızdan Cevdet Selvi'ye acil şifalar diliyorum. İsmail Topkar'a, Münir Ceylan'a, Adnan Özcan'a, Bayram Yıldırım'a sağlık dolu bir yaşam diliyorum. Örgütümüzün bu günlere gelmesinde katkısı olan herkese ama en başta sizlere , personelimize, uzmanlarımıza çok teşekkür ediyorum. Merkez yürütme kurulu ile genel başkanınız olarak her zaman yanınızdayız. Manevi desteğimizi her zaman, her yerde yüreğinizde hissedebilirsiniz. Sizlerle gurur duyuyorum, sizlerle onur duyuyorum iyi ki varsınız, iyi ki Petrol-İş var. Merkez yürütme kurulu adına hepinize sevgiler ve saygılar sunuyor, genel temsilciler kurulumuzun başarı ile geçmesini diliyorum...
Saygılar...