Özelleştirmeler veya yeni İş Yasası yüzünden işsiz kalanlara ne oluyor sanıyor acaba hükümet? Buharlaşmıyor o insanlar. Öfkeleniyorlar. Sonra da, nasıl diyeyim, olaylar gelişiyor!
Özelleştirmeler veya yeni İş Yasası yüzünden işsiz kalanlara ne oluyor sanıyor acaba hükümet? Buharlaşmıyor o insanlar. Öfkeleniyorlar. Sonra da, nasıl diyeyim, olaylar gelişiyor! İşçiler bıyıklı, esmer, elinde bir somun ekmeğiyle yürüyen, ucuz sigara içen adamlar değillerdir sadece; hep başka mahallelerde oturmazlar. Sizin evde oturan bir tane var mesela. Tıpkı size benziyor, sabahları aynadan size bakıyor. İşe gidiyor sabahları. Zamanını, emeğini, hatta bazen ruhunu satarak para kazanıyor. Bazen müdür falan oluyor, bazen sırtı sıvazlanıyor. Ama bir yandan işten atılmaktan korkuyor kriz lafı edildiğinde. Çok para kazanıyor olabilirsiniz. Hatta öyle ki, patronlarınızla aynı yerlerde yemek yiyip içki içiyor, tatil yapıyor olabilirsiniz. Dışarıdan bakanın patron sanacağı kadar iyi durumda olabilirsiniz. Siz fabrikanın önünde "grev gözcüsü" önlüğüyle bekleyen, bıyıkları tütünden sararmış adama benzemiyor olabilirsiniz. Ama eğer patron değilseniz, parayı ödeyen değilseniz, siz işçisiniz. Yani siz "İşçisin işçi kal!" şarkısını üzerinize alınabilirsiniz. 1 Mayıs sizin de bayramınız yani, alanlara çıkabilirsiniz. Bir de tabii yeni çıkan İş Yasası ile ilgilenebilirsiniz! Yeni köleler geliyor İş yasası denilen hadise, sermayeyi elinde bulundurduğu için iş ilişkisinde baştan güçlü olan işverene karşı işçiyi korumak üzere icat edilmiştir. Bütün dünyada işveren, kudretini zulme dönüştürmesin diye yapılır bu yasa. Ama şimdi: "63. maddeye göre ise denkleştirme sistemi çerçevesinde işçiler günde 11 saat kadar çalıştırılabilecektir. Bu durumda haftanın altı günü çalışılan bir iş yerinde işçiler, bir ayda üç hafta boyunca kesintisiz haftada 66 saat çalıştırılabilecektir. Haftada 66 saatlik çalışmanın 19. yüzyıla, 20. yüzyılın başına ait olduğunu, izleyen dönemde çalışanlar lehine sosyal politika çerçevesinde azaltıldığını hatırlatmaya gerek var mı?" (Yüksel Akkaya, "Neden ve kimin için?"-Birikim dergisi, Eylül sayısı) İşçiyi işverenin zulmüne karşı korumaktansa işvereni adalete karşı koruyan yeni İş Yasası'nın sadece bir maddesi bu. Diğer maddeleriyle de "yeni kölelik düzenine" ayak uydurmaya çalışan bir yasa bu. Dünya, bilgisayarların teknik donanımı açısından "ilerliyor" olabilir ama emeğini satarak yaşayanlar için Ortaçağ'a doğru "geriliyor". Hatta Ortaçağ'dan daha kitlesel, daha acımasız ve daha utanç verici bir kölelik düzenine doğru. National Geographic dergisinin eylül sayısından bir alıntı: "ABD'de kölelik ve köle kaçakçılığı, günümüzde tarım alanlarının çok ötesine, ekonominin ucuz işgücünün rağbet gördüğü hemen her alanına uzanıyor... 'Kölelere Özgürlük' örgütünden Kevin Bales'e göre, bugün ABD'de 100-150 bin arası köle var." AKP hükümetinin yeni çıkardığı yasa da birçok maddesiyle kitlesel bir köleleştirmeye, hatta köleliğin hukukileştirilmesine doğru ciddi bir adım atıyor. Ama bir yandan da başka bir şey oluyor... Gözünü açanlar: Petrol-İş Sendikası Büyük TV kanallarının haber bültenlerinde veya yüksek tirajlı gazetelerde rastlayamadınız muhtemelen. Ama İzmir'de Polkima A.Ş.'nin yüzü aşkın sendikalı işçisi yeni yasanın işverene verdiği haklar yüzünden "lokavta" uğradı. İşveren sendikayı istemiyor diyorlar ve şimdi direniyorlar. Başka başka yerlerde insanlar işten atılıyor, işverenin keyfine göre olması gerektiğinden az veya çok çalıştırılıyorlar. Bu arada işte özelleştirmeler de bastırıyor. Özelleştirmeyi savunan mürekkep yalamışların ve işverenlerin yüzlerindeki o pişkin gülümseme büyüyor, durmadan onların sözleri dönüyor gazete rotatiflerinde. Oysa özelleştirmenin gerçek muhatapları ve mağdurları işçilerin ne söylediğini duyurmuyorlar hiç. Ama Petrol-İş mesela... "Bir özelleştirme harekatı: Irak" ilanlarıyla özelleştirmenin toplumsal düzeyde tartışılması gerektiğine işaret eden bir kampanya başlattı. İşçiler bu meselenin nasıl bir baş belası olduğunu daha yeni anlamaya başlıyor. İşsizlik ve yoksulluk hızla orta sınıfı ele geçirip daha yukarılara doğru yaklaşırken, iş güvencesi yoksunluğu hepimizi kıskıvrak yakalamışken emeğini satarak yaşayanlar "dolandırıldıklarını" anlıyorlar. Kriz sırasında kendilerinin sermaye için esasında değersiz bir böcek olduğunu anlayan beyaz ve mavi yakalılar, bu işin temelinde bir hırtlık olduğunu kavradılar. Türkler aslında Arjantinli mi acaba? Özelleştirmeyi savunanlar pek şık, pek cilalı laflar etmeyi bundan sonra da sürdürecekler. Çünkü İş Yasası'nın gerekçesinde söylendiği gibi "yeni çağa ayak uydurmak lazım"! Ve yeni çağ, köleliği istiyor. Sistem çökmeye başlamışken artık ayakta kalmak için daha ucuz ve daha uysal bir iş gücü talep ediyor. Ama sonunda ne oluyor? Neo-con'lar, işverenler, sermayenin bekçisi hükümetler işsiz kalan veya bu korkuyla yaşayanların buharlaşıp yok olduğunu sanıyor olabilirler. Öyle olmuyor ama. Ben gördüm Arjantin'de: Başka bir şey oluyor. Petrol-İş gibi sendikalar öncülük ediyor ve işçiler üretimdeki söz hakkını kullanmaya başlıyor. İmece ve komün sistemleri kuruluyor, örgütleniliyor. Şöyle söyleyeyim: Sonra da olaylar gelişiyor. Velhasıl bir "güzelleştirme harekatı" oluyor; ortam güzelleşiyor!