İşverenlerin grev hakkına ILO'daki saldırısını savuşturmamızın ardından, Britanya ve İspanya'da sendikalar mücadeleye girişmek zorunda kaldı. Bu öbür ülkelere de yayılabilir.
İşveren grubu üç yıl boyunca Uluslararası Çalışma Örgütü'nün (ILO) çalışmasını felce uğrattı. Grev hakkının, onlarca yıldır hükümetler, işçiler ve işverenlerce evrensel olarak kabul edilmiş olmasına rağmen, uluslararası hukukun bir unsuru olmadığını iddia ediyorlardı. Küresel bir sendikal kampanya sonucunda, Şubat 2015'te işveren grubu geri çekilmek zorunda kaldı.
Ama mücadele bitmiş değil. Kasım ayında, Britanya'da Muhafazakâr hükümet parlamentoya grev hakkını ciddi ölçüde zayıflatacak bir sendikalar yasası tasarısı sundu. Yasa tasarısı, grev ve protesto eylemlerini kısıtlamasının yanı sıra, grev sırasında sürekli statüdeki işçilerin yerine taşeron işçilerinin çalıştırılmasına olanak sağlıyor. Kamu hizmetlerinde grev oylamasına üyelerin yüzde 50'sinin katılmış olması ve tüm üyelerin yüzde 40'ının da grevden yana oy kullanmış olması gerekiyor. Bu ise onay barajının yüzde 80'i bulması demek.
Şubat ayında, Britanya sendikaları milyonlarca insana ulaşan yenilikçi bir kampanyayla sendikaların ve onların üyelerinin işyerlerinde ve toplumda gerçekleştirdiği olumlu çalışmaları vurguladı ve hükümetin sendikaları tahrip etme girişimlerine karşı çıktı.
İspanya'da da yetkili makamlar grevci işçiler hakkında kovuşturma açmak için Franco diktatörlüğü döneminden kalma çağdışı bir yasayı kullandığı için, sendikalar harekete geçti. 2010 yılında barışçıl bir greve katıldıkları için sekizer yıl üçer ay hapis talebiyle yargılanan 8 Airbus işçisi hakkında mahkeme 16 Şubat'ta beraat kararı verdi. Ama İspanyol Ceza Yasası'nın 315.3. maddesinin kaldırılmasına ve benzer ceza davalarına son verilmesine yönelik mücadele sürüyor.
Grev hakkına yönelik saldırılar başka ülkelere de sıçrayabileceği için uyanık kalmamız gerekiyor.
Küresel ekonomik kriz sağcı hükümetlere işçi haklarını kısıtlama ve sosyal korumayı kısma bahanesi sağlıyor. IMF 2011'de Romanya'da parlamentoyu devre dışı bırakması ve güvencesiz çalışmayı yaygınlaştırması, toplu pazarlığı ortadan kaldırması ve grev hakkını kısıtlaması için hükümete baskı yaptığında, bu ülke o zamana kadarki en büyük hak kıyımıyla karşı karşıya kaldı.
Krizin en ağır yıllarında İrlanda, Portekiz, İspanya, Yunanistan ve Kıbrıs'ta da toplu pazarlık yasaklandı. Şimdi İrlanda ve İspanya hükümetleri toplu pazarlık sistemlerini yeniden kurmaya karar verdi.
Bu örnekler gösteriyor ki sendikal hareketin başladığı Avrupa'da bile sendikal haklar kesin ve mutlak değildir. İşçi haklarına yönelik saldırılar kesinlikle ideolojiktir, halktan ziyade iş çevrelerindeki akıl hocalarına kulak veren hükümetlerden kaynaklanır. Ve genellikle iş çevreleri, zahmetli müzakerelere girmek yerine, çenesini kapayan ve kendisine söyleneni yapan uysal işçiler çalıştırmak ister.
Sendikal hakların güvenceye alınması her zaman demokrasiye ve sosyal adalete dayalı toplumlar kurmaya yönelik değerler ve siyasal iradeyle ilgili bir mücadele olacaktır. Bu mücadele için, sendikaları güçlendirmek amacıyla işçileri örgütlemeyi ve harekete geçirmeyi sürdürmemiz gerekiyor.