İstanbul Teknik Üniversitesi İnşaat Mühendisliği Bölümü Öğretim Görevlisi Doç. Dr. Gürkan Emre Gürcanlı iş güvenliğini ve başbakanın imzasını bekleyen İş Sağlığı ve İş Güvenliği Yasa Tasarısını değerlendirdi:
İş kazaları sonucu hayatını kaybeden işçi sayısının giderek günlük ortalamasının 3-4'lere ulaştığı günlerdeyiz. Sadece son bir aya dahi bakıldığında Adana Baraj kazasında 10 işçi, Esenyurt Çadır Yangınında 11 işçi, Eskişehir Maden Göçüğünde 4 işçi, Erzurum'daki boğulma vakasında 5 işçi ve son olarak da Tuzla'daki patlamada 2 işçi hayatını kaybetti. Tek tek ölümlerle sonuçlanan kazalar ise bu tabloda artık neredeyse haber değeri taşıyamaz hale gelecek. Hükümet ise bu tablo karşısında ortaya çıkan tepkiler üzerine bir süredir hazırlıklarını yaptığını duyurduğu İş Sağlığı ve İş Güvenliği Yasası sürecini hızlandırdığını duyurdu. Tasarının son olarak Bakanlar Kurulundaki tüm bakanlar tarafından imzalandığı ve son olarak Başbakan'ın imzasıyla Meclis'e gönderileceği söyleniyor. Ancak bu yasa tasarısı da henüz meclis gündemine gelmeden tartışılmaya başlandı.
Artan ölümlerin nedenini ve alınması gerek önlemleri çok yönlü olarak değerlendiren Gürcanlı, Hükümet tarafından meclise gönderilmeye hazırlanan "İş Sağlığı ve İş Güvenliği Yasa Tasarısının iş güvenliğini bir hizmet olarak ele alan yaklaşımını da eleştirdi. "İş güvenliği bir hizmet değildir, bir haktır" diyen Gürcanlı; bu ayrımın önemli olduğunu söyledi ve 'hizmet' denilince bu hizmetin devlet kadar özel sektör tarafından da verilebileceğinin kabul edilmiş olacağını oysa 'hak' olarak tanımlanması durumunda tek muhatabın devlet olacağını hatırlattı.
İNŞAAT SEKTÖRÜNDE ALARM ZİLLERİ ÇALIYOR
Ölümlü kazalar en çok inşaat sektöründe yaşanıyor, bunu biraz açabilirmisiniz?
İnşaat sektörünün toplum istihdamdaki payı yüzde 5-6 arasında değişir. Bazen inşaat sektörünün büyüdüğü dönemlerde yüzde 10'lara kadar çıkar. Ancak ölümlü iş kazalarındaki payına baktığımız zaman yüzde 30-35 arasında. Yani istihdamdaki oranınız yüzde 5, oysa ölümlü iş kazalarındaki oranınız yüzde 35. Bu verilerle inşaatın 6-7 kat daha riskli bir sektör olduğunu görüyoruz. Kuşkusuz bunlar resmi istatistikler; gayri resmi olan, resmi kayıtlarından dışında olan ölümleri saydığımız zaman, "inşaat sektöründe alarm zilleri çalıyor" diyebiliriz.
İNŞAATTA BÜYÜME ARTTIKÇA ÖLÜMLER ARTIYOR
Şimdi inşaat sektöründe büyüme olduğu zaman ölümlerde artış, inşaat sektörü daraldığı zaman ölümlerde de azalma görülüyor. Büyüme ne için olmalı, büyüme insanlık için olmalı. Ama büyüme gerçekleştiğinde ölümler artıyorsa, o zaman çok basit bir mantıkla şunu söyleyemeyiz mi? Ben böyle bir büyüme istemiyorum.
EN ÇOK İŞ KAZASI AVM VE HES'LERDE
Peki, neden inşaat sektöründe biz bunları yaşıyoruz. Özellikle son yıllarda gerçekleşen iş kazaları iki noktada toplanıyor. Birincisi Alışveriş Merkezleri (AVM) diğeri ise Hidroelektrik Santralleri İnşaatları (HES). Bu projelerin özelliği şudur: Bu projeleri biran önce yetiştirmeniz gerekiyor. HES projelerini ele alalım. Diyelim o HES'in yararlandığı su kaynaklarının ömrü 20 yıl, siz ne kadar erken bitirirseniz yararlanma süreniz o kadar artar. Böyle olunca neden bir yıl yerine iki ya da üç yılda bitiresiniz ki? Bir an önce o inşaatı bitirip kara geçmek istersiniz, bunu yapmak zorundasınız. Bu yüzden hız son derece önemlidir. Aynı şey AVM'ler için de geçerli. Bir mağaza sahibinin amacı sözleşmesinin gereği olarak bir an önce o mağazayı açmaktır. Bunu hızlandırmak içinde hiyerarşik bir yapıyla sermayenin işçiye yönelik sürekli bir dayatmasıyla karşı karşıya kalınıyor. Demek ki hız, çok çalışma, yoğun çalışma gibi etkenler iş kazalarındaki önemli faktörlerden.
Peki bu durum karşısında neler yapılabilir, kazalar nasıl önlenebilir?
İŞ TEHLİKELİYSE YÜKSEK TEKNOLOJİ KULLAN YA DA YAPMA
Burada bilimsel olarak biz konuya nasıl bakarız onun altını çizeceğim. Bir iş kazası neden olur? İş güvenliği alınmasın, alınsın tartışması aslında bizim için en son gelen noktadır. Bir iş kazasının önlemesinde biz şuna bakarız, ilk önce eğer o iş tehlikeliyse deriz ki "o işi yapma". O iş mutlaka yapılmak zorundaysa deriz ki "Yüksek teknoloji kullan". İnşaattan bir örnek: Şantiyelerde normal iskeleler yerine, mobil-hareketli-otomatik iskeleler kullanılabilir. Yine örneğin kot taşlama işçileri. Önce bu işin yapılması insanlık için bir fayda sağlar mı diye bakarız. Kot taşlansın mı hayır taşlanmasın o zaman. İllaki kot taşlanacaksa, bunu taşlamayla yapma, o zaman ileri teknoloji kullanarak, kimyasal yöntemlerle yapmak zorundasın. Peki farklı bir teknoloji mümkünse, biz neden kot taşlama hala yapıyoruz? Çünkü ucuz iş gücü var. Çünkü iş güvenliğine aykırı olan bu ortamların farkında olmayan bir işçi sınıfıyla karşı karşıyayız.
İŞÇİNİN TAKACAĞI BARETE GELENE KADAR YAPILACAK ÇOK ŞEY VAR
Demek ki önce tehlikeli olanla az tehlikeli işi yer değiştir veya tehlikeliyse hiç yapma, ileri teknoloji kullan, iş organizasyonunu çok iyi örgütle... Ancak tüm bunlardan sonra ancak çalışan işçiyle ilgili iş güvenliği önlemlerine sıra gelebilir. Ama bu bizde tam tersi oluyor.
İşçiye baret vermeyi, emniyet kemeri vermeyi en son aşamada görüyoruz. Biz ilk önce toplu koruma önlemlerinden başlamalıyız. İşçilerin düşmesini önlemek için siz her tarafa iskelenin her tarafına ağlar germek ve bariyerler koymak durumundasınız. İskeleleri ona göre inşa etmek durumdasınız ki, bunların hepsi bizim tüzüklerimizde var. Bunları yaptıktan sonra ek önlem olarak, kişisel koruyucularda verebilirim diyebilirisiniz. Bakın en son aşamaya geldik.
Siz taşeron sistemini kurduğunuzda, bunlar arasından bir koordinasyon kurmalısınız. Örneğin bir inşaat yapıyorsunuz. Siz binanın tümünden sorumlusunuz, ondan sonra bir taşeron ekibine diyorsunuz ki "git fayansları yerleştir". O ekip içeri girdiği zaman, asansör boşluğu, döşeme boşluğu gibi pek çok riskle karşı karşıya. Bunun önlemini ana yüklenici almak zorunda. Yani sorumluluğu müteahhit firma almak durumda. Burada bizim merkezi bir koordinasyona ihtiyacımız var. Ancak tüm bunların dağıldığı, taşeronların birbirinden habersiz olduğu bir koşulda bizim iş güvenliği önemlerinden söz etmemiz mümkün değil.
KİŞİSEL KORUMA ÖNLEMLERİYLE İŞ GÜVENLİĞİ SAĞLANAMAZ
Bundan sonraki aşamada ne vardır işçilerin eğitimi. Bizde ise tam tersi, iş kazalarının sokaktaki vatandaştan, bakana kadar verilen tepki hep aynı 'işçilere baret verdik, takmıyorlar, emniyet kemeri verdik kullanmadı' şeklinde, bundan dolayı işçilerimiz eğitimsiz. Yani bilimsel olarak en son noktada olan şey kamu bilincinde en yüksek noktaya getirilmiştir. İşte bizim bunu yıkmamız lazım. İnşaatlara baktığımız zamanda, işçilere kişisel korumalar verip, iş güvenliğini sağlayamazsınız. Sadece eğitim vermek de iş güvenliğini sağlayabilmek için yeterli değil. Biraz önce söylediğim önemlerle birlikte, bir kamusal denetim organını oturtmanız lazım.
ÇALIŞMA BAKANLIĞINA BAĞLI DENETİM MÜFETTİŞİ SAYISI YETERSİZ
Peki, denetim mekanizmaları işliyor mu?
Alınan ihalelerin büyük bir kısmında verilen süreler çok kısıtlı, o kadar süre zarfında o inşaatların bitirilmesi imkânsız. Bitirebilirsiniz ama bunun için 100 yerine 200 işçi çalıştırmalısınız ve iş makinesi kullanmalısınız. Hele 300 kişiyi işe sokarsanız, bir senede değil hatta 6 ayda bitirirsiniz o işi. Peki, hangi inşaat firması 100 işçi çalıştıracağına 400 işçi çalıştırır? Dolayısıyla amaç birim zamandaki emek sömürüsünü maksimize etmek haline geliyor. Bunu yaparken de elbette iş güvenliği gibi hususlar bir tarafa atılıyor. Bu noktada denetim unsuru son derece önemli. Ancak Çalışma Bakanlığının denetimcisi gerçekten çok az. Toplam iş müfettişi sayısı 700 ama onun bile içinde iş güvenliği ile ilgili olan müfettiş sayısı 350'yi aşmıyor. Türkiye'deki toplam iş yerlerin sayısını düşünün, bu kadar müfettişin denetleme yapabilmesi mümkün değil. Çalışma saatlerinin giderek artması, işçilerin giderek daha yoğun bir tempoyla çalışması ve tepeden sürekli bir an önce bu inşaatın bitmesi gerekiyor baskısı altında, bir çalışma koşulu düşünülmesi zaten iş kazaların olmaması gibi bir ihtimali düşünmeyi de zorlaştırıyor.
MEVZUATIMIZ UYGUN AMA DENETİM YOK
Çalışma Bakanı'nın bazı açıklamaları oldu. "Yasa çıkmadığı için denetim yapamıyoruz" deniyor. Bunu duyduğum zaman nasıl kızdıysam, "iş sağlığı ve güvenliği yasası bir an önce çıksın" diyen sendikacılara da aynı şekilde kızdım. Ortada ya tamamen bilinçli bir çarpıtma veya bilinçsiz bir yanlış anlama var. Bizim şuan ki mevzuatımız büyük ölçüde yeterlidir, gerekli denetimleri sağlamak için. 2003 yılından itibaren AB Uyum Yasaları Çerçevesinde pek çok yeni yönetmeliği, AB mevzuatını çevirdik. Bu yönetmelikleri okuduğunuz zaman aslında ne kadar yüzeysel, iş güvenliği prensiplerini uygulamak açısından ne kadar zor yönetmelikler olduğunu da göreceksiniz. Demek ki AB Yönetmeliklerini çevirmek ve uygulamak çözüm değil. Bizim en eski tüzüklerimiz, bu açıdan son derece yeterli bir konumda. Unutmayın ki tüzükler, yönetmeliklerden daha üstün bir statüye sahiptir ve bizdeki tüzükler 1973 tarihlidir. Bugünün ihtiyaçlarına göre bir yenilenme gerekli olmakla birlikte sorun mevzuatta değildir, bu halleriyle bile bu tüzükler yeterlidir. Ancak önemli olan bu tüzüğü uygulamak ve uygulatmak. Peki bunu kim uygulayacak? İşverenler. Peki kim denetleyecek? Elbette Devlet.
İş sağlığı ve güvenliği yasa tasarısını nasıl değerlendiriyorsunuz?
İş sağlığı ve güvenliği yasa tasarısında, denetimin özel kuruluşlar tarafından gerçekleştirilmesi gibi bir süreçle karşı karşıya kalacağız. Bu süreç aslında biraz yapı denetim kanuna benziyor. Binaların denetimi nasıl özel firmalar tarafında sağlanıyorsa, işçi sağlığı ve iş güvenliği denetimi de aslında büyük oranda özeleştirmiş olacak.
İŞ GÜVENLİĞİ BİR HAKTIR DEVLET DENETİMİNDE OLMALI
Bu konuda Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanlığı bir açıklama yaparsa, yanlış söylüyor, yalan söylüyor demek yanlış. Hayır, çok ciddi düşünüyorlar. Yasayı çıkartıp ciddi denetimler yapmak istiyorlar ama bunu kim yapacak? Özel sektör yapacak. Denetim özelleşirse ciddi bir rant alanı çıkacak ortaya. Dolayısıyla bizim şunu söylememiz gerekiyor, 'işçi sağlığı iş güvenliği bir hizmet değildir, bir haktır'. Ücretsiz, eşit, eğitim veya sağlık nasıl bir hak ise, güvenli bir şekilde çalışmakta bir haktır. "Hak" dediğimiz zaman, oraya devlet otoritesinden başka bir otorite koyamazsınız. "Hizmet" derseniz koyarsınız.
SENDİKALAR İŞ GÜVENLİĞİ KONUSUNDA YETERSİZ
Sendikaların işçi sağlığı ve iş güvenliği konusundaki tutumlarını nasıl değerlendiriyorsunuz?
Sendikaların büyük bir kısmı sadece ücret pazarlığına odaklandığı için bu konuda yetersiz dahi demek yanlış, neredeyse hiçbir şey yapmıyorlar. Sendikalarda işçi sağlığı ve iş güvenliği uzmanları hemen hemen yok gibi. Örneğin bir sendika toplu iş sözleşmesine işçi sağlığı, iş güvenliği ile ilgili bir madde koyuyor mu dediğimiz zaman belki 100 sendikadan bir tanesi koyuyordur. Bu konuda bilinçli bir göz ardı etme yok belki ama ciddi bir bilinçsizlik var. Sendikacılarımız bunu bilmiyorlar. İşçi sağlığı ve iş güvenliği ile ilgili hiç bir şey bilmiyorlar. Demek ki bizim sürekli anlatmamız gereken kesimlerin en başında sendikalar geliyor. Sendikalar bu konuda bilinçlenmeli, uzman istihdam etmekten tutalım da toplu iş sözleşmelerine işçi sağlığı, iş güvenliği maddelerinde eklemeleri gerekiyor.
Gürcanlı kimdir?
İş güvenli konusunda önemli araştırmalara imza atan Gürcanlı, İnşaatlarda İş Güvenliği, İnşaatlarda Kaza Analizleri, İstatistiksel Değerlendirmeler, İş Güvenliği Yönetim Sistemleri (OHSAS 18001, ILO-OSH), İşçi Sağlığı ve İş Güvenliği Mevzuatı, İnşaat Sözleşme Yönetimi, Genel Risk Analizi başlıklı akademik araştırmalar gerçekleştirmiş. İşçi Sağlığı ve İş Güvencesi Meclisi'nde aktif çalışmalarda bulunan Gürcanlı, 'İnşaat Şantiyelerinde Bulanık Kümeler Yardımıyla Bir İş Güvenliği Risk Analizi Yöntemi' başlıklı teziyle İstanbul Teknik Üniversitesi İnşaat Fakültesi Yapı İşletmesi Anabilim Dalı bölümünde doktorasını yaptı. İş güvenliği ile ilgili birçok makale yayınlayan Gürcanlı, "Dünyada ve Türkiye'de iş güvenliğinde gelinen durum ve inşaat sektörü" başlıklı makalesi bilenen makalelerindendir. Gürcanlı ayrıca TMMOB Ölçü Dergisi'nde yazarlık yapıyor.