• industriAll global
  • industriAll europe
  • Retun See
  • Petrol-İş Kadın Dergisi
Belgesel: Petrol-İş Tarihi

Öztaşkın'ın 26. Dönem 7. Olağan Başkanlar Kurulu Açış Konuşması - Hatay

 Madenlerde yaşananlar iş kazası değil, iş cinayetine dönüşmüştür. Madenlerde acilen Avrupa standartlarında tedbirlerin alınması, tedbirler alınana kadar madenlerde çalışmalara ara verilmesi ya da işçilerin madenlere indirilmemesi zorunluluktur.

25.02.2010

Başkanlar Kurulumuzun değerli üyeleri, değerli konuklar, değerli basın mensupları... Balıkesir'in Dursunbey ilçesine bağlı Odaköy'de bulunan maden ocağında 13 maden işçisi grizu patlaması sonucu yaşamını yitirmiş, 10'u ağır olmak üzere 18 işçi de yaralı olarak hastanelerde tedavi görmektedir. Madenlerde yaşananlar iş kazası değil, iş cinayetine dönüşmüştür. Madenlerde acilen Avrupa standartlarında tedbirlerin alınması, tedbirler alınana kadar madenlerde çalışmalara ara verilmesi ya da işçilerin madenlere indirilmemesi zorunluluktur. 13 madencimize Allah'tan rahmet, ailelerine, yakınlarına ve madenci camiasına başsağlığı ve sabır, yaralıları ise acil şifalar diliyoruz. Ulusumuzun başı sağolsun. Sendikamızın, 26. Dönem 7. Olağan Genişletilmiş Başkanlar Kurulu, ülkemizin bir taraftan siyasal belirsizlik ortamına sürüklendiği, diğer taraftan geleceğimize umut ışığı olan emek mücadelesinde bir canlanmanın yaşandığı günlerde toplanmaktadır. TEKEL işçilerinin onurlu mücadelesinin yaktığı ateş, ülkenin dört bir yanında işçilerin hak mücadelesinin meşruiyetini artırmış, emeği ve emekçileri gündemin ilk sırasına oturtmuştur. TEKEL işçilerinin meşru ve demokratik mücadelesi, iktidarın uygulamalarından rahatsız olan çok geniş toplum kesimlerinin dayanışma gösterdiği ve mücadelesini birleştirdiği bir eylemlilik sürecine dönüşmüştür. Emekçilerin gösterdiği bu birlik ve dayanışma, dünyada ve ülkemizde etkileri süren krize ve krizden çıkış için sunulan sermaye yanlısı politikalara karşı nasıl mücadele edilmesi gerektiğine dair iyi bir örnek olmuştur. Kriz sona ermedi, biçim değiştirdi Kriz sona ermemiş, biçim değiştirmiştir. Etkileri yıllara yayılan krizin, dünya emekçilerine faturası artık daha açık görülmektedir. 2009 yılında dünyada işsizlerin sayısı 212 milyona ulaşmış, 215 milyon yeni çalışan ise ayda 45 doların altında bir ücretle yaşamak zorunda bırakılmıştır. Emekçiler, krizin ilk günlerinde daha esnek şartlarda çalışmak ile kapı önüne konulmak arasında tercih yapmaya zorlanırken, bugün kölelik koşullarında çalıştırılmak istenmektedir. Yalnızca işsizler değil, çalışanlar da derin bir yoksulluğa itilmektedir. Dünyada finans ve emlak piyasalarında oluşan sarsıntı, reel sektöre yansımış; üretim düşerken, işsizlik hızlı bir şekilde artmıştır. Bugün dünyanın gelişmiş ekonomilere sahip ülkelerinin batmasından bahsedilmektedir. Özel sektörü kurtarma paketlerinin maliyeti, yüksek borçlanma ve bütçe açıkları olarak ortaya çıkmakta; emekçilere “kemer sıkma” programları dayatılmaktadır. Kriz, bugün en başta, ülkemizin Gümrük Birliği Anlaşması ile bağımlı hale getirildiği AB ekonomisini sallamaktadır. Yunanistan, İspanya ve Portekiz borçlarını ödeyemez noktaya gelmiştir. Bu ülkelerde, kamu istihdamının ve ücretlerinin azaltılacağı ilan edilmiş, sosyal yardımlarda kısıntı yapılmaya başlanmış ve yeni tüketim vergileri devreye sokulmuştur. Bu ülkelerde, sendikaların ve emek örgütlerinin genel grev de dahil tepkilerini sert bir şekilde yükselttiği bu önlemlere, Türkiye aşinadır. 8 yıldır iktidarda olan AKP hükümeti gerek IMF ile gerekse IMF olmadan, yıllardır bu kemer sıkma politikalarını uygulamaktadır. Büyüme dönemlerinde de uygulanan bu politikalar, birçok ülkeden çok daha önce ülkemizde devreye sokulmuştur. Tüm dünyada olduğu gibi ülkemizde de, krizin ilerleyen günlerinde sermaye tarafından emeğe yeni faturaların kesilmesine izin verilmemeli, komşumuz Yunanistan’daki genel grev, mücadelemizde örnek alınmalıdır. Krizle birlikte kaderlerinin bir olduğu bir kez daha ortaya çıkan dünya emekçilerinin küresel dayanışmasının ne kadar yaşamsal olduğu bir kez daha ortaya çıkmıştır. Demokratik açılımın altı doldurulmalı 2009 yılının son günlerinde, Kürt sorununda çözüme çok yaklaşıldığının belirtildiği bir sırada, toplumu hayal kırıklığına uğratan ve toplumsal vicdanı yaralayan gelişmeler olmuştur. Demokratik Toplum Partisi kapatılmış, 2 milletvekilinin milletvekilliği düşürülmüş, bazı parti yöneticilerine siyaset yasağı getirilmiş, onlarca belediye başkanına soruşturma açılmıştır. Bu nedenle artan gerilim ve oluşan tepkiler, ne yazık ki üzücü gelişmelere neden olmuş, ülkemizin doğusundan batısına birçok yerde yaşanan olaylarda can kayıpları yaşanmış, sadece gösterilerde yer aldıkları için yüzlerce çocuk tutuklanarak cezaevlerine konmuştur. Toplumsal barışın ve huzurun tesis edilmesi için “tarihi fırsat”ın yakalandığı belirtilirken, ülkemizin çeşitli illerinde yaşanan bu üzücü olaylar, büyük bir tehlikeye işaret etmiştir. Tarih boyunca bir arada yaşamış olan halkımız birbirine düşürülmeye çalışılmakta, önyargılar güçlenmekte ve linç kültürü ne yazık ki yaygınlık kazanmaktadır. Terörü sona erdirecek, halkımızın özgürlüklerini genişletecek ve demokratik haklarını geliştirecek bir çözüm için başlatılan sürecin yarattığı umut, yerini hayal kırıklığına bırakmaktadır. Yeni gerilimlere ve toplumsal barışı tehdit eden gelişmelere izin verilmeden, Demokratik Açılımın halkımızın gerçek sorunlarını kapsayacak biçimde altının doldurulması gerekmektedir. Ülke bütünlüğünden ödün vermeden, Anayasa değişiklikleri dahil çözüm seçenekleri tartışmaya açılmalı, emeğin birleştirici gücünün, çözümün de anahtarı olduğu unutulmadan toplumsal uzlaşıyla bu sorun çözülmelidir. Ülkemizde siyasetin çözüm üretme misyonuna en çok ihtiyaç duyulduğu günlerde, darbe ve suikast iddiaları ile yargıya müdahale edilmesi tartışmaları gerilimi ve belirsizliği giderek artırmaktadır. Yeni bir Anayasa çıkarılmalı, Siyasi Partiler Yasası değiştirilmeli, seçim barajı kaldırılmalı Türkiye son üç ayını, Başbakan Yardımcısına suikast iddiası, en gizli devlet sırlarının bulunduğu kozmik odanın günlerce aranması, Genelkurmay Başkanının dinlenmesi, bir Cumhuriyet Başsavcısının tutuklanması, özel yetkili savcıların yetkilerinin düşürülmesi ve katsayı tartışmalarıyla geçirmiştir. Milletin iradesini temsil eden siyaset kurumu, devletin kurumlararası güveni yeniden sağlayacak tedbirleri almalı, halkımızın siyaset kurumuna güveni sağlanmalı, ülkemizin kaos ortamına sürüklenmesinin önüne geçilmelidir. Hafta başında ise bir süre önce basına yansıyan Balyoz Harekat Planı'nda adı geçen, aralarında kuvvet komutanları da bulunan 50'ye yakın TSK mensubu hakkında yasal kovuşturma başlatılmıştır. Ülkemizde bir darbe iddiasına ilişkin en kapsamlı operasyon olarak öne çıkan bu kovuşturmanın bağımsız ve tarafsız yargı anlayışıyla, hukuk kuralları içinde yapılması, Türkiye’de demokrasinin gelişmesine çok önemli katkı sunacağı gibi, soruşturmanın 12 Eylül'ü de içine alacak şekilde genişletilmesi, darbe ve darbecilerden hesap sorulmasını da beraberinde getirecektir. Türkiye'nin demokratik ve özgür bir ülke haline gelmesi, darbenin ürünü olan 1982 Anayasası'nın yerine, tam bir toplumsal uzlaşı ile hazırlanacak yeni bir Anayasa çıkarılmadan mümkün değildir. Yeni Anayasa, ülkemizin büyük çoğunluğunu oluşturan emekçilerin hak ve çıkarlarını gözetmeli, sosyal hukuk devleti ilkesi eksene alınarak hazırlanmalıdır. Halkın iradesinin Meclise daha sağlıklı bir şekilde yansıyabilmesi ve Meclisin halkın gerçek sorunlarına çözüm bulan bir yapıya kavuşabilmesi için, anti-demokratik Siyasal Partiler Yasası da değiştirilmeli ve seçim barajları kaldırılmalıdır. Emek Platformu fiilen yeniden kuruldu 2009 yılının son günlerinde kamu çalışanlarının mücadelesiyle yükselen, TEKEL işçilerinin direnişi ile büyüyen işçi hareketi, ülkemizin gerçek sorunlarına gerçek çözümlerin öznesinin emekçiler olduğunu bir kez daha göstermiştir. TEKEL işçilerinin direnişi, itfaiye işçilerinin mücadelesi, kamu çalışanlarının 25 Kasım Grevi ve konfederasyonların ortak gerçekleştirdiği eylemlilikler, Emek Platformu'nun fiilen yeniden kurulmasını sağlamıştır. Emeğe dönük saldırıların giderek arttığı, ülkenin kısır siyasi çekişmelerle çıkmaza sokulduğu sırada emek güçlerinin ortak bir mücadele sürecini örmeye başlaması, emek düşmanı politikalara karşı toplumsal muhalefetin oluşmasına ön ayak olmuştur.TEKEL Yaprak Tütün İşletmeleri'nin özelleştirme politikalarının bir sonucu olarak tümüyle kapanması nedeniyle kamuda 4-C uygulamasına geçirilmek istenen TEKEL işçilerinin Ankara'da 15 Aralık 2009'da başlayan onurlu direnişleri hâlâ sürmektedir. TEKEL işçileri kararlılıklarından hiçbir şey kaybetmeden, 74 gündür, özlük haklarının korunması için mücadele vermektedirler. TEKEL direnişi sürerken, 4 Şubat 2010 günü tüm Türkiye'de yine konfederasyonların aldığı karar ile bir iş bırakma eylemi gerçekleştirilmiştir. Son yılların en büyük dayanışma eylemi olarak tarihe geçen bu eylemle, emekçiler ilk defa, doğrudan dayanışma amacıyla yevmiye kesintileri ve çalışma yaşamı mevzuatındaki diğer riskleri de göze alarak iş bırakmışlardır. 4 Şubat'ta, ülkemizde yıllardır uygulanan dayanışma grevi yasağının aşılması için de önemli bir adım atılmıştır. Sendikamız Petrol-İş, söz konusu eylemlilik sürecinde emek güçlerinin birlikteliğini güçlendirmek ve hak mücadelesini yükseltmek için üzerine düşen sorumluluğun bilinciyle hareket etmiş, alınan eylem kararlarının gereğini yerine getirmiştir. Başta TEKEL direnişi olmak üzere son dönemde yükselen işçi eylemlerine karşı hükümetin takındığı tavır ise, halk iradesini temsil ettiğini iddia eden AKP hükümetinin maskesini düşürmüştür. Artan işsizlik oranları ve derinleşen yoksulluğa itiraz eden emekçilerin ve sendikaların “yalan söylediğini” belirten hükümet, emek örgütlerini “ideolojik” davranmakla eleştirmektedir. Asıl yalan, IMF ve Dünya Bankası politikalarını benimseyerek sermayenin ideolojisinin sözcülüğünü yapan hükümetin, krizin teğet geçtiğini tekrarlayıp, iktidarları süresince ülkenin ve vatandaşın refahının arttığını söylemesidir. 22 Şubat’ta bir araya gelen Türk-İş, Disk, Kamu-Sen ve Kesk Genel Başkanlarının, başta çalışma hayatının esnekleştirilmesi, kiralık işçi uygulaması, kıdem tazminatı sisteminin değiştirilmesi, kamu çalışanlarının grevli toplu sözleşme hakkı olmak üzere 12 başlıkta topladıkları taleplerinin kabul edilmemesi halinde ortak hareket ederek uzun vadeli bir mücadele kararı almaları ve 26 Mayıs’ta genel eylem yapılmasını kararlaştırmaları, genel eyleme varıncaya kadar da kamuoyunu duyarlı hale getirmek için panel, konferans, sempozyum, kapalı salon toplantıları, kitlesel basın açıklamaları, yürüyüşler, mitingler, v.b. kararları almalarını çok önemsiyoruz. Bu kararlara üyelerimizin aktif katılımını sağlamak için örgütümüz üzerine düşen sorumluluğu yerine getirecektir. Ayrıca dört konfederasyonun Tekel işçilerine destek amacıyla aldığı kararlara sendika olarak bugüne kadar olduğu gibi bundan sonra da aktif katılım sağlamaya devam edeceğiz. Ülkemizde çok ciddi değişim yaşanmaktadır. Bu değişim kimilerince demokratikleşme olarak görülmekte, kimilerince siyasi iktidarı oluşturanların kafalarındaki toplum ve yaşam biçimlerinin gerçekleştirilmesi olarak görülmektedir. Biz bu iki ana eksen etrafında yapılan tartışmalara başka bir boyuttan, yani temsil ettiğimiz sınıfın çıkarları açısından bakmalıyız. Türkiye’de değişimin emekten yana olmasını savunmalıyız. Siyasetin, ekonominin, toplumsal yaşamın, emeğin çıkarları doğrultusunda şekillenmesi için mücadele etmeliyiz. Başta Anayasa olmak üzere hukukun, ekonominin, sosyal yaşamın bu anlayışa göre yeniden yapılanmasını savunmalıyız, bu anlamda siyasete müdahil olan ve siyaseti yönlendiren sendikal politikalar izlemeliyiz. Üyelerimizin siyaset yapma tarzını ve siyasi tercihlerini değiştirmelerini sağlayan politikalar izlemeliyiz. Örgütlü bir toplum yaratılmadan barış ve huzur tesis edilemez Ülkemizin demokratikleştiği ve refahının arttığı belirtilirken, işçilerin ve çalışanların demokratik hakları için verdiği mücadeleye tahammül edilememekte, emekçilerin örgütlenme hakkının önüne sayısız engel çıkarılmaktadır. Örgütlü bir toplum yaratılmadan, ülkemizde toplumsal barış ve huzurun tesis edilemeyeceği ve demokrasinin tüm kurumlarıyla işletilemeyeceği, halkımızın “iş ve aş” sorunun çözülemeyeceği bilinmelidir. Bu gerçekten hareketle Sendikamız Petrol-İş, sendikal örgütlülüğün güçlendirilmesi ve yaygınlaşması amacıyla, Düzce'de “Sendikalı Ol” başlıklı örgütlenme kampanyasını başlatmıştır. Kampanyamız şu anda Bursa’da, Gebze’de, kısmen de İzmir - Kemalpaşa’da sürdürülmektedir. 2009 Mayıs ayından bu yana sürdürülen kampanya kapsamında, TV filmleri, radyo spotları, açık hava duyuruları, gazete ilanları, pankart, bildiri, broşür gibi çok sayıda araç kullanılmıştır. Kamuoyunda yankı uyandıran ve bu bölgelerdeki işçilerin yoğun bir şekilde ilgi gösterdiği kampanyamız, ülkemizde “demokrasi kültürü”nün yerleşmesi açısından da büyük bir önem taşımaktadır. Bu kampanya ile Petrol-İş, örgütlü toplumun demokrasinin en büyük güvencesi olduğu bilinciyle toplumu örgütlenmeye çağırmaktadır. Topluma yakındığınız ve şikayet ettiğiniz sorunları ancak örgütlenerek çözebilirsiniz mesajı vermektedir ve örgütlenmenin yaşamsal olduğunu anlatmaktadır. “Çünkü nasıl ki, yaşamak için suya, havaya ihtiyacınız varsa örgütlenmeye de ihtiyacınız vardır. Yaşam kalitenizi ve hayat standartlarınızı yükseltmek, demokratik bir ülkede, demokratik bir toplumda, demokratik bir yaşam tarzıyla yaşamak için, barış için, insan hak ve özgürlükleri için, çevreyi korumak, dünyayı yaşanası kılmak için, sağlıklı bir yaşam, güvenli bir gelecek için örgütlenmenin zorunluluğuna dikkat çekmekte, sendika hakkındır ..sendika gücündür.. sendika gelecektir..Sendikalı Ol! Mutlu Ol!” demektedir. Toplantımızı neden Hatay'da yapıyoruz? Bundan önceki Genişletilmiş Başkanlar Kurulumuzun birisini Çanakkale’de, diğerini Van’da gerçekleştirdik. İki günlük Genişletilmiş Başkanlar Kurulumuzun birinci gününde gündemimizdeki konuları görüştükten sonra ikinci gün bulunduğumuz bölgenin tarihini ve kültürünü daha yakından tanımaya yönelik bir program uyguladık. İstedik ki Genişletilmiş Başkanlar Kurulu üyelerimiz; ülkemizi, ülkemizin insanlarını, tarihimizi, değişik coğrafi bölgelerimizi ve o bölgelerin değişik kültür ve medeniyetlerini daha yakından tanısın. Bu kadar değişik kültür ve medeniyetlerin bu topraklar üzerinde binlerce yıldır nasıl kardeşçe yaşadığına tanık olsun, yine bu toprakları beraberce nasıl savunduğumuzu yerinde görsün, bir arada kardeşçe yaşama duyguları daha da pekişsin. Bu Genişletilmiş Başkanlar Kurulunu da ta antik çağdan günümüze değin değişik kültürlerin, medeniyetlerin, dinlerin ve ticaretin buluşma noktası olan, antik çağda “Doğunun Kraliçesi” lakabıyla anılan Antakya’da gerçekleştiriyoruz.Tarihsel geçmişi kalkolitik çağa kadar uzanan Antakya, etnik ve dini yapı bakımından karışık nüfusu, her yöne giden yolların kesişme noktasında önemli bir ticaret merkezi oluşu, doğu ve batı kültürlerinin birleşme noktasında bulunması, İsa’ya inananlara Hristiyan tanımlamasının ilk verildiği yer oluşu ve Hristiyanlığın yayılmasında propaganda merkezi olması, Kur’an-ı Kerim’in Kehf suresinde de anlatıldığı gibi Hızır Aleyhisselam ile Musa peygamberin Samandağ’da buluşması nedeniyle insanlık tarihinde çok önemli bir yere sahiptir. Böyle bir yerde Genişletilmiş Başkanlar Kurulumuzu yaparak tarih ve kültür birikimimizi daha da artıracağız. Ülkemizi daha da yakından tanıma fırsatı bulacağız. Bu duygu ve düşüncelerle, Sendikamızın 26. Dönem 7. Olağan Genişletilmiş Başkanlar Kurulu'nun, emek mücadelesinin yükseltilmesine katkı koymasını diliyor, Merkez Yönetim Kurulu adına saygılar sunuyorum.